Arşiv Anasayfa Türk Kültürü
Sayfalar: 1
Çankırı Gelenek Ve Görenekleri.. By: BuSHe Date: 13 November 2015, 21:16:23
ÖRF-ADET-GELENEK-GÖRENEKLERİ
DOĞUM

Doğum zamanı yaklaşınca evin her tarafı temizlenerek güneş gören odalardan birisi süslenir. Çocuk doğduğunda göbeği kesilerek tuzlanır. Tuzlama işlemi yapılmadığı takdirde çocuk büyüdüğünde vücudunun kokacağına inanılır. Kundaklama sırasında çocuğun göbeğine kül konularak bir çeşit mikroplara karşı koruma uygulanır. Eskiden çocuğun altına toprak serilir ve en az bir yaşına kadar ara bezi kullanılmadan sarılırdı.
Çankırı'da eskiden beri yaygın olan bir gelenek, doğumdan sonra annenin başına bir kırmızı kurdele, çocuğa da kırmızı bir başlık geçmektir. Perilerin kırmızı rengi çok sevdiği, bu sebeple de kırmızı giyenlere bir zararının dokunmayacağı inancından hareketle yapılan bu uygulama bugün de görülmektedir. Çocuğun yatak ucuna bir mavi (gök) boncuk ve altın "Maşallah" takılır. Doğan çocuk erkekse hemen babasına haber verilir ve yakın çevresindeki insanlar bir iki gün bayram yaparlar. Kız doğduğu takdirde doğum olayı fazla önemsenmeden geçiştirilmeye çalışılır. Bir gün sonra yakın akrabalar ile komşular çocuk ziyaretine gelerek yakınlık derecelerine ve ekonomik durumlarına göre altın takar veya bir kutu şeker getirirler. Çocuk ziyaretine gelenlerin temennileri "oğul yaşı uzun olsun, Allah analı babalı büyütsün, kısmeti bol olsun, aklı üstünde büyük adamlar olsun, anasına, babasına hayırlı büyüsün" şeklindedir. Evde helva yapılır ve ilk olarak doğum yapan anneye ikram edilir. Ayrıca gelen ziyaretçilere sıcak Loğusa Şerbeti ikram edilir. Ziyaretçiler ziyaret bitiminde çocuğa nazar değmernesi için üzerlerinden ya da başlarından kopardıkları herhangi bir şeyi annenin yanına bırakırlar. Nazar değdiğine inanılan çocuk için de tütsü yakmak, kurşun dökmek gibi işlemler uygulanır. Doğan çocuk Al Basmak inancından dolayı kırk gün yalnız bırakılmaz. Kırk Basmaması için yeni doğum yapmış kadınların çocuğu görmesine izin verilmez. Anne, üç gün boyunca Kavurma Bulamacı da denilen un çorbası ve helva ile beslenir.
DÜĞÜN

Günümüz Çankırı'sında köy ve kasabalarında çok önemli değişikliklere uğratılmamış düğün adetleri hakkında derli toplu bilgileri Merhum Hacı Şeyhoğlu Hasan Üçok'un, 1930, 1931, 1932 yıllarında Çankırı'da neşredilmiş ve Duygu Gazetelerindeki tefrika edilmiş yazılarından öğrenebilmekteyiz.Bu kaynaktan öğrendiklerimizi, günümüz Çankırı'sında yaşayan düğün adetlerinin şekli ile yer yer mukayese ederek sunacağız. Aslında elli sene önce kaydedilen düğün adetleri ile bugünün Çankırı'sında yaşayan adetler, genel hatları ile birbirlerinin aynısıdır. Lakin, bilhassa para yönü ağır basan ve aşırı masrafı gerektiren motiflerin, zaruri olarak terkedilmiş olduğu da bir gerçektir. Düğünlerde İlk Teşebbüs:
Evlenme çağına gelen Çankırılı delikanlının anası, oğlu için aradığı münasip gelin adayını bulunca, bu durumu kocasına iletir. Bugün de aynı durum geçerli olmakla birlikte, daha çok oğlan bulduğu kızı anasına, anası da kocasına anlatmaktadır. Bunun üzerine, kızın kendisi ve ailesi hakkında lüzumlu araştırmalar yapılır, bilgiler toplanır. Kız, yapılan araştırmalar neticesinde ahlaken, bilgi ve beceriklilik bakımından münasip görülürse dünürlüğe karar verilir. Köy ve kasabalarda bu durum geçerli ise de, şehir merkezinde kız ve oğlanın tanışarak anlaşarak evlenmelerine daha sık ratlanmaktadır. Daha sonra, araya bir aracı konarak kızın anasına haber verilir. Kız anası da kocasına söyler, ağabeyi varsa onun da görüşü alınır, durum oğlan tarafına haber verilir. Bunun üzerine, kız tarafı ilk olarak normal bir masrafla alınabilecek takı ve eşyaların listesini oğlan tarafına duyurur. Eskiden bu listede beş adet beşibiyerde kulplu altın, iki çift elmas küpe, iki elmas yüzük, iki elmas iğne, iki çift gümüş nalin, iki gümüş kemer, iki kaftan, iki Bağdat dokuması ipek çarşaf, iki hamam takımı, iki çift potin kalüş yer almakta idiyse de, bugün bunların çoğu istenmemektedir. İstenilenler sadece nişan yüzüğü, bilezik ve kolye ile altın zincir gibi takılar ve eşyalar olmaktadır. Diğer istekler, daha sonra belirlenmektedir. İstekler, oğlanın ailesi tarafından da kabul edilmişse söz kesilmiş demektir.
NiŞAN
Oğlan evi tarafından kabul edilerek alınan eşya ve takılar, kız evine gönderildikten sonra bir Cuma günü nişan yapılır. Nişan günü, oğlan tarafının kadın ve kızları ile bir de defci davet edilir. Defci çalmağa başlar. Her iki tarafın davet edilen kadınları oyun ve eğlencelerini birkaç saat kadar sürdürdükten sonra, ortaya bir kat elbiselik kumaş serilir. Bu kumaş, oğlan evi tarafından getirilen ziynet eşyaları ile birlikte, gelin kıza elbiselik olarak getirilmiştir. Gelin olacak kız içeriye girince, elebaşılık eden kadınlar "Allah aşkına maşallah deyiniz, nazar değmesin" diye ihtarda bulunurlar. Gelin kız, yerde serili kumaşın üzerine gelip ayakta durur. Getirilen yüzük parmağına takılır. Diğer mücevherler de elbisesi üzerine iliştirilir.
Bunlardan sonra gelin kız, önce oğlan tarafının (annesinden başlamak üzere) ellerini öper. El öpme sırasında, getirilen özel hediyeler de takılır.

Şimdi ise (daha çok şehir merkezinde) bu nişan merasimi, oğlan ile kızın, davet edilen her iki taraf akrabaları huzurunda ve kız evinde, birbirine kırmızı bir kurdele ile bağlamış nişan yüzüklerinin, hatırı sayılır bir akraba veya eş-dost tarafından takılması şeklinde yerine getirilmektedir. Nişan merasimindeki eğlence ve hediye vermeler de, bu esnada yapılmaktadır.
Şerbet içilmesi:
Genelde kısmi değişikliğe uğramasına rağmen, şerbet içilmesi de şu şekilde olur: Kadınlar tarafından nişan töreni yapılmadan bir iki gün evvel ailenin durumuna göre erkekler tarafından da tören yapılır. Törende dualar okunur ve şerbetler içilir. Şerbet içme adeti sadece kadınlar arasında yapılmaktadır ve özellikle "darısı başına olsun" dilekleriyle, genç kızlara içirilmektedir. Kadın ve erkekler arasında bu şekilde nişan töreni tamamlandıktan sonra, kız oğlan tarafına geçmiş sayılırdı ve bugünden başlamak üzere oğlan anasına gelinlik etmeğe başlardı. Gelinlik etmekten maksat, gelin olan kızın kaynana ve kayın babasına kat'iyyen yüksek sesle söz söylememesidir. Mecburi bir durum olursa, çok hafif bir sesle konuşabilmesiydi.

Gelin kız her nerede oğlan tarafından bir kadınla karşılaşsa, onların ellerini öper. Yanlarında hiç kimseyle konuşup eğlenemez... Aksi takdirde, gelin hakkında hiçte hoş olmayan dedikodular bir anda yaygınlaşır. Ancak, gelinlik etme adeti günümüz Çankırı'sında genellikle kasaba ve köylerinde bu şekildedir. Merkezde ise gelin kızlar sözlüsü veya nişanlısı ile el ele-kol kola gezebilmekte, eğlenebilmektedir.
Nikah
Çankırı'da nikah töreni yahut düğün, eskiden şu şekilde yapılmaktaydı:
Mahalle bekçisinden, imamından, muhtarından başlayarak diğer yetkililere bahşiş ve harçlar verildikten sonra, mahalle imamına hitaben izinname çıkartılırdı. İzinname"de "... mahallesi imamı efendi, badesselam inha olunurki... nam bikri ile evlenmesine canib-i şer'i şerifeden izn-i şer'i lahık olundu vesselam.." tarzında beyan bulunurdu, izinnamede, "Mihr-i müeccel" ve "mehr-i muaccel" diye tespit edilmiş iki yer bulunurdu. "Mihr-i müeccel" nikah bedeli, "mehr-i muaccel" de erkeğin vakti olmayıp ta geline ait mücevheratı ve diğer eşyaları ileriki bir zamanda yapılmak üzere adet ve miktarının bedeli demekti. Bu durumları beyan eden hususlar, izinnamedeki tespit edilen yerlere yazılırdı. Ölüm veyahut başka bir surette ayrılık vaki olur ise izinnamedeki yazılı hususlar, kadının hakkı olarak gerekirse mahkeme hükmü ile alınırdı.

İziinnameler, mahalle imamları tarafından muhafaza edilerek saklanırdı. Nikah duasına mahallenin ulema ve diğer sayılır kişileri davet edilirdi. Kızın bir vekil iki şahidi, oğlanın da aynı şekilde bir vekil, iki şahidi davetliler arasında bulunurdu. Nikaha başlanmadan önce imam efendi tarafından, yapılacak veya yazılacak birşey olup olmadığı sorulur, varsa şayet, yapılır veya yazılırdı.Nikah miktarına gelince, öteden beri nikah miktarı pazarlık suretiyle yapılması adet idi. İmam Efendi meclisin ortasına oturur, sağ tarafına oğlanın, sol tarafına da kızın vekil ve şahitleri otururdu.Kız tarafına hitaben "İsteyiniz bakalım.." derdi.
Bu şekilde kız tarafı ile oğlan tarafı arasında, imam efendi hakemliğinde sürüp giden pazarlık sonucunda bir bedel tespit edilirdi. Miktarın tespitinden sonra nikahın aile kuruluşunda esas olduğunu beyan eden bir Hadis-i Şerif okunur herkes diz çöker, ellerini açık olarak dizlerinin üstüne koyarlardı. Yalnız imam efendi elinin birisini kapalı olarak dizinin üstüne koyardı. Sebebi ise nikah esnasında oğlan evinin düşmanları büyü yapılabilir düşüncesiydi. İmam oğlanın vekiline hitaben üç defa:"-Allah'ın emriyle, Peygamberin kavliyle, filanın kızı filan hanımı, kendi tarafından vekaleten filan efendiye asaleten alıverdin mi?..." diye sorardı. Oğlanın vekili ise "Alıverdim" diye cevap verirdi. İmam efendi de, bunun üzerine "Ben de akdi nikah eyledim." deyip elini açar ve uzunca bir dua okurdu. Daha sonra orada bulunanlara şerbet verilir, artan şerbet de uygun görülen yerlere gönderilirdi. Kız tarafı da bir tepsi baklava ve hediye ile karşılıkta bulunurdu. Kurban bayramlarında arife günü kız evine kurban göndermek adetten idi. Buna da, kız tarafı baklava ve diğer hediyelerle karşılık verirdi.
Bugün:
Çankırı'daki nikah ve düğün adetlerinin eskiye karşılık, bu adetlerin pek çok yönü, günümüzde bazı değişikliklere uğramıştır. Bu değişikliklerin en önemli sebebi, hiç şüphesiz ki, artan ihtiyaçlar ve her yönden sağlanan sosyo ekonomik değişim ve gelişmelerdir. Günümüz Çankırı'sında nikah akdi, resmi ve imam nikahı olmak üzere iki ayrı safhada yapılmaktadır. Resmi nikah, daha çok düğün merasimi ile birlikte yapılmaktadır. Ekonomik zorluklar ve bir de zamandan tasarruf etme kaygısının tabii bir neticesi olarak düğün merasimi şekline dönüştürülmüş olan resmi nikah (belediye nikahı) işlemi, genellikle Belediye Nikah Salonu veya benzeri bir yerde yapılmaktadır. Belediye Evlendirme Memurluğu tarafından tayin edilen gün ve saatte, nikah salonunda "nikah ve düğün merasimleri" yapılacağı, matbu halde bastırılan davetiyelerle eş-dost ve akrabalara önceden duyurulur. Davetliler, nikah saatinden 15-20 dakika önce salona gelerek yerlerini alırlar. Hemen ardından da damat tarafından gelin, salona getirilir. Gelinle damat, nikah saatine kadar bir süre, davetlilerin bulunduğu salondan ayrı bir odada bekletilir ve nikah esnasında yapacakları işler hakkında, nikah memuru tarafından kısa bilgiler verilir.
Nikah memuru ile gelinle damat tarafının şahitleri salondaki masada yerlerini aldıktan sonra, gelin ve damat kol kola salona girerler. Salondaki davetliler, ayağa kalkarlar ve gelinle damadı alkışlarlar. Masaya vardıklarında önce gelin, şahidinin karşısındaki sandalyesine oturur, damat da kendi şahidinin karşısına oturur.

Belediye nikah memuru, varsa tebrik ve telgrafları okur. Ardından da, Medeni Kanun'un ilgili maddesine göre Belediye Başkanınca kendisine verilen yetkiye dayanarak nikahlarını kıyacağını yüksek sesle duyurur ve önce kıza, sonra da oğlana ayrı ayrı;
"-Filan kızı filan... falan oğlu falanı kocalığa kabul ediyor musun?",
"-Filan oğlu filan... falan kızı falanı, eş olarak kabul ediyor musun?.." diye sorar.
Kız ve oğlan yüksek sesle "evet" dedikten sonra, önce kız, ardından da oğlan, deftere imza atarlar. Şahitler de imza attıktan sonra, evlendirme memuru her ikisini de yüksek sesle "karı-koca" ilan eder. Bunun üzerine damat, kızın ayağına basarak duvağını açar. Davetliler alkışlarlar.. Nikah tamam olduktan sonra, gelinle damat, salonun çıkış kapısında durarak, davetlilerin tebriklerini kabul ederler. Davetlilerin tebrik işi bittikten sonra, kız ve oğlan tarafı, hep birlikte hatıra fotoğrafları çektirirler. Bu iş de tamam olunca konvoy halinde şehir dolaşılarak oğlan evine ulaşılır.
İmam Nikahı:
Dini nikah da denilen imam nikahı, ya resmi nikahtan veya gerdeğe girmeden hemen önce yapılır. Bu nikah işleminde, eskiden olduğu gibi izinnameler yoktur. Günümüz Çankırı'sında dini nikah, kızla oğlanın birbirlerini görmelerinde bir mahzur bulunmamasını sağlamak için nişandan hemen sonra da yapılmaktadır. Yine bugünkü Çankırı'da düğün merasimlerinin bir başka bölümü daha vardır: Resmi nikah ile birlikte düğün salonunda yapılanların haricinde, üç gün önceden kız ve oğlan evlerindeki şenliklerdir bu bölüm... Bu şenlikler genellikle Cuma günü kadınlar arasında başlar. Kına gecesi ve son günün gündüzüne kadar devam eder. Kız evinde şenlikten sonra kadınlar arasında mevlid okutulur. Kına gecesinde oğlan evinde ise, "Baş Donanması" yapılır.
Baş Donanma:
Bu adet, eskiden daha teferruatlı ve geniş bir şekilde yapılmakta iken, bugün tam olarak uygulanamamaktadır. Öyle ki, ekonomik durumu yerinde olmayan aileler, külfetli olduğu için her yönüyle mükemmel ve geleneklere-göreneklere uygun bir düğün yapamadığı gibi, durumu yerinde olan zenginler ise, düğünlerini balolarla yapmayı tercih eder olmuşlardır. Günümüz Çankırı'sında Başdonanması, genel olarak Yaran Sohbetleri'ndeki şenlik vb. oyunlarla renklendirilen bir hal almıştır. Bu da her yıl kış mevsiminde yapılması gereken ama çeşitli sebeplerden dolayı ihmal edilen Yaran Sohbetleri'ne, yeni nesillerin özleminden kaynaklanıyor olsa gerek.. Oğlan evinde baş donanması yapılırken, kız evinde de kına yakılır.
Kına Yakma:
Oğlan evinde baş donanma yapıldığı saatlerde kız evinde kına yakılma şöyle olur: Kız evi yakınları yatsı namazından evvel gelerek kız evinin büyük olan odasında belli bir yere otururlar. Oğlan evi tarafından gelenler ise ayrı oturur. Defçi kadınlarla birlikte türkü söyleyenler de bulunur. Yatsı vakti sonunda oğlan tarafından olan kadınlar, oğlan evinde toplanır. Toplu halde kız evine giderler. Oğlan tarafından giden kadınlar, çok süslü giyinmeye itina gösterirler. Bu kadınlardan ikisi, ellerinde tepsiler içinde her çeşit kuru yemiş ile birlikte kınayı da götürürler. Eskiden bu gidiş, özel bir tören şeklinde idi ise de, şimdilerde gayet sadeleştirilmiş ve normal hale getirilmiştir. Kına gecesinde eski adetlerden kalanlar, çerez yemek, oynamak ve kına yakmak üzere çok az sayılacak motiflerdir. Havai fişekler atılması ve oldukça yüklü miktarda para masrafını gerektiren diğer motiflere de rastlanılır. Oyunlar oynandıktan, çerezler yendikten sonra yaşlı ve becerikli kadınlar, dua ve ilahiler okuyarak, gelini evin ortasına oturturlar ve törenle kınasını yakarlar. Daha sonra oğlan evinden gelen kadınlar evlerine giderler. Kız evinde kalan gelin kızın arkadaşları, ona arkadaşlık ederek sohbet ederler.
Gelin Çıkarma:
Çankırı'da gelin çıkarma adedi, geçmiş yıllardaki duruma bakarak, günümüzde bir hayli değişikliliklere uğramıştır. Diğer gelenek, görenek ve adetlerde olduğu gibi, masraftan kaçmak ve günün icaplarına aslını bozmadan uyabilmek kaygısı ile uğratılan bu değişik gelin çıkartma adetlerinin dün ve bu günkü hâlleri şu şekildedir. Kına gecesinin ertesi günü, gelin çıkartma merasimi yapılır. Sabahleyin erkenden, oğlan evinin her tarafı temizlenir. Eski tantana, şaşaa yerine bir sükunet çökerdi. Oda tarafında, güveyi ile yanına gelen bir kaç genç arkadaşından başka kimse kalmazdı. Davullar bir yandan ağır ve dertli havalar çalarken, öte yandan da kuşluk vakti (öğleye doğru) güveyinin gireceği hamam temizlenerek hazırlanırdı. Hamamda saz takımı şen havalar çalar ve aynı zamanda güveyi ile arkadaşları hamama giderlerdi.

Öğle ezanı okunduğu zaman, bir gün öncesinden okuyucular vasıtasıyla yapılan davetler üzerine oğlan evi tarafı oğlan evinin önünde, kız evi tarafı da kız evi önünde toplanırdı. Oğlan evi tarafından bindirilen 20-30 kadar süvarinin (atlının) önünde davullar zurnalar çalar, köçekler oynayarak kafile (gelin alayı) yola çıkardı. Daha önceden çeyizi götürülen katırların iki katı süslenmiş hayvanlar, kafileyi takip ederdi. Sağdıç ta aynı şekilde süslü bir ata bindirilir ve gelin getirmek için hazırlanan arabalar, arkalarında yüzlerce seyirci ve davetli ile kız evine giderlerdi. Kız evine varmadan yolda sancakların önü kalabalık olurdu bazen Çankırı cadde ve sokaklarına sığmaz hale gelirlerdi.Bu şekilde kız evi önüne varırlardı. Kız evi önünde toplanan kalabalığa, kız evi tarafından şerbetler dağıtılırdı.
Kuşak Bağlama:
Gelin, babası evinden çıkarken, avluda en yakın akrabalar ve bir de hoca bulunurdu. Gelini avlu ortasına dikerler, en yakın akrabasından ve zenginlerden birisi, gelinin beline bir kuşak veya gümüş kemer bağlardı, gelinin beline kuşak bağlayan kişi, kendi kesesine göre, gelinin cebine para da koyardı. Orada bulunan hoca dua eder, duasından sonra gelin orada bulunanların elini öperdi. Gelin, bineceği ata (veya arabaya) kadar iki tarafına kilimler gerilerek, kimseye gösterilmeden götürülürdü. Gelin, en yakın ve yaşlı akrabasından iki hanımla birlikte arabasına biner, diğer arabalara da diğer kadınlar binerlerdi. Gelin tarafının çeyizi, oğlan tarafının hazırladığı çeyizle aynı kıymette olurdu. Her iki tarafın çeyizlerinin yüklenmesi için 20-30 kadar katır hazırlanırdı
.
Bazen süslü bir rahlenin üzerine Kur'an konur ve sırmalı örtülerle örtülürdü. Bu rahle ön tarafta ve başta götürüldü ki, gelin kızın okuma bildiğine işaret gösterilirdi. Çeyiz, her katırın üzerine telli oda takımları, kilimler, halılar örtülmek suretiyle yüklenir ve herkesin gözleri kamaştırılmak istenirdi.Gelini taşıyan vasıtalar, at, tahterevan, tatar arabası, lando veya yaylı arabalar gibi vasıtalar idi. Bu halde kafile (düğün alayı) giderken mezarlık civarına gelince dururlar ve davul zurnalar susturulur Fatihalar okunurdu.
Yastık Götürmek:
Gelin çeyizi yükletildiği ve gelin alayı hareket ettiği sırada gençlerden birisi bir köşe yastığını kaçırıp hamama götürürdü. Güveyi, yastığı götüren gence bahşiş verir ki, bu bahşiş gelinin evden çıkartıldığı, ve yola koyulduğu haberinin bahşişidir. Gelin alayı şehrin merkez mahalle ve caddelerinden geçerler. Alay geçerken önlerine ipler gerilir ve düğün sahibinden bahşişler alınır. Bu şekilde gelin, yeni evine getirilir. Oğlan evinin büyükleri ve yakın akrabaları yanlarında bir imam ile evin önünde beklerler. Gelin eve girince dua edilir. Gelin, önce kayınbabasının ve büyüklerinin ellerini öper, kayınbabası ve akrabaları, gelinin başına kuru yemişle karışık bozuk para serperler. Bu paralar oradaki çocuklar tarafından kapışılır ki, uğur ve bereket sayılmaktadır. Gelin, hazır edilen odaya alınır.
Güveyi Girişi :
Gelin, oğlan evine geldikten bir kaç saat sonra, kız evi tarafından hazırlanan baklava ve etli yiyecekler getirilir. Bunları getirenlere de bahşişler verilir. Bu yiyecekler sadece gelin ile damat beye aittir.
Hamamdan çıkarılan damat, yatsı namazına camiye götürülürdü. Namaz çıkışında, eve bir haberci gönderilir (Çok önceleri bu haber, fişek atılarak duyurulurmuş). Gelin odasına iki bardak şerbet hazırlanırdı. Gelin hanım, duvağı örtülü halde, odanın bir tarafına dikilirdi. Orta yerde bir yatak, bir tarafa da seccadeler serilirdi. Oda ortasına serilen bu yatak, gündüz kim serdi ise o kişi tarafından kaldırılırdı. Güveyi kapıya geldiğinde, imam dua ederdi. Güveyi yaşlıların elini öperdi. Bu sırada kapı açılır ve güveyi süratle içeri girerdi. Çünkü gençler tarafından güveyinin sırtına yumruk vurmak adettir. Güveyi acele davranmazsa epeyce yumruk yerdi. Güveyi gelinin bulunduğu odaya girer. Orada gelinle birlikte bekleyen yenge, gelinin duvağını açar ve ikisini el ele tutuşturarak çıkardı. Güveyi ve gelin, ilk önce seccadenin başına giderek iki rekat hacet namazı kılarlardı. O gece edilen duaların mutlaka kabul olunduğuna itikat edilirdi. Namaz kılınıp, dualar edildikten sonra kalkarlardı. Oğlan bir köşeye oturur, kızı da yanına alırdı. Kıza bir kaç soru sorardı. Kız cevap vermezdi. Oğlan, önceden hazırladığı söyletmeliği (elmas veya altın yüzük vb) verirdi. Bunu verince kız da konuşmağa başlardı. Güveyi daha sonra gelinden su isterdi. Gelin, önceden hazırlamış olduğu şerbetleri verir ve birlikte içerler ki içilen bu şerbet ağız tatlılığına, yani tatlı dilli ve güler yüzlü olmağa işaret sayılırdı. Sonra kız evinden gönderilen yiyecekler yenilirdi...

SÜNNET
Her ailenin, erkek çocuğu sahibi olduktan sonra ilk telaşı, çocuklarını sünnet ettirmek, kaygısıdır. Bu hal ve kaygı, İslami bir adet olarak yaşanmaktadır. Çankırı'da yaşayan sünnet adetleri, bundan yarım asır öncesinde çok büyük masrafla yapılan ve debdebesi bol düğünler şeklindeydi. Büyük oranda şekil değişikliğine uğratılmış ve mümkün olduğu kadar az masrafla hatta her ailenin kendi maddi durumuna göre yaptığı sünnet düğünleri günümüzde şöyle cereyan eder: Çankırı'da sünnet düğünleri genellikle sonbahar mevsiminde yapılır. Çünkü bu mevsim, her aile için bir çok telaşın son bulduğu ve her şeyin bol olduğu bir mevsimdir.

Düğün öncesinde, sünnet olacak çocukları için evlerde birer yatak (Karyola veya somya) süslü olarak hazırlanır. Çocuk tek ise tek yatak, bir kaç tane ise bir karyolaya üç dört çocuk yatırılır. Ev, bir bayram yeri gibi süslenir. Sünnet edilecek çocuk için hazırlanan düğüne, matbu olarak yapılmış davetiyeler ile eş dost ve akrabalar çağrılır. Davetlilere pilav, ayran asıl olmak üzere, ailenin durumuna göre yemek ziyafeti verilir. Yemekten sonra mevlid okutulur, ilahiler söylenir. Çocuklar ise, alınlarında "maşallah" yazılı ve özel olarak hazırlanmış sünnet elbiseleri giydirilmiş vaziyette, arabalarla şehirde gezdirilir. Ki bu hal çocuğu sünnet olmağa iyice alıştırır, ısıtır diye kabul edilmektedir. Sünnet olacak çocuklar, evde hazır bulunan sünnetçi önüne getirilince, hafızlar tarafından "aşr-ı şerif" okunur, fatihalar okunur. Bir yandan da dışarıda davul zurna veyahut başka çalgılar varsa çalmaya devam eder. Bu esnada çocuk veya çocuklar sünnet edilir. Çocuk ağlamaya başlarsa, hemen açılan ağzına bir parmak bal sürülür (bu eskiden yapılmakta idi ki şimdilerde yapıldığına pek rastlanmıyor). Kısaca anlatmaya çalıştığımız sünnet düğünleri, genel olarak Türkiye'nin bir çok yerinde benzer adetlerle yapılır. Çankırı'ya has olan sünnet düğünü motifi ve unsurları ise, yukarıda izah ettiğimiz şekildedir.
Ölüm
Ölen kişinin çenesi ve ayakları bağlanarak üstüne bıçak, makas vb. konur. Akrabalarına ve komşularına haber verilir. Ölüm gece olmuşsa sabaha kadar başında beklenir. Bu arada ölü evinde yas tutulup, ağıtlar yakılır. Cenaze yıkanırken minarelerden "Sela verilerek" ölüm olayı duyurulur. Yıkanma ve kefenlenme işleminden sonra tabuta konulan cenaze eller üstünde camii yanındaki musalla taşına götürülür. Tabutu eller üstünde taşımanın sevap olduğu inancından hareketle herkes cenazenin taşınmasında görev almaya çalışır. Ölümün yedinci, kırkıncı ve elli ikinci günlerinde Kuran okunur ve dualar edilir.
YARAN
Çankırı Yaran'ını yani sohbet alemlerini anlatmaya geçmeden önce, bu sosyal müessese ile irtibatı olduğu bilinen Ahilik müessesesinden birazcık bahsetmenin yerinde olacağını zannediyoruz.
İnsanların birbirlerine kuvvetle itimat etmeleri ve birbirlerini dil, din, ırk ve mezhep ayrımı gözetmeksizin sadece "kul", "insan" oldukları için sevmeleri gibi temel kaidelere dayanan Ahiliğin, pek çok bakımdan Çankırı Yaranı ile alakalı olduğu bilinir.

Şöyle ki; Ahiliğin, bilinen altı şartı vardır. Bu altı şart, "açık" ve "kapalı" olmak üzere ikiye ayrılır. Açık olması gereken "alın, kalp ve kapı" dır. Ki, alın açıklığından, başkalarının yanında yüz karası bulunmamak, kalp açıklığından her insana sevgi beslemek, kapı açıklığından da kendisine yardım istemeye gelen ve muhtaç olan herkese kapısını açık tutmak kasdedilir. Kapalı olması gerekenler ise "el, dil ve bel "dır. El'in kapalı olmasından kasıt, hiç kimsenin hak ve hukukuna tecavüz etmemek, dil'in kapalı olmasından kasıt, hiç bir kul hakkında kötü söz söylememek, dedikodu yapmamak, bel'in kapalı olmasından kasıt ise, hiçbir ferdin namusuna tecavüz etmemektir. Dil konusunda ayrıca, "sır saklamanın da şart olduğu" kasdedilmektedir.

Ahilik-Yaran:
Ahilik-yaran müesseselerinin aralarındaki en açık ve sağlam birlik, şüphesiz ki "dil" kapalılığı şartıdır. Bunun yanında el ve bel kapalılığı ile açık olması gereken alın, kalp ve kapıaçıklığı şartları da birbirleri ile olan sıkı bağını ortaya kaymaktadır. Ki, Yaran teşkilatını anlattığımızda bu durum daha iyi anlaşılacaktır. Burada hemen şu netice açığa çıkıyor ki, Ahilik teşkilatı içinde, "feta"lar yani genç ahilerin yetiştirilmesinde esnaf teşkilatları gündüz vazifesini yerine getirirken sohbet teşkilatı yaran ile de mensuplarının gece hayatlarına olan hakimiyetini koruyordu. Yani yaran da esnaf teşkilatları gibi ahilik müessesesi içinde ele alınabilir. Çankırı sohbet alemleri, yalnız Türkiye içinde değil, bütün dünya için oldukça ilginç bir sosyal müessesedir. Bu sohbetlerde ahlaka aykırı hiçbir unsur bulunmamaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz üzere Ahilik, erlik esaslarına dayanan bir müessese idi. Bunun için her ahinin sofrası, eli ve kapısı açık, gözü, dili ve beli kapalı olması kesin şart idi. Ki bu esaslardan ilham alarak teşekkül ettirildiğine inandığımız Çankırı Yaran Sohbetlerine katılan yaranın da bu şartları taşıdığını biliyoruz. Çankırı Yaran Sohbetleri geçmiş dönemlerde bir terbiye ve edip ocağı olarak vazife görmekte idi. Anne ve babalar erkek çocuklarını terbiye edilmelerini edep ve erkan öğrenmelerini sağlamak için yaran sohbetlerine gönderirlerdi. Bunun için Çankırı'da hala söylenen Dede Korkut'a ait bir atasözü vardır. "Oğlan babadan öğrenir sohbet gezmeyi, Kız anadan öğrenir sofra düzmeyi".

Sohbet Odaları:
Çankırı yaran sohbetinin özel bir odası bulunur ve odaların planı tipik Çankırı mahalli ev mimarisi özelliğini taşımaktadır. Sohbet odasının tavanı işlemeli, şerbetlikleri sanat eseri olur.
Sohbet odasına daracık bir koridordan geçilerek girilir. Oda, uzunca ve büyük bir salon halindedir. Sohbet odasına girilen kapının tam karşısında "ocak" bulunur. Ocağın üst tarafında "şerbetlik" denilen ve lambaların konulduğu yer vardır. Ocağın karşı tarafında ve koridorun solunda ikinci şerbetlik vardır.Buraya da yine lamba ve sigara ile içerisinde sigaraların yakılması için ateş bulunan küçük bir mangal konulur. Sohbet odasının sağında bir basamakla çıkılan "şahnişin" yahut "şahinci" denilen ve üzerinde makatlar (sedir) bulunan özel bir yer vardır. Burada çalgıcılar oturur.
Odanın sol yanı sedirle döşenmiştir.Üst tarafında ise çok sayıda lamba, süslü tabak ve sahan gibi eşyaların konulmasına müsait özel bir yer bulunur. Görüldüğü gibi Çankırılılar sohbet odalarının oldukça süslü ve sanatlı bir şekilde döşenmesine özel itina göstermektedirler. Sohbet odalarının zevkli ve sanatkarane inşası yanında buralarda yapılan sohbet alemleri de tam bir zevk ve sanat şaheserleridir zaten. Sohbet odasında 20-30, hatta 50 kadar gaz lambası yanar ve oda gözleri kamaştıracak derecede aydınlık tutulurdu.Şimdilerde aynı aydınlık, lamba yerine ampullerle sağlanmaktadır. Sohbetlere katılanlar, sohbete gelirken en temiz, en güzel elbiselerini giyerler. Her yer son derecede temiz olur. Ocak gürül gürül yanar. Ocağın sağ ve sol taraflarına yere "sevai-kutnu" minderler konulur ve buralara büyük ve küçük başağalar oturur. Sohbet odası, göze hitaben zengin ve çok çeşitli unsurları taşıyan sanat şaheseri durumundadır.

Sohbete İlk Teşebbüs:
Çankırı sohbetleri, mutlaka kış mevsiminde yapılır. Soğuk kış aylarında sohbet tertip etmek isteyen birkaç arkadaş bir araya gelirler ve bir sohbet alemi (teşkilatı) kurmak için sözleşirler. Bu arkadaşların hepsi aynı yaşta olurlar. Sohbetler, her yılın kış mevsiminde ve Aralık ayının 15'inde başlamak kaydı ile mevsim boyunca devam eder. Bir araya gelip teşkilatı kurmayı kararlaştıranlar, ilk önce Büyük Başağa ile küçük Başağa ve Yaran Kahyası'nı seçerler.Seçilen bu sohbet idarecilerinin onayı alınarak ta, diğer yaran ve bir de çavuş seçilir.
Daha sonra çalgıcılar, sohbette yenilecek yemekler, yakılacak ışıklar tespit edilir. Yaran sayısı çavuş ve çalgıcılar hariç olmak üzere toplam 24 kişidir. Ki, bu sayının, 24 Oğuz Boyu'nu temsil ettiği söylenmektedir.

Yaran'ın Vazifeleri:
Sohbet teşkilatına katılacak olan herkese "yaran" denilir. Bunlar da üç yaş kısmına ayrılır. Bir kısmı 18-20 yaşlarındaki gençlerden, bir kısmı 30-35 yaşlarındakilerden, diğer kısmı da biraz daha yaşlılardan teşekkül eder. Son kısmı oluşturanların sayısı ise 5-6 kişiyi geçmez. Bunların vazifesi Büyük ve Küçük Başağaların gözcülüğünü yapmak olup, gençlerin başıboşluğuna meydan verilmemesini sağlamak ve her iki yaş grubunu da idare etmektir.Yani bunların vazifeleri bir bakıma sohbet meclisinin müşavere üyeleri olmaktır. Çünkü Başağalar meclisin işleyişini ellerinde tuttuklarından, birazcık baskı gösteren davranışları eğer gençlerin tahammül gücünün sınırını aşacak şekilde ise, son yaş grubuna dahil olanlar böyle durumlara müdahalede bulunabilirler. Buna rağmen, hiçbir yarandan da farkları yoktur. Mecliste otururken yaş sırası esas olduğundan, yaşlılar Başağaların etrafında bulunurlar, en gençleri de en aşağıda oturur.

Her yaran diğer yaranın gözcüsü, hepsinin baş gözcüsü de Başağadır. Yaranın bir "Yolsuz" durumu görülünce, suçlu olana ihtar ve tembih görevi Büyük ve Küçük Başağa'nındır. Eğer aksaklığı onlar görmezse, ihtar ve tembih görevi çavuşa düşer. Ve bu ihtarlara itaat etmek şarttır. Aksi taktirde ceza verilir. Yaran, mümkün olduğu kadar arkadaşlarının ceza almasını gerektirecek hareketlerden kaçınır. Hatta yarandan birisinin bir kabahat işlediğini bir diğeri görse bile Başağaların bu durumu görmemesi için elden gelen fedakarlık gösterilir. Çünkü cemiyet içinde ceza görmek çok ağır bir durumdur. Öyleki; bazı suçların cezası memleketten sürülmeye kadar vardırılır.

Küçük Başağa, sohbetin güzel idaresine ve çalgıcıların yaranı şenlendirmek için her türlü maharetine, hal ve hareketine dikkat eder.Ocak sahipleri (sohbetin kurulduğu evin sahibi) ocak yaktıkları günün (sohbetin başladığı) akşamı, çalgıcılara yemek verir. Küçük Başağa akşama bir saat kala, yanında çavuş ve ocak sahibi olduğu halde eve gelir, noksanları tespit eder, gider. Akşam yemeğinde sadece ocak sahipleri bulunur. Yarandan ne bir kişi ve ne de başağalar bulunur. Şayet bulunacak olur iseler, ocak sahibi ve yemeğe gelenler de "erkan" edilir. Çünkü eşitliğin ihmal edilmemesi gerekir.

İlk Adap:
Ocak olduğu gece bütün yaran akşam ezanından bir saat sonraya kadar sohbet yapılacak eve gelmeye mecburdur. Eğer mazereti varsa biraz geç gelmesi gerekirse mutlaka Başağalardan birisine (genellikle Küçük Başağaya) bildirmesi lazımdır. Küçük Başağa yaranın hepsinden önce gelir ve yaran gelmeden bir kere daha eksiklikleri kontrol eder, varsa şayet,tamamlar. Her şey tamam olunca da köşesine diz çöküp oturur. Bu sırada çalgıcılar "Çuhacıoğlu Peşrevi" denilen peşrevi çalmaya başlarlar ki bu peşrev saatlerce de sürebilir.

Peşrev çalınırken, yaran da yavaş yavaş gelmeye başlar. Yaranın geldiğini ocak sahibi veya çavuş, "Başağam, yaran geliyor.." diye yüksek sesle haber verir. Kapıdan içeriye giren her yaran, odanın ortasında ve odada bulunan herkese, sağ elini göğsüne koymak suretiyle "selamünaleyküm" diye yüksek sesle selam verir. Büyük Başağa da, aleykümselam karşılığı ile selamını alır. Yeni gelen yaran, boş bulduğu sedir veya minderlerden birine iki dizi üzerine oturur.

Odaya Giriş:
Yaran ilk defa içeriye girerken başağalar dahil olmak üzere, bütün yaran ayağa kalkar. Yaranın toplu halde içeri girmesi caiz değildir. Her yaran geldikçe biraz bekler, kapıyı vurur, içeriye haber verilir, ayağa kalkış ve selamlaşmadan sonra yerine oturur. En son yaran geldiğinde bile içerideki bütün yaran aynı şekilde ayağa kalkıp selamlaşırlar.

Her yaran bu şekilde içeri girip oturduktan sonra, önce Büyük Başağa sonra da Küçük Başağa tarafındakiler ayrı ayrı "merhaba...efendi ağa.."derler. Bu merhabalar da sağ eller sol göğüs üzerine konularak yapılır. Gelen her yarana hemen bir kahve bir sigara ikram edilir. Kahve sigara ikramını yapan ocak sahibi veya çavuş, bu işi yaparken sol dizini yere koyup oturur vaziyeti alır. Bu esnada bir başka yaran daha gelmiş ise, ayağa kalkmak gerektiğinden hemen iki kahve fincanı ve sigarayı yere koymak şarttır. Elinde kahve veya sigara ile ayağa kalkmak yasaktır. Bu şekilde bütün yaranın gelip yerini alması bir saat kadar sürer. Bu süre içinde herkes iki dizi üzerine oturur ve sakin bir şekilde peşrevi dinlenir, asla konuşmazlar. Yaranın sonu gelip, herkes tamam olduğu zaman Küçük Başağa Büyük Başağaya "başağam yaran tamam olmuştur" diye bağırarak haber verir. Her iki başağa arasındaki ocak devamlı surette yanar ve güğümler kaynar.

Yaranın sayısına göre ocak sahibi tarafından fincan bulunması gerektiği için herkesin kahvesi aynı anda pişirilir, önce Büyük Başağaya sonra Küçük Başağaya ve sonra da Büyük ve Küçük Başağa tarafındaki yarana verilir. Bu kahve çalgıcılara verilmez. Kahve dağıtımı herkese yapıldıktan sonra bu durumu gözleyen Büyük Başağa fincanını ağzına götürür ve içmeye başlar. Dağıtım işleri tamamlanıncaya kadar kimse kahvesini içmez. Büyük Başağayı takiben Küçük Başağa ve sıra ile sağ ve sol taraftakiler birbirlerini takiben kahvesini içmeye başlarlar. Kahve içimi tamamlandıktan sonra yine aynı şekilde evvela Büyük ve Küçük Başağalar, sonra sağ ve sol taraftaki yaranlar fincanları iade ederler. Bu iş de yarım saat kadar sürer.

Oturma Adabı:
Kahve içildikten beş on dakika sonra küçük başağa büyük başağaya "Başağam, müsaade buyurunuz da biraz dizimizi kaldıralım" der ve Büyük Başağa da "münasiptir" diyerek sağ dizini kaldırır. Onu takiben Küçük Başağa ve sağ-sol taraftakiler ancak sağ dizlerini kaldırabilirler. Biraz sonra aynı şekilde sol dizleri için izin alınır ve sağ diz indirilip sol diz kaldırmaya müsaade edilir. Otururken ayak uzatmak, arkadaşına arkasını dönüp oturmak, bağdaş kurmak kesinlikle yasaktır.Yalnız, yoruldukça dizlerini veya yerlerini değiştirebilirler. Fakat yer değiştirmek için de her halükarda dışarıya çıkıp tekrar içeriye girerek boş bulduğu yere oturabilirler. Dışarı çıkmadan yer değiştirmek olmayacağı gibi çıkarken de arka arkaya çıkmak şarttır.

Oturma merasimi sona erdiğinde, sazlar da peşrevi değiştirirler. Fasılalar başlar. Yaran içinde eğer musiki bilen varsa, bunların bir kaçına küçük başağa işaret eder, onlarda aynı merasimle dışarıya çıkarlar, tekrar gelir ve çalgıcıların oturduğu şahnişine geçerler. Şahnişinde oturmak birazcık serbest olduğu için bağdaş bile kurulabilir.

Yaranın da katılması ile saz heyeti (eskiden gırnata, santur, keman, oniki telli saz, darbuka sonraları ut) tamam olur. Çalgıcıların sohbetine devamı süresi içinde para ile çalmak üzere sadece sohbet için seçilirler. Çalgıcılar o gece kesinlikle bir başka yere gidemezler. Şahnişine geçen yaranlar ancak ses çıkaran aletlerden zili, defi, kaşık, zilli maşa gibi aletlerini çalabilirler. Yarandan hiçbirisi, çalgıcıların sazlarını bilseler dahi çalmağa izin alamazlar. Çünkü kesin surette yasaktır.

İlk Fasıl:
Ses çıkaran çalgılardan çalmak üzere şahnişine geçen yaranın da katılması ile tamam olan çalgı takımı ilk olarak "akşam oldu" gibi çok gürültülü bir şarkıyı çalmaya başlar. Devam ile "Yüzüğümün allı pullu kaşı var", "Evlerinin önü çepçevre avlu", "Aşkın çakmağını sineme çaldın", "Sabahın seher vaktinde görebilsem yarimi", "Girdim yarin bahçesine", "Kalk gidelim Karataşa Üzüme" gibi türküler söylenir.
Bu şarkı ve türküler gibi mahalli ve milli havalar, hemen hemen bir saat sürer. Bu esnada da ocak sahibinin ahbaplarından ve dostlarından oluşan misafirler de gelmeye başlar. Gelen misafirler şayet sohbet adap ve erkanını bilirse münasebetsiz durumlara rastlanmaz. Ocak sahibi tarafından başağaya haber verilerek veya başağa tarafından bizzat davet edilen bu misafirler iki kısımdır. Bir kısmı sadece kahve içmeğe davet edilir. Diğer bir kısmı ise sabah vaktine iki-üç saat kala yenilen yemeğe kadar ağırlanırlar.

Misafirler:
Misafirlerin sayısı sınırlı değildir. Ocak sahibi istediği kadar davet edebilir. Ama çoğunun gelmediği bilinir. Misafir sohbet yerine geldiğinde, dışarıda bulunanlarca çavuşa yahut ocak sahiplerinden birisine haber iletilir. Haberi olan içeri girer ve büyük Başağaya hitaben ve herkesin duyacağı şekilde "Başağa misafir geliyor" diye haber verir ve hemen misafirin yeri hazırlanır. Şayet misafirin oturacağı bir yer yoksa, yarandan bir kaçı dışarıya çıkarılır.

Misafir odaya girişte, herkese hitaben, elini göğsüne koyarak "selamünaleyküm" diye selam verir. Bu sırada bütün yaran ayağa kalkar ve sadece yaranbaşı "aleykümselam" diye selamı alır. Misafir boş bir yere oturur. Hemen büyük başağa ve sonra küçük başağa tarafından başlayarak sağ ve sol taraftakiler sıra ile "merhaba" derler. Ardından, hemen sigara ve kahve ikram edilir. Yaran dan birisi misafiri hemen söze tutar, misafirin sohbet odasındaki noksan vaziyetleri tespit etmesine fırsat vermez. Şayet misafir, kazara tanımadığı birisinin yanına oturmuş ise o kişi hemen kalkıp dışarı çıkar. Tanıdığı birisi gelip oturur ve lafa tutar. Misafir öyle meşgul edilir ki bir yandan sazların türlü nağmeleri, bir yandan edilen lafların etkisiyle misafir ayrıldığı zaman bir tatlı hayalden öte hiçbir şey hatırlayamaz.

"Kalk Git" Kahvesi:
Saz faslı devam ederken, bitiş zamanını yaranbaşı veya küçük başağanın verdiği bir işaret tayin eder. Ve hemen misafire "kalk git kahvesi" denilen kahve verilir. Misafir kahvesini içince kalkar ve merasimle uğurlanır. Eğer misafir kahveyi içince kalkmaz ise, bu defa küllü bir kahve verilir. Kül boğazını gıcıklayacağı ve öksürteceği için, öksüren bir kimse de cemiyet içinde duramayacağından mecburen kalkar. Daha da gitmez ise misafirin ayakkabıları önüne getirilir. Şayet yine kalkmayı akıl etmez direnir ise kolundan tutup kapı dışarı edilir.Misafir eğer hürmet gösterilen bir zat ise saz takımı uğurlama sırasında "Cezayir Marşı"nı çalar.


SiteMap - İmode - Wap2