A'dan Z'ye Tüm Hastalıklar

<< < (4/4)

kezban62:
SAC BITI


Genel Bilgiler|Saç bitleri saçlarda çogalip yaSayan, kafa derisindeki kandan beslenen kuçuk böceklerdir. Bitlerin buyuklugu susam tanesi kadar olup, 6 bacaklari vardir ve renkleri bronzdan grimsi beyaza kadar degiSmektedir. omurleri 30 gundur ve kafa derisinden uzakta sadece 2 gun yaSayabilirler.|Sirke , saç bitinin yumurtasina verilen isimdir. Kuçuk beyazimsi toplu igne baSi buyuklugunde saç tellerine yapiSik duran beneklerdir. Sirkeler önce saç derisine çok yakin bir yere birakilirlar, daha sonra saç uzadikça saç dibinden uzaklaSirlar. Sirkeler yaklaSik 7 ila 10 gun arasinda yumurtadan çikarlar ve 7 gun içinde olgun bir bit halini alirlar.|Saç bitleri tirmanirlar, uçup ziplayamazlar ve hayvanlarin uzerinde yaSamazlar. Bacaklarinin ucundaki kanca benzeri kiskaçlari ile saça tutunurlar. Sirkeler genellikle ensedeki, kahkullerin altindaki ve kulak arkasindaki saç tellerinde bulunurlar.|Nasil Yayilirlar?|Saç biti baS temasi ya da bazen bitlenmiS birisi ile ayni Sapkanin, baSligin giyilmesi, ayni taragin veya firçanin kullanilmasi yoluyla yayilir.|Belirtileri nelerdir?|Belirti olmayabilir, ya da aSagidakiler sayilabilir: Saçta gidiklanma duygusu Bit isirmalarindan dolayi kafada kaSinti KaSinmalardan dolayi kafa derisinde yaralar oluSabilir ve kimi zaman bu yaralar iltihaplanabilir. Yastik uzerinde ince siyah tozlar (bit diSkisi)ya da soluk gri bit derisi görulebilir.|Saç bitinin ve sirkelerinin kontrol edilmesiParlak iSigin altinda buyuteç ve ince diSli tarak ile saçlarin içini ve kafa derisini yakindan inceleyin. Sirkelerin fark edilmesi ve görulmesi genellikle daha kolaydir. Ense ve kulak arkasindaki saç tellerine yapiSik dururlar. Kepeklerden farkli olarak saçin firçalanmasiyla duSmezler.|Eger saç biti bulursanizEvdeki diger kisilerde de olup olmadigini kontrol edin ve bit ilacini sadece kafasinda bit olanlara uygulayin. Bit ilacini bit bulaSmiS herkese ayni gunde uygulayin. Bit ilaci uygulamasini 7 gun sonra tekrarlayin. Yakin temasta bulundugunuz arkadaSlariniza ve iS arkadaSlariniza sizde bit bulundugunu haber verin. BitlenmiS kiSi bit ilacinin ilk uygulanmasindan sonra i. ine veya okuluna dönebilir.|Saç biti nasil tedavi edilir?|12 ayliktan kuçuk bebekler için ya da hamileyseniz veya emziriyorsaniz ya da hassas bir cildiniz varsa, bir doktora daniSiniz. Kimyasal ilaçlarla temizleme yerine elle toplama önerilebilir. Saç biti ilaçlari reçetesiz olarak eczanelerden satin alinabilir. Belirtilen kullanim talimatlarina uyunuz. Kullanilan urunlerin göze kaçmamasina dikkat ediniz;gözleri bir havlu ya da elbezi ile kapatiniz ve urunu uygularken eldiven kullaniniz. Kullandiktan sonra ellerinizi yikayiniz.|Faydali önerilerilaç uygulamasindan önce (ya da sonra)saç kremi kullanmayiniz. Isi ilaci etkisiz hale getirebileceginden, ilaç uygulamasindan sonra saç kurutma makinesi kullanmayiniz. ilaci uyguladiktan sonra 1-2 gun saçi yikamayiniz.|ilaçtan sonra urunun etkili olup olmadigini kontrol edin. Saçi ince diSli bir tarak ile tarayip, taragi kagit mendil veya bir bez ile sildikten sonra her hangi bir hareket görup görmediginize bakin. Bitler hala canli ise, saç biti kullandiginiz ilaca dirençli olabilir. Saçi yikayip farkli bir bile. ime sahip baSka bir urun (eczaciniza sorunuz)ile yeniden ilaçlayin. Eger diger ilaç da etkisiz olursa saçin her gun kontrol edilip, bitlerin ve sirkelerin ince diSli tarak ve tirnak uçlari ile toplanmasi geriye kalan tek seçenektir. Bu iSlem çok zahmetlidir ama dikkatlice uygulanirsa, zamanla saçin butun bitlerden ayiklanmasi mumkun olacaktir. iSlem sirasinda buyuteç kullanilmasi yumurta ve bitlerin daha kolay görulmesinde yardimci olabilir.|Taraklari, firçalari, baSliklari ve yatak takimlarini kontrol ediniz. Taraklar ve firçalar 10 dakika sureyle (50 derecenin uzerinde)deterjanli sicak suya yatirilabilir. Yatak takimlari, giysiler ve havlular çamaSir makinesinin sicak yikama programinda yikanabilir ya da kurutma makinesinin sicak programinda kurutulabilir. Yikanamayan ya da kuru temizleme yapilamayan Seyler -örn. Sapkalar, en az dört gun sureyle bir plastik torbada tutulabilir. Sirkelerin toplanmasi Sart degildir. Saç bitinin toplum içinde yayilmasini azaltmanin en iyi yolu, çocugunuzun saçini haftada bir kontrol etmektir



SAC DOKULMESI (ALOPESI)


Saç dökülmesi terimi çok farklı problemleri anlatmak için kullanılabilir (saçlardaki hafif bir incelmeden tüm saçların dökülmesine kadar) ve bu durum bir çok nedenden kaynaklanabilir. Normal şartlarda, her gün yaklaşık olarak kafamızdaki saçlardan 50-100 arasında saç telini kaybederiz. Anormal saç dökülmesi durumlarında ise bu sayı artar ve taraklarınızda, banyo ve lavabo giderlerinde ve elbiselerinizde aşırı miktarda saç biriktiğini görürsünüz.
Tıbbi olarak saç dökülmesi aşağıdaki şekillerde sınıflandırılabilir:

Telogen effluvium: vücudun genel olarak strese (sıkıntıya) maruz kalmasının ardından (uzun süreli yüksek ateş, büyük bir ameliyat veya ciddi bir enfeksiyon) 2-3 ay sonra meydana gelen yaygın saç dökülmesidir. Bu tür saç dökülmesi vücuttaki ani hormon değişiklikleri sonucu da meydana gelebilir; özellikle kadınlarda doğum yaptıktan sonra.

İlaçların yan etkisi: belirli ilaçlar yan etki olarak saç dökülmesine neden olabilir; özellikle lityum, beta blokörler, warfarin, heparin, amfetaminler, levodopa ve diğer bazı ilaçlar. Daunorubicin ve kanser tedavisinde kullanılan diğer ilaçlar, ani ve yaygın saç kaybına neden olabilirler.

Hastalık belirtisi olarak: saç dökülmesi bazı hastalıklaırn belirtisi olarak meydana gelebilir. Bu hastalıklardan bazıları; lupus eritomotozus, sifiliz, tiroid hastalığı (hipotiroidi veya hipertiroidi), seks hormon dengesizliği, sarkoidoz, kanserin cildi tutması (yayılması), ciddi beslenme bozuklukları (protein, demir, çinko veya biotin eksiklikleri). Bu tür beslenme yetmezlikleri özellikle zayıflama diyeti uygulayan bayanlarda ve adet kanamaları çok ağır geçenlerde sık olarak görülmektedir.

Tinea capitis (kafa serisinin mantar hastalığı): yama şeklinde dökülme meydana gelen bu tip saç dökülmesinde hastalığa neden olan mikrop Trichophyton tonsurans dır. Bu enfeksiyon, saçın tam deriden çıktığı noktada kırılmasına neden olur.

Tarvmaya bağlı saç dökülmesi: bu tür saç dökülmesi insanların kendileri tarafından neden olunan saç dökülmesidir. saçlarını çekiştirmek, saçları aşırı sıcağa maruz bırakmak ve saç maşası ile aşırı kıvırmak, saça kuvvetli kimyasal maddeler sürmek (saç boyaları, spreyler gibi).

Erkek tipi saç dökülmesi: erkeklerde saç dökülmesi tipik bir şekilde meydana gelebilir (ön taraftaki saç çizgisinin geri çekilmesi ve/veya tepedeki saçlarda incelme / azalma). Bu en yaygın saç dökülmesi tipidir ve erkeklerde herhangi bir yaşta başlayabilir, hatta ergenlik çağlarında bile başlayabilir. Bu durum genelde 3 etkenin ortak sonucu olarak meydana gelebilir; ailevi saç dökülmesi şekli, erkek hormonlarının varlığı ve ilerleyen yaş. Tamamen benzer bir şekilde, bir çok kadında da kadın teipi saç dökülmesi meydana gelmektedir. Kadın tipi saç dökülmesinde; ön tarafta seyrekleşme, tepede veya tepenin çevresinde taç şeklinde seyrekleşme meydana gelebilir, dolayısı ile erkek tipi alın açılması meydana gelmez.

Belirtiler

Saç dökülmesi durumunda, yukarıda anlatılanlara ilave olarak; saçlarınızın fazlaca ince olduğunu, alnınızdaki saç çizginizin değiştiğini veya başınızda saçsız yama tarzı alanlar oluştuğunu fark edebilirsiniz.

Saç dökülmesi telogen effluvim veya ilaç yan etkisine bağlı olarak meydana geldiğinde, saç dökülmesi başın her tarafındadır; oysa mantar enfeksiyonlarında saç dökülmesi küçük yamalar şeklinde meydana gelir. Mantar enfeksiyonlarında başka şikayetler de bulunur; saç derisinde pullanma, saçların diplerinden kırıldığı siyah noktalarla kaplı alanlar veya kalınlaşmış deri ile karakterize alanlar. Travmaya bağlı saç dökülmesinde; yöntemin uygulandığı yere bağlı olarak belirli yerlerde saçsız alanlar ortaya çıkar. Erkek tipi saç dökülmesinde, saç çizgisi genelllikle şakaklardan itibaren çekilmeye başlar, bunu tepedeki saçlarda incelme takip eder. Aşamalı olarak, tepedeki alan tamamen saçsız kalır.

Tanı

Doktorunuz, saç dökülmenizin hangi tipte olduğunu saptarken yapacağı fizik muayeneye ilave olarak, kullandığınız ilaçları, geçirdiğiniz hastalıkları, ailenizdeki bireylerde saç dökülmesi olup olmadığını, beslenme alışkanlıklarınızı ve saç bakım alışkanlıklarınızı araştıracaktır. mantardan şüphelenilen durumlarda laboratuvar muayenesi için saçınızdan örnek alınabilir. Başka bir hastalığa bağlı olduğu düşünülüyorsa, kan tahlili gerekli olabilir.

Saç dökülmesinin ne kadar süre ile devam edeceği, sebebine bağlıdır. Örneğin; telogen effluvium tipi saç dökülmesinde süre genelde 1-5 ay kadardır ve daha sonraki aylarda saç tekrar çıkar. İlaç yan etkisine bağlı oalrak meydana gelen saç dökülmesinde, ilaç kesildikten sonra saçlar normal haline dönmeye başlar. Saçları çekmeye bağlı meydana gelen alopeside ve abartılı saç bakım alışnalıklarına bağlı alopeside; alışkanlıklardan kurtulmayı takiben saçlar normal haline dönmeye başlar. Mantar enfeksiyonuna bağlı alopeside ise en az 6-12 hafta süre ile tedavi uygulanmalıdır. Mantar hastalığına bağlı alopeside erken tanı ve tedavi, olası kalıcı bir saç kaybını engellemede önemlidir. Erkek ve kadın tipi saç dökülmesinde durum ilerleme eğilimindedir ve bu durumun problem olduğunu düşünenler için tedavi yöntemleri uygulanabilir.

Önleme

Bazı tür saç dökülmeleri, stesi azaltarak, iyi ve dengeli beslenerek, saç bakım teknikleri konusunda daha bilinçli davranarak ve saç dökülmesine nden olan ilaç kullanımından (mümkünse) kaçınarak engellenebilir. Mantar enfeksiyonlarına bağlı saç dökülmesi; saçları temiz tutarak ve şapka, tarak gibi malzemeleri baçkaları ile paylaşmayarak engellenebilir. Erkek tipi alopesi de bazen bazı ilaçların kullanımı ile engellenebilir.

Tedavi

Telogen effluvium nedenli alopesi veya ilaç nedenli alopesi tedavi gerektirmez. Kötü beslenmeye veya hastalıklara bağlı alopesi bu etkenler ortadan kalkınca düzelir. Mantara bağlı alopeside 6-12 hafta boyunca ilaç kullanmak ve bazen şampuan (selenyum sülfit veya ketokonazol içeren) ile tedaviyi desteklemek gerekebilir.

Erkek tipi ve kadın tipi saç dökülmesi gelişen bir çok kadın ve erkek genelde mutludur ve tedaviye gereksinim duymazlar. Tıbbi tedavi isteyenler için ise lokal minoksidil (tansiyon düşürücü bir ilaç) veya oral finasteride (sadece erkeker için) kullanılabilir. Yine saç ekimi denilen yöntemleri ve saçsız bölgenin ameliyatla alındığı yöntemleri kullananlar vardır.

FİNASTERİDE : Bu ilaç, Type II 5a-reductase adı verilen bir enzimin çalışmasını engeller; böylece de testosterone hormonunun 5a-dihydrotestosterone (DHT) adı verilen ve erkek tipi saç dökülmesi ile ilgili olduğu iddia edilen maddenin oluşumunu engeller. Ancak kullanımı sonrasında cinsel istekte azalma, sertleşme problemleri, boşalma problemleri, meni sıvı miktarında azalma, memelerde büyüme ve hassaslaşma gibi yan etkiler 12 aylık kullanım sonunda ortalama %1.4 oranında gözlenmiştir.

ALOPECİA AREATA

Alopecia areata denilen durum 2-5 cm çapında, saçlı deride saçsız alanların meydana gelmesidir. Bazı hastalarda bu küçük daireler daha büyük olabilir ve tüm kafada ve hatta tüm vücuttaki kıllı bölgelerde saç dökülmesi gelişebilir. Bu hastalık bazen kortikosteroidli ilaçlarla tedavi edilebilir (krem olarak veya o bölgeye iğne ile enjekte edilerek), ancak garantili bir tedavi yöntemi yoktur. Saçsız bölge çok küçükse etraftaki saçalr tarafından bu bölge zaman içerisinde kapatılacaktır



SAÇ DÖKÜLMESİ


Saç dökülmesi sık rastlanan bir rahatsızlık olup, hemen hemen tümümüz hayatımızın belirli bir döneminde bu sorun ile karşılaşmışızdır. Dış görüntümüzün önemli bir bölümünü oluşturan saçlardali problemler hem fiziksel, hem psikolojik olarak rahatsızlık yaratır. Saç dökülmesi saçlı derinin tümüne yayılabilir veya bir kaç alanda lokalize olabilir; bu kalıcı tahribat veya geçici dönemsel dökülmeler şeklinde de gelişebilir. Toplumda en sık karşılaşılan iki ayrı tip saç dökülmesinin üzerinde durmak gerekir.


Androjenik alopesi(erkek tipi saç dökülmesi)


Saçlı derinin belirli bölümlerinde simetrik gelişen, erkeklerde sıkça rastlanan bir saç kaybı şeklidir. Saç dökülmesi şakaklardan başlayıp , tepeye doğru ilerler. Saç sayısında azalma, incelme, kısalma göze çarpar. Kadınlarda ise genelde saçların cılızlaşması,seyrelmesi şeklinde bulgu verir. Erkeklerin %70 inde rastladığımız bu dökülme kadınların %10 unda karşımıza çıkmaktadır. Genellikle 20 lı uaşların sonunda başlar, dökülmenin hızı bireysel olarak değişik hızlarda ilerler ve bazen çevre faktörlerinınde etkisiyle değişebilir. Bu tip dökülmeler şiddetli vakalarda tüm tepenin açılmasına kadar ilerleyebilir ve kişinin psikolojik sorunlarının da gelişmesine neden olabilir


Etkilenen bölgelerde saçlar inceleşir ve seyrekleşir. Oluşumunda erkeklik hormonu olan testtesteronun cilde temasında oluşan dehidrotestesteronun kıl köklerini inceltici etkisi vardır.


Tedavisi ve takibinde hastalarımızın uzun süreli izlenmeleri ile olumlu sonuçlar alabilmekteyiz. Özellikle minoxidil içeren saç spreyleri veya finasterid içeren tabletler olumlu sonuçlar oluşturmaktadırİlaçlar düzgün olarak kullanıldığında ve destekleyici tedavi ile zenginleştirildiğinde etkinlik artmakta ve öncelikle saç dökülmesi durabilmekte ve hatta bir miktar saç çıkışıda sağlanabilir.


Etkinliklerini uzun sürede ve dikkatli kullanımla göstermektedirler.


Semptomatik (dönemsel) dökülmeler


Kadın ve erkeklerde eş sıklıkta rastlanan saç dökülme şikayetidir. Tek bir hastalık olmayıpbir takım diğer hastalıklarla beraber saç köklerininritmik siklüsünün bozulması sonucu gelişebilir. Doğumm yapan kadınlarda , tiroit bezinin çalışma bozukluklarında ciddi sistemik hastalıklar(zatüre, kan kaybı, böbrek hastalıkları...), büyük üzüntüler ve korkulardan sonra bunu izleyen 5-6 ay içinde döklmeler olabilir, bu tarz dökülmeler 3-5 ay kadar sürebilir. Saç kayıplarının diğe bir sık nedenide vitamin ve mineral eksiklikleri olup bunları diyetle yeterli alınmaması veya kaybın çok olması , vejeteryanlık, emilim bozuklukları saç dökülmelerini hızlandırır. Bütün bu nedenlerin tesbiti için öncelikle hastaları muayene tetikten sonra gerekli tahlilleri yaptırmalıyız. Hastadaki dökülme nedeni saptandıktan sonra sebebe yönelik takviyeler ve destekleyici önerilerle saçlar tekrar kazanılır.




SAGIRLIK (DOGUSTAN)


Sağırlık irsi bozukluklardan (anormalliklerden) kaynaklanabilir. Kalıtıma bağlı bir böbrek hastalığı olan irsi nefritle (Alport Sendromu) beraber gelişmiş olabilir. Kalıtıma bağlı daha birçok sağırlık türleri vardır. Guatrla birlikte sağırlık (Pendred Sendromu), dış kulak, yüz ve boyun sakatlıklarının doğurduğu sağırlık, cilt anormalliklerinden kaynak!anan sağırlık, zihinsel geriliğin neden olduğu sağırlık; retinitis pigmentosa (gece körlüğü) ve periferal nöropatiye bağlı sağırlık (duyma özürü) bu tür sağırlıklardır.

Sık rastlanmayan ve başka anormalliklerle (bozukluklarla) ilgisi olmayan sağırlık türleri de vardır. Bunlar yaygın sayılmaz. Eğer ailenizden birinde veya çocuğunuzda bu tür bir sağırlık belirlenirse bir uzmandan genetik konuda bilgi edinin. Sağır bir bebek veya çocuk için uygun tedavi ve eğitime gecikmeden başlanmalıdır.

Eğer bir hamile anne adayı kızamıkçık geçirirse, gelişen bebeğin etkilenme riski vardır. Eğer kızamıkçık (German measles) hamileliğin ilk üç ayı içinde olursa, çocuğun sağır olarak doğma olasılığı vardır. Ayrıca katarakt, kalp problemleri ve beyin veya sinir sistemi bozuklukları gibi başka ciddi sakatlıklar da olabilir. Hamileliğin daha sonraki aylarında geçirilen kızamıkçık işitme kaybı yapabilir, fakat diğer sakatlıklara neden olma olasılığı azdır. Erken doğum (prematüre), doğum sırasında veya hemen doğum sonrası oksijensiz kalmak, kan uyuşmazlıkları ve menenjit genç yaşlarda sağırlık yapabilir


SAP HASTALIGI


Tanım
Halk arasında tabak hastalığı olarak bilinen, bütün çift tırnaklı hayvan türlerinde görülebilen bulaşıcı bir hastalıktır.
Aft Humması, ayak-ağız hastalığı (foot-mouth disease) isimleri de kullanılmaktadır.
Sığırlar, domuzlar, koyunlar ve keçiler hastalığa çok çabuk yakalanırlar. Bunun yanı sıra hayvanat bahçesindeki bazı hayvanlarla doğal hayattaki kirpi, fare, ceylan gibi hayvanlar da hastalığa yakalanabilmekte.
Öncelikli olarak hayvanın ağız içi, tırnaklar, memeler, işkembe de çeşitli (kesecikler) yaralarla karakterizedir. Hayvan, yaşına ve cinsiyetine gore hassasiyet gösterir. Şap hastalığının etkeni bir virüs olup, birbirinden farklı 7 tipi mevcuttur. Bunlar A, O, C, Sat 2, Sat 3 ve Asya 1 Tipi olarak adlandırır. Tiplerin içinde ayrıca çok sayıda alt tipler mevcuttur. Koruyucu aşılar buna göre hazırlanır.|Bulaşma
Hasta hayvanların sağlamlara teması, idrar, gübre, süt, sparma ile bulaşma olur. Ayrıca hastalık etkeninin bulaşmış olduğu deri, yem, yataklık, ot, su, bakıcı, nakil vasıtaları, hastalıklı etlerden yapılan salam, sosis, gibi ürünler ile fare, kuş, yılan, kaplumbağa, gibi taşıyıcılarla da bulaştırma mümkündür.
Sap, sürüler arasında direk temas ve havadaki virüsün teneffüs edilmesiyle bulaşıyor. Sap virüsü, karada rüzgar yoluyla kilometrelerce uzaklara taşınabiliyor. Suda ise mesafe daha da artıyor. Hasta hayvanların hareket etmesi şapı ayrı sürülere bulaştırabiliyor. Araçlar, aletler, tarım ürünleri ve insanlar da taşıma görevi görüyor. Virüs uzun süre etlerde,iliklerde, iç organlarda ve pastörize edilmemiş ürünlerde yaşayabiliyor. |Hastalık Belirtileri
İçi su dolu kabarcıklar ilk belirtiler. Diğer belirtiler arasında ise topallık, uyuşukluk, iştah kaybı ve sütten kesilme bulunuyor.
Hastaların ağızlarından ip gibi salya akar, ateş 40 -41 C, ağız şapırdartması ve sütten kesilme, dilinde, dişetlerinde, dudağın iç kısmında mercimek veya fındık büyüklüğünde su keseleri (veziküller) görülür. Takip eden günlerde ayak tırnak aralarında, memelerde, boynuz diplerinde, burunda enfekte yaralar oluşur.
Kültür ırkı sığırlarda ve körpe buzağılarda hastalık çok çabuk seyreder. Hastalık belirtileri tam olarak meydana çıkmadan solunum güçlüğü ve kalp yetmezliğinden aniden ölebilirler.

İNSANLARDA HASTALIK BELİRTİLERİ
Hastalıklı hayvanların sütünü içen küçük çocuklarda, bulaşık yer ve eşyaları kullanan yetişkinlerde de ağız, göz ve parmak aralarında küçük su kesecikleri görülebilir.
İnsanlar için tehlikeli olmadigi düsünülmekteir. İngiltere de 1966 yılında, insanda sadece bir vakaya rastlandı. Nezlenin belirtilerine benziyordu ve ellerde kabarcıklar oluşmuştu.
İnsanlar, virüsten etkilenmiş bir hayvanın etini tüketmekle veya diğer insanlardan hastalığı kapamaz.|Etkenin (Virüsün) Dayanıklılığı:
1) Direkt güneş ışınları karşısında kısa zamanda harap olur.
2) Isıya dayanıksız olup, 60- 65 oC de, 30 dak. 85 oC de se derhal ölür.
3) Çevre şartları: Etken, kuruluğu, soğuk ve karanlığı sever
4) Sığır derisi ve kıllarda, 4 hafta; Lastik çizmelerde, 14 hafta; Samanda, 15 hafta; Toprakta, 4 hafta; Kuru otlarda ve danelerde, 5 ay hastalık yapma gücünü korur.
5) 1 / 2000 lik konsantre formol; % 3-5 Çamaşır Sodası; % 4-5 lik Sodyum Karbonat (Soda); 1 / 10 oranında sulandırılmış sirke yahut %4 lük Alkol; 1 / 200 lük Potasyum Permanganat; 1 / 250 lik lodophore gibi antisepliklere karşı hassastırlar.|Hasta hayvanların ağız, ayak ve memelerinde meydana gelen yaraların çabuk iyileşmesi için yukarıdaki antisepliklerle yıkanması yanında, güçlü antibiyotikler ve pomatlar tatbik edilerek iyileşme hızlandırılır.
Sürü tedavilerinde, ahırın kapısına 15 -20 cm derinlikte uygun uzunlukta beton havuzlar yapılarak, içerisine %2 lik çamaşır sodası veya %5 lik formolün göz taşı doldurarak hayvanlar içerisinden geçirilir.|Hayvanlarda Koruyucu Önlemler:
1. Bir yaşına kadar olanlara 4 ayda bir, bir yaşından sonra 6 ayda bir kombine aşılar yapılmalıdır. Aşılar soğuk zincir içerisinde taşınmalı ve ve kurallara uygun tatbik edilmeli
2. Yeni satın alınan hayvanlar en az 10 gün karantinaya alınmalı.
3. Ahırlara hayvan bakıcısından başkasının girmemesi, bakıcının ahırda özel elbise, çizme kullanması
4. Sağım öncesi ve sonrası malzemelerin mutlaka sıcak su ile yıkanması
5. Hastalıklı bölgelerden asla hayvan alınmamalı
6. Ölen hayvanların yakılarak yahut derin çukurlara gömülüp üzerine kireç dökülmeli, kullanılan, malzemeler 70-80 oC kaynatılmalıdır


SARBON (ANTHRAX)


Şarbon genelde keçi, koyun, sığır gibi hayvanların hastalığıdır. Bacillus anthracis isimli bakteri tarafından meydana getirilen, insanlarda deride kötü karakterli yaralara neden olan, solunum sistemi, sindirim sistemi ve kan yoluyla yayılarak beyin zarlarında da enfeksiyon oluşturabilen bir hastalıktır.

ETKEN:

Hastalığın etkeni Bacillus anthracis isimli, hareketsiz, çomak şeklinde, havalı ve havasız ortamda üreyebilen, havalı ortamda ve 20-30 OC de üreyince ısıya dayanıklı sporlar oluşturan bir bakteridir. 12-44 OC de özellikle 37 OC de üreyebilirler. Dayanıklı sporları su ve sıvılarda yıllarca yaşayabilir.

BULAŞMA YOLLARI:

Şarbon basilleri insan vücuduna deriden temas yoluyla veya solunum ve sindirim yoluyla bulaşırlar. İnsandan insana bulaşma nadirdir. En sık görülen şekli deri şarbonudur. Deri şarbonu bulaşık saç, tüy ve yünlere temas yoluyla bulaşabilir. Solunum ve sindirim yoluyla bulaşmaya daha az rastlanır. Sindirim yolu ile bulaşma sporlar vasıtasıyla olur. Ot yiyen hayvan türleri ve bunlardan elde edilen ürünler bulaşmaya neden olabilir. Mikrop sporları su, yağmur ve rüzgarlarla çok uzaklara yayılabilir.

KULUÇKA SÜRESİ:

1-7 gündür. 10 güne kadar uzayabilir.

HASTALIK BELİRTİLERİ:

Deri şarbonunda daha çok vücudun çıplak yerlerinde oluşan çevresi kızarık kabartılar, sonradan içi sarı veya kanlı sıvı ile dolu kara çıbanlara dönüşür. Sızıntı ve siyah kabuklar oluşur.

Hafif vakalarda ateş olmayabilir. Ağır vakalarda yorgunluk, baş ve eklem ağrıları, orta dereceli ateş, hatta kusma ve kanlı ishal görülebilir. Çok ağır vakalarda hastalığın birinci haftası sonunda veya ikinci hafta başında hasta ölebilir.

Akciğer şarbonunda yüksek ateş, nefes darlığı ve morarma, halsizlik, öksürük, kanlı ve pis kokulu balgam, boyun ve göğüs derisi altında ödemler ve kollaps görülür. Bir veya birkaç gün içinde ölümler olabilir.

Sindirim sistemi şarbonunda şiddetli ve bazen kanlı kusmalar, karın ağrıları, şişkinlik ve kanlı ishal görülür. 2-3 gün içerisinde barsak delinmesiyle şekillenen peritonit veya kollaps sonucu hasta kaybedilebilir.

Tedavi edilen vakalarda ölüm %1 düzeyindedir. Buna karşılık tedavi edilmeyen vakalarda ölüm çok yüksek oranlardadır.

TANI YÖNTEMLERİ:

Hastalık için temel tanı klinik seyir ile konur. Laboratuvarlarda mikroorganizmanın izole edilmesi tanıyı kesinleştirir. PCR yöntemi ile mikroorganizmanın genetik materyali saptanarak hızlı tanı konulabilir.

TEDAVİ

Penisilin, tetrasiklin, kloramfenikol, eritromisin ve sulfonamidler tedavide kullanılabilecek ilaçlardır. En yüksek başarı penisilinlerle elde edilmektedir.

KORUNMA:

Bulaşmayı önleyecek tedbirler alınmalıdır. Solunum maskeleri kullanılması, tehlikeye maruz insanların aşılanması yararlıdır. Bulaşık yerlerin ve malzemelerin uzun ve etkili dezenfeksiyonu gereklidir. Bulaşan yerlerin ve malzemelerin uzun ve etkili dezenfeksiyonu gereklidir. Bulaşan yerler sabunlu krezol, kireç kaymaklı su veya kostik soda ile ıslatılıp bu şekilde 1-2 saat bırakılmalıdır. Kaynama sırasında sporlar 10 dakika dayanabilmektedir.

ŞARBON SABOTAJI NASIL OLABİLİR?

· Uçaklardan aerosol tarzında püskürtme ile,

· Özellikle bakterinin sporları sulara bulaştırılarak,

· Enfekte edilmiş hayvanlar ve bunların ürünleri ile,

· Mikroorganizma sporları bulaştırılmış cisimlerle,

· Havalandırma sistemleri ile.

ŞÜPHELİ PAKET VE POSTALAR İÇİN İPUÇLARI:

· El yazısı ile veya anlaşılmaz şekilde yazılmış adresler,

· İade adresi bulunmazyan zarflar,

· Gerçekçi olmayan iade adresleri,

· Ağırlık-büyüklük arasında orantısızlık

· Yağlı damga, renk bozuklukları veya kötü koku,

· Alüminyum folyo veya hışırtı sesi

· Nereden geldiği belli olmayan veya iade adresi ile tutarsız damgalar

ŞARBON ŞÜPHELİ BİR PAKETLE KARŞILAŞINCA YAPILMASI GEREKENLER:

· Şüpheli paketi sallamayın veya boşaltmayın,

· Paketi plastik bir ambalaj veya benzeri bir kutuya koyun,

· Bu kutuya temas etmemeye gayret edin ve çevrenizdekileri bu hususta uyarın,

· Kutuyu düşmeyecek, devrilmeyecek bir yere koyun, odayı boşaltın, güvenliğe haber verin,

· Ellerinizi bol sabunlu su ile yıkayın,

· Paketi dokunanların bir listesini çıkartın, bu listeyi güvenliğe ve olayı değerlendirecek sağlık ekibine verin.

ŞARBON ŞÜPHELİ TOZLA KARŞILAŞINCA YAPILMASI GEREKENLER

· Tozu temizlemek için uğraşmayın. Üstünüzü silkelemeyin. Tozun havalanmasına engel olun,

· Çalışan klima, havalandırma ve vantilatörleri durdurun,

· Paketi plastik bir ambalaj veya benzeri bir kutuya koyun,

· Bu kutuya temas etmemeye gayret edin ve çevrenizdekileri bu hususta uyarın,

· Kutuyu düşmeyecek, devrilmeyecek bir yere koyun, odayı boşaltın, güvenliğe haber verin,

· Ellerinizi bol sabunlu su ile yıkayın,

· Elbiselerinizi bir an önce üzerinizden çıkartın ve plastik bir torbaya koyun,

· Bol su ve sabunla duş alın,

· Paketi dokunanların bir listesini çıkartın, bu listeyi güvenliğe ve olayı değerlendirecek sağlık ekibine verin.

HAVALANDIRMA İLE SABOTAJ ŞÜPHESİNDE YAPILMASI GEREKENLER:

· Havalandırma sistemlerini kapatın

· Odayı hızla terk edin, kapıyı kapayın ve insanların girmesini engelleyecek uyarıları koyun,

· Güvenliğe haber verin, merkezi sistem havalandırmalar için kontrol merkezini haberdar edin,

· Sabotaja maruz kalmış olabileceklerin bir isimlerini belirlemeye çalışın, bu listeyi güvenliğe ve olayı değerlendirecek sağlık ekibine verin


SARKOIDOZ


Sarkoidozun nedeni bilinmemektedir. Vücudun deri, göz, çevresel sinirler, karaciğer, lenf düğümleri ve kalp de dahil hemen hemen her tarafını etkileyebilir, ancak vakaların %90 ında akciğerleri etkiler.

Belirtiler

- Hiç belirti olmayabilir

- Genel kırgınlık

- Ateş

- Nefes darlığı, özellikle egzersiz sırasında

- Kilo kaybı

Sarkoidoz bağışıklık sistemini de tutuyor gibi görünmektedir. Vücudunuzu hastalıklardan koruyan akyuvarların bir tipi olan yardımcı T lenfositler aşırı çalışarak dokularda iltihap hücrelerin birikmesine neden oluyor gibi görünmektedir. Akciğerlerde bu hücre birikimi, alveol (akciğerdeki küçük hava torbacıkları) duvarlarına, bronşlara ve kan damarlarına zarar vererek akciğerdeki normal oksijen dağılımını değiştirir.

Sarkoidoz kadınlarda erkeklerden daha sık görülür. Nadir olarak çocuklarda ve yaşlılarda da görülmesine rağmen, hastaların çoğu 20 ile 40 yaş arasındadır.

Teşhis

Sarkoidoz, özelikle beden hareketleri sırasında ve sonrasında genel bir yorgunluğa, ateşe ve nefes darlığına neden olabilir. Bununla billikte, özellikle hastalığın erken döneminde belirti vermeyebilir. Çoğu kez başka bir nedenle akciğer filmi çektirilirken sarkoidozun varlığından kuşkularıılır. Teşhisi doğrulamak için fiberoptik bir bronkoskopla akciğer dokusundan biyopsi ile örnek alınır (laboratuvarda incelemek amacıyla alınan doku örneği). Bazen bu dokularda tutulursa, deri, lenf düğümü, göz akında da biyopsi yapılır. Ara sıra kan kalsiyum düzeyi normalden yüksek bulunur.

Sarkoidoz genellikle yavaş seyirli bir hastalıktır. Hastaların çoğu tedavi yapılmadan tam olarak iyileşirler ya da yalnızca birkaç hafif belirti kalır. Ancak, hastaların % 10-15inde hastalık kronikleşir ve yıllar boyu aktif olarak kalır ya da ara sıra hastalık nöbetleri ortaya çıkar. % 5-10 da, sarkoidoz yıllar sonra ölüme neden olur.

İlaç tedavisi

Eğer ciddi şikayetleriniz var ya da hastalık 4-6 ay içinde kendiliğinden iyileşmediyse doktorunuz kortikosteroid ilaçlar verebilir.


SARS : CİDDİ AKUT SOLUNUM YOLU SENDROMU


Dünya Sağlık Örgütü’nün ‘dünya çapında bir sağlık tehdidi’ olarak ilan ettiği, akut solunum yolu yetersizliği sendromu (SARS=Serious Acute Respiratory Syndrome) adı verilen gizemli hastalık, nedenini belirleyerek yayılmasını kontrol etmeye ve hayat kurtarmaya çalışan araştırmacıların aklını karıştırıyor.


SARS nedir?


SARS yakın zamanda Asya’da, Kuzey Amerika’da ve Avrupa’da görüldüğü bildirilen bir solunum yolları rahatsızlığıdır.


Akut solunum yolu yetersizliği sendromunun (SARS) semptomları nelerdir?


Hastalık genellikle ateşle başlar (38 derecenin üzerinde). Ateşe zaman zaman titreme ya da baş ağrısı, genel bir rahatsızlık hissi ve vücutta ağrılar da dahil olmak üzere başka belirtiler eşlik eder. Bazı kişilerde, hastalığın başlangıcında solunum yollarıyla ilgili hafif belirtiler de görülebilir.


SARS hastaları iki ila yedi gün arasında, kuru bir öksürüğe tutulabilirler. Bu duruma kana yeterince oksijen gitmemesi eşlik edebilir ya da durum o noktaya varabilir. Vakaların %10 ila %20’sinde, hastaların yapay yollardan solunuma gereksinimleri olacaktır.


SARS’a maruz kalırsam, hasta olmam ne kadar sürer?


SARS’ın kuluçka dönemi genellikle 2 ila 7 gündür; öte yandan, birbirinden ayrı haberlere göre, yumurtlama dönemi 10 güne kadar uzayabilir.


SARS hastalarına nasıl bir tıbbi tedavi tavsiye edilmektedir?


CDC (Communicable Disease Center- Bulaşıcı Hastalıklar Merkezi) halen SARS hastalarının, bilinmeyen bir nedene dayalı, topluluk içinde bulaşan, tipik olmayan, ağır zaatürreye yakalanmış her hastaya uygulanan tedavinin aynısını görmelerini tavsiye ediyor. SARS hastalarında sayısız tedavi yöntemleri kullanıldı, ancak şu anda bunun yararını görüp görmediklerni anlamak için yeterli bilgi mevcut değil.


Uygulandığı belirtilen tedavi yöntemleri arasında, antibiyotikler önde geliyor. Tedavilerin arasında oseltavimir ya da ribavirin gibi antiviral ajanlar da yer alıyor. Sterodiler de oseltavimir ya da ribavirinle birlikte ağızdan ya da damar yoluyla hastalara uygulanıyor.


SARS nasıl yayılıyor?


SARS’ın temel yayılma yolu, görünüşe bakılırsa damlacıkların aktarılması. Yani SARS hastası olan biri öksürerek ya da hapşırarak havaya damlacıklar saçması ve başka birinin onları soluması yoluyla yayılır.


SARS’ın hava yoluyla ya da virüsün bulaştığı nesnelerden daha geniş çapta yayılması mümkün.


SARS hastası olan birinin etrafındakilere bu hastalığı bulaştırması tehlikesi ne kadar sürer?


Bugüne kadar gelen bilgilere göre, bu insanların ateş ya da öksürme gibi belirtiler sergilemeye başladıkları zaman, hastalığı bulaştırma olasılıkları en yüksektir. Öte yandan, SARS hastalarının, semptomların başlamasından ne kadar zaman önce ya da sonra, hastalığı diğerlerine bulaştırdıkları bilinmemektedir.


SARS’a yakalanma riski en yüksek olanlar kimlerdir?


SARS vakalarının, öncelikle hastalığı taşıyan biri ile doğrudan temas halinde olan, örneğin SARS hastasının aile fertleri ya da SARS hastasına bakarken enfeksiyon kontrol süreçlerini takip etmeyen sağlık görevlileri gibi insanlar arasında görüldüğü bildirilmektedir.


SARS’ın nedeni nedir?


CDC’de ve başka laboratuvarlardaki bilim adamları SARS hastalarında bundan önce bilinmeyen bir koronavirüs tespit ettiler. Yeni koronavirüs SARS’ın nedeni konusunda hala önde gelen varsayım olsa da, olası nedenler arasında yer alabilecek, başka virüsler de hala araştırılıyor.


Koronavirüsler nedir?


Koronavirüsler mikroskopta bakıldığında hale ya da tacı andıran bir görünüme sahip olan virüs gruplarıdır. İnsanlarda hafiften, orta ve üstü ağırlığa uzanan solunum yolu rahatsızlıklarının yaygın nedeni olan bu virüsler, hayvanlarda ise mide ve bağırsak, karaciğer ve sinir sistemi hastalıklarıyla ilişkilendiriliyor. Koronavirüsler dış ortamda üç saat gibi uzun bir süre boyunca hayatta kalabiliyorlar.


SARS için geliştirilen bir test var mı?


SARS için henüz elde hiçbir test bulunmuyor. Öte yandan, Bulaşıcı Hastalıklar Merkezi Dünya Sağlık Örgütü’yle işbirliği içinde, yeni koronavisürün antikorlarının tespit edilmesinde son derece umut vadedici görünüyor.


SARS’tan korunmak için ne Yapmalısınız?


Hastalık, akut solunum yolu yetersizliği sendromu (SARS) hastası olan birinin öksürerek ya da hapşırarak havaya damlacıklar saçması ve başka birinin onları soluması yoluyla yayılır. SARS’ın hava yoluyla ya da virüsün bulaştığı nesnelerden daha geniş çapta yayılması mümkün.


Merkezi ABD’de bulunan sağlık kuruluşu CDC (Communicable Disease Center - Bulaşıcı Hastalıklar Merkezi) hastalığın yakın temas halinde bulunulan kişilere ya da iyileşmekte olan SARS hastalarıyla ilgilenen sağlık görevlilerine bulaşmasını denetlemek amacıyla, solunum yollarındaki belirtilerin ve ateşin geçmesinden en az on gün sonra, aşağıdaki güvenlik önlemlerinin alınmasını tavsiye ediyor:


1. SARS hastaları ev dışındaki etkileşimlerini sınırlamalılar, işe, okula, evin dışındaki günlük bakım birimlerine ya da başka kamusal alanlara gitmemeliler.


2. Bu on günlük süre boyunca, SARS hastasının bulunduğu ailenin bütün fertleri ellerin sık sık yıkanması ya da alkol bazlı temizleyicilerin kullanılması gibi, el hijyeni ile ilgili tavsiyelere büyük bir dikkatle uymalılar.


3. Her SARS hastası öksürmeden ya da hapşurmadan önce ağzını ve burnunu mendille kapamalıdır. Mümkünse, SARS’ı atlatmakta olan hasta virüsün bulunmadığı insanlarla yakın temas halindeyken ameliyat maskesi takmalıdır. Hasta ameliyat maskesi takamıyorsa, evdeki diğer insanlar hastayla yakın temas halindeyken maske takmalılar.


4. SARS hastasının vücudundan çıkan sıvılarla gerçekleşecek her türlü temasta, bir kez kullanılıp atılan eldivenler tercih edilmelidir. Öte yandan, vücut sıvılarıyla teması gerektiren faaliyetlerin hemen ardından, eldivenler çıkarılarak atılmalı, eller yıkanmalıdır. Eldivenler yeniden kullanılmamalı, gerçek el hijyeninin yerine geçecekleri düşünülmemelidir.


5. SARS hastaları ailenin öbür fertleriyle yemek araç-gereçlerini, havlularını paylaşmaktan, onlarla birlikte yatmaktan kaçınmalıdır; bununla birlikte, bu eşyalar su ya da sıcak sabunla yıkanmak veya çamaşır makinesine atmak gibi rutin temizliklerden sonra kullanılabilir.


6. Ailenin diğer fertlerinin, ateş ya da solunum yolu rahatsızlıkları gibi SARS belirtileri göstermedikleri sürece, dışarıdaki faaliyetlerini sınırlamalarına gerek yoktur.


7. CDC’de görevli bir seyahat danışmanı kıta Çin’i, Hong Kong, Hanoi, Vietnam ya da Singapur’a, gerekli olmayan bir seyahat yapmayı planlayan kişilerin, seyahatlerini bir dahaki duyuruya dek ertelemelerini tavsiye ediyor.


SARS hastası olabileceğinizi düşünüyorsanız


Gizemli zaatürreye ilişkin söylentiler dünyanın her yanında gitgide yayılırken, sağlık görevlileri acil serviste ya da muayenehanelerinde, SARS’a yakalanmış olabileceklerinden korkan, endişeli ama aslında sağlıklı insanlarla, gitgide artan bir oranda karşılaşıyorlar.


Yetkililer öksürme, solunum zorluğu ve ateş gibi belirtilerin hüküm sürmekte olan soğuk algınlığı ve grip mevsiminde çok yaygın olduğunu söylüyorlar.


Ancak yakın bir tarihte Güneydoğu Asya’ya seyahat etmediyseniz ya da bu hastalığı taşıyan biriyle yakın temasta bulunmadıysanız, SARS hastası olmanız son derece uzak bir olasılık.


Dünya Sağlık Örgütü hastalığın nedeni belirlenene dek, akut solunum yolu yetersizliği vakasını, ana hatlarıyla, aşağıdaki belirtilerle tarif ediyorlar:


1. 38 derecenin üzerinde ateş


2. Şu solunum yolu belirtilerinden biri ya da daha fazlası: öksürme, nefes darlığı ya da nefes zorluğu


3. SARS hastası olduğu bilinen biri ile yakın temas ya da belirtilerin ortaya çıkmasından önceki son on gün içinde, hastalığın etkilediği alanlarda birine seyahat etmiş olmak.


Yetkililer yakın tarihte seyahat ya da hastalığı taşıyan bireylerle temasın ardından, bu zaatürre belirtilerini gösteren herkesi bir sağlık görevlisiyle temasa geçmesi, seyahatine ve temasın türüne ilişkin ayrıntıları eksiksiz olarak vermesi konusunda uyarıyor.


Sağlık görevlisi akut solunum yolu yetersizliği sendromuna maruz kalmış olabileceğinizi düşünüyorsa, hastalığın diğer olası nedenlerini elemek için daha fazla test uygulaması gerekir.


Bu gizemli zaatürreye ilişkin daha fazla bilgi elde edilene dek, yetkililer doktorların SARS’ta, zaatürrenin bilinmeyen her türünde uyguladıkları tedavileri uygulamalarını tavsiye ediyorlar.


Bulaşıcı Hastalıklar Merkezi ve Dünya Sağlık Örgütü’nün tavsiyelerine göre, SARS hastalığına yakalandığı düşünülen kişiler, standart bulaşıcı hastalık tedavisi genel ilkelerine göre, hastaneye yatırılmalı ve diğer hastalardan tecrit edilmeli

SASILIK

kezban62:
TALASEMI (AKDENIZ KANSIZLIGI)


Eski çağlarda Akdeniz çevresindeki bölgelerde ortaya çıkan ağır bir kansızlık türü kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze değin ulaşmıştır. Akdeniz kansızlığı olarak bilinen bu hastalığın öbür adı olan talasemi, Yunanca da "deniz" anlamına gelen bir sözcükten türetilmiştir.

HASTALIĞIN KALITSAL NİTELİĞİ

Akdeniz kansızlığının çeşitli biçimleri anne ya da babadan genler yoluyla çocuğa aktarılır. Doğumsal hemolitik sarılıkta, yani alyuvarların parçalanması sonucu ortaya çıkan sanlıkta olduğu gibi ana baba normal kalıtsal özelliklerle birlikte hastalık taşıyan genleri de çocuğa aktarır. Alyuvarlara ilişkin kalıtsal bir hastalığın söz konusu olduğu bu durumda erişkinin hemoglobin yapımında bozukluk vardır.

Elektroforez yöntemiyle sağlıklı kişilerin taşıdığı dört hemoglobin tipi saptanabilir. Alyuvarlarda değişik oranlarda bulunan bu dört hemoglobin molekülü içerdikleri protein yapısındaki farklılıklar nedeniyle birbirlerinden ayrılır. Hemoglobinin uluslararası simgesi Hh; dört tipinin ise Hb A1, Hb A2, Hb A3 ve Hb F dir. Hb A1 bütün hemoglobinlerin yüzde 97 sini oluşturur. l-lb A3 olasılıkla erişkin kanında yıkıma uğramış A1 hemoglobininden kaynaklanır. Hb F ya da dölüt (fetüs) hemoglobini yenidoğanın kanında yüzde 80 oranında bulunur. Bu oran 1 yaşında yüzde 1 e düşer.

Normal protein zincirlerinden farklı protein zinciri içeren sıra dışı hemoglobin tipleri de vardır. Örneğin S, C, E hemoglobin tipleri sıra dışı kabul edilir ve değişik kansızlık hastalıklarında görülür. Adı alyuvarların aldığı biçimden kaynaklanan orak hücreli kansızlık bunlardan biridir.

Akdeniz kansızlığı A1 hemoglobininin iyice azalmasına bağlı bir hemoglobin hastalığıdır. Bu eksikliği gidermek için hastanın kemik iliğinde Hb A2 ve/ya da Hb E üretimi başlar. Ama bu işlem eksikliği gideremediği gibi bazen kansızlığın ağırlaşmasına yol açar. Hb A1 in kısmen üretilmesi ya da hiç üretilememesi, bu hemoglobine özgü protein zinciri yapımını denetleyen gende bilinmeyen nedenlerle bir mutasyon (değişinim) olmasından kaynaklanır. Böylece Hb A1 normal biçimde üretilemez.

Daha önce belirtildiği gibi hastalık belirtilerinin ortaya çıkması kalıtsal etkenlere sıkı sıkıya bağlıdır ve Akdeniz kansızlığı baskın kalıtsal özellik gösterir.

Hem anne, hem de babanın hastalığı taşıması durumunda çocuk hastalık yapıcı geni her ikisinden de alabilir (homozigot durum). Çok ağır bir biçimde ortaya çıkan bu olgular Cooley kansızlığı (hastalığı), talasemi majör ya da büyük Akdeniz kansızlığı olarak bilinir.

Anne ve babadan birinin hastalığı taşıdığı durumlarda, çocuk hastalık taşıyan genin yanı sıra sağlıklı anne ya da babadan hemoglobin yapımıyla ilgili sağlıklı geni de alır (heterozigot durum). Sağlıklı gen hastalıklı genin etkisini zayıflatmakla birlikte ortadan kaldıramaz. Ama hastalık belirtileri önceki durumda olduğu kadar ağır değildir. Bu durumda hastalık talasemi minör ya da küçük Akdeniz kansızlığı olarak bil mu. Akdeniz kansızlığının üçüncü ve son tipi talasemi minimadır. Bu tip belirti vermez. Hastalık ancak kan tahlilleri ile ortaya çıkarılır.

Yukarıdaki sınıflama daha çok kuramsal bir önem taşır. Gerçekte Akdeniz kansızlığı tipleri, hastalıktan sorumlu anormal genin değişik biçimlerde etkisini göstermesinden kaynaklanır.

GÖRÜLME SIKLIĞI

Geziler, göçler ve değişik bölgelerden insanlar arasındaki ilişkilerin yoğunlaşmasıyla Akdeniz kansızlığı Akdeniz bölgesinin dışına da yayılmıştır. ABD ve Kuzey Afrika da Akdeniz kansızlığı olgularına rastlanmaktadır. Ama bu hastalık. özellikle bazı bölgelerde daha sık görülür. Örneğin İtalya nın kuzeyindeki Ferrara bölgesi, Po Irmağı havzası, Sardinya ve Sicilya da görülme sıklığı oldukça yüksektir. Bu coğrafi dağılımın nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bazı araştırmacılara göre hastalık Eski Yunan kentlerinde ortaya çıkmış, daha sonra Avrupa, Afrika ve Asya ya yayılmıştır.

Akdeniz kansızlığı her yaşta ve her iki cinste de görülür. Kalıtsal özelliği nedeniyle genellikle erken yaşlarda ortaya çıkar. Eskiden çeşitli nedenlere bağlanmasına karşın, artık kalıtsal bir hastalık olduğu kesinlik kazanmıştır. Bununla birlikte hastalığın seyri ve yayılımı çevre koşullarından da etkilenmektedir. Bu yönüyle Cooley hastalığı ile sıtma arasında bir bağlantı kurulabilir.

Sıtma potansiyeli yüksek olan bölgelerde sıtma olgularında düşüş görülmektedir. Bu olay sıtma etkeni olan Plasmodium cinsi tek hücreli asalağın yalnız sağlıklı alyuvarlarda çoğalabilmesiyle açıklanır. Sağlıklı kişiler sıtma etkeniyle karşılaştıklarında sıtmaya yakalanırlar. Ama Akdeniz kansızlığı olan hastalar sıtma salgınlarından etkilenmezler. Eskiden sıtma, ağır durumlar dışında, Akdeniz kansızlığından daha tehlikeli bir hastalıktı; Akdeniz kansızlığına yakalananlar sıtmaya yakalanmaktan kurtulurlar ve daha uzun yaşama şansına sahip olurlardı.

Akdeniz kansızlığında alyuvarların ilk yapım aşamasında oluşan bozukluk, kanda normalden daha küçük, ortalama yaşama süresi azalmış, damla ve kalp gibi değişik biçimlerde alyuvarların belirmesine yol açar. Hastalığın seyri sırasında alyuvarların bu biçim ve işlev bozuklukları sonucu kansızlık, ayrıca dalak büyümesi, kemiklerde yapı değişiklikleri ve aşağıda sıralanan başka kansızlık belirtileri ortaya çıkar.

AKDENİZ KANSIZLIĞINA EŞLİK EDEN BAŞKA ALYUVAR HASTALIKLARI

Hemoglobinin globin bölümünü oluşturan polipeptit zincirlerinden bir çifti a (alfa), öbür çifti ß (beta) olarak adlandırılmıştır. Akdeniz kansızlığı ß zincirindeki yapım bozukluğundan kaynaklanır. Bu nedenle Akdeniz kansızlığının üstün tipleri ß talasemi (beta-talasemi) olarak da bilinir. a zincirinde ortaya çıkan bozukluklar ise Akdeniz kansızlığından ayrı olarak a-talasemi (alfatalasemi) adı altında toplanır. ß talasemiler başka alyuvar hastalıklarıyla birlikte görülebilir. Hemoglobin ya da enzim bozukluklarıyla ilişkili olabilen bu hastalıklar ancak kanın biyokimyasal incelemesi sonucunda ayırt edilebilir. Akdeniz kansızlığının öbür hastalıklarla ilişkisi her zaman olumsuz sonuç vermez. Örneğin, alfa-talasemi Cooley hastalığının belirtilerini hafifletir. Öte yandan heterozigot 13 talasemi ile Hb S hemoglobin bozukluklarının birlikte görülmesi daha ağır sonuçlar doğurur.

TEDAVİ VE KORUNMA

Küçük Akdeniz kansızlığı (talasemi minör) daha hafif bir hastalıktır. Hastanın yaşam süresi uzundur; hasta normal yaşamını sürdürebilir. Ama bu durumdaki kişiler, aynı gen bozukluğu bulunan taşıyıcılarla evlenmemelidirler. Böyle bir evlilikte, anne ve babanın Cooley hastalığına yol açacak genleri çocuğa aktarma olasılığı yüzde 25 tir.

Büyük Akdeniz kansızlığı (talasemi majör) olan çocuklarda ise yaşama olasılığı oldukça düşüktür. Ortalama yaşam süresi azalmıştır ve sağlık durumları kötüdür. Bu hastalığın da ağır ya da daha hafif seyreden biçimleri vardır. Cooley hastalığında kansızlık yalnızca kan nakliyle denetim altında tutulabilir. Verilecek kan miktarı duruma ve hastaya göre belirlenir. Bu tedavide amaç hemoglobin miktarını 100 mililitre kanda 10 gram dolayına çıkarmak ve bir süre bu düzeyde tutmaktır. Bu değer yüksek olmamakla birlikte, küçük hastaların organizma gereksinimleri için yeterlidir.

Küçük yaşlarda uyarlanma mekanizmalarının iyi olması sayesinde hastalar normalin altında hemoglobin miktarı ile yaşayabilirler. Kan naklinde dikkat edilecek nokta, uygulamanın yalnız gerekli olduğunda yapılmasıdır. Bu hastalarda demir düzeyi yüksek olduğundan, gereğinden çok kan nakli açığa çıkan demir miktarını artırır. Bunun sonucu olarak da aşırı demir, çeşitli organlarda birikme eğilimi gösterir. Günümüzde demiri bağlayıp idrarla atılmasını sağlayan maddelerin tıpta kullanıma girmesiyle bu tehlike önemli ölçüde azalmıştır.

Alyuvarların yaşam süresinin çok kısaldığı, kan nakline karşın kansızlığın giderilemediği durumlarda dalak çıkarılır. Bu girişimin sonuçlarını değerlendirmek zordur. Cerrahi girişim zamanla kan nakli sıklığının azalmasını sağlar.

Bu hastalıkta kesin iyileşme beklentisi olmasa da büyük Akdeniz kansızlığına yakalanmış çocuklarda uzun ve zor tedaviyi yürütmek bir görevdir. Zeki ve duyarlı olan bu çocukların rahat edecekleri ve normal yaşamlarını sürdürecekleri koşullar hazırlanmalıdır.

TALASEMI MAJOR (COOLEY KANSIZLIGI)


Bu hastalık sorumlu genin hem anne, hem de babadan, yani homozigot olarak geçmesiyle oluşur. Akdeniz kansızlığının en ağır belirtiler veren tipidir.

Yapılan incelemelerde anne ve babanın kanında talasemi minör ya da talasemi minimaya özgü hemoglobinler saptanarak hastalığın kalıtsal temeli açıkça ortaya çıkarılır.

Hastalık hemen her zaman çocukluk evresinde görülür. Yaşamın ikinci altı ayında tanı konabilmekle birlikte hastalık ilk iki ya da üç yaş içinde açık belirtiler vermeden yavaş yavaş gelişir. Kendini kötü hissetme durumu, hafif üşütme ve diş çıkarma gibi olaylarla ilgili ya da nedensiz ortaya çıkan hafif ateş yükselmeleri biçiminde belirtiler baş gösterir. Ana ve baba oldukça erken evrede bebeğin gittikçe solduğunu ve deri renginin sanlıkta olduğu gibi sarımtırak bir renk aldığım fark ederler. Bebekte iştahsızlık başlar ve büyüme yavaşlar.

Bu noktada hekim hastayı gözleyerek sarımtırak deri rengine ek olarak tanıya yardımcı başka önemli ve tipik belirtileri saptar. Bu belirtilerden biri dalak büyümesidir. Hastalıklı alyuvarların yıkıma uğradığı yer olan dalak, aşın çalışarak iyice genişler.

Karaciğer de büyümüştür ve karın, büyüyen bu iki organ nedeniyle şişerek, dışarı fırlamıştır. Bu durum ince bacaklarla belirgin bir zıtlık yaratır. İskelet yapısında ortaya çıkan değişiklikler ve kemik lezyonlarının da etkisiyle Akdeniz kansızlığına yakalanan çocukların görünümü ayırt edici bir biçim kazanır. Kan hücrelerinin yapılma yeri olan kemik iliği, yıkıma uğrayan alyuvarların eksikliğini karşılayabilmek için aşın miktarda çalışarak alyuvar üretir. Böylece kemik iliği aşırı çalışmaya bağlı olarak genişler, kemikler incelir ve kırıklar oluşabilir.

Uzman bir gözün bebeklerde hemen tanıyacağı bu fiziksel gelişme zamanla daha da belirginleşir. Kafatası genişleyerek köşeli bir görünüm kazanır. Burun basıklaşır ve burun kanatları genişler, burun kökü çöker, elmacık kemikleri çıkıklaşır, gözler çekikleşir.

İskelet filminde kalça, kol ve bacaklarda kemik dokusunun inceldiği, kafatası filminde kemiklerin fırça" biçimini aldığı görülür.

Cooley hastalığına kesin tanı koymada kan tahlillerinin büyük önemi vardır. Hastada kansızlık belirgindir. 1 milimetreküp kandaki alyuvar sayısı genellikle 3 milyonu aşmayan düzeydedir (normal değer 1 milimetreküpte 5 milyondur).

Ama asıl önemli olan dolaşımdaki hemoglobin miktarının azalmasıdır. Normalde 100 mililitre kanda yaklaşık 15 gram olması gereken hemoglobin miktarı, Cooley hastalığında çok azalarak 4 gramın altına düşer. Buna ek olarak fetal hemoglobin (Hb F) önemli ölçüde artarak dolaşımdaki hemoglobinlerin tamamına yakın bölümünü oluşturur.

Lam üstüne yayılan bir damla kan, mikroskopta incelendiğinde alyuvarların küçük, garip biçimli (damla, virgül, kalp, halka, yüzük vb) ve az miktarda hemoglobin içermesi nedeniyle hemen hemen saydamlaştığı açıkça görülür.

Aşırı alyuvar parçalanması sonucunda plazmada ayrışan demir ve bilirubin gibi hemoglobin ürünlerinin düzeyi yükselir. Bu, hafif sarılığa (subikter) yol açar.

Akdeniz kansızlığına yakalanan küçük yaşlardaki hastaların bu duruma oldukça iyi uyum sağladığı söylenebilir. Kansızlık belirginleşene değin hastalar normal yaşamlarım sürdürürler. Ama hastalık sürekli ilerler ve özellikle ilk yıllarda başlamışsa çocukluk yaşında ölüm oram oldukça yüksektir.

Hastalığın çok erken ortaya çıkmadığı durumlarda eşeysel gelişim de etkilenir. Boy ve kilo gelişimi durur. Kıllanma ve ses kalınlaşması gibi ikincil eşeysel özellikler gelişemez. Sonuçta ortaya enfantilizm (çocuk olarak kalma) olgusu çıkar. Genel durumda ve kan sayımında görülen belirgin bozukluğa karşın, hastaların ruhsal ve zeka gelişimlerinde gerileme yoktur. Hatta bu çocukların normalin üstünde bir zekası ve zengin bir iç dünyası olabilir.

TATARCIK HUMMASI (TATARCIK HASTALIGI)


Tatarcık humması, akut, hafif seyirli, enfekte kişide sınırlı bir gelişimi olan ve tatarcık sineği ısırmasıyla bulaşan virüs etkenli bir hastalıktır. İnsanlar dışında bu virüslerin hastalığa neden olduğu başka bir canlı türüne rastlanmamıştır. Orta Doğuda tarla farelerinin ara konakçı olduğu düşünülmektedir. Akdenize kıyısı olan ülkelerde, Balkanlarda, Afrika nın doğu kesimlerinde, Rusya ve Orta Asya ülkelerinde, İran, Irak, Pakistan, Hindistan, Panama, Brezilya ve Trinidad adalarında görülür. Panama ve Brezilya daki olgular genellikle salgın şeklinde değildir ve daha çok ormanla ilişkisi olan insanlarda rastlanmaktadır. Görevli veya turist olarak Kıbrısa gidenlerde sık olarak görülür. Halk arasında Tavuk Hastalığı olarak da bilinir.

Tatarcık hummasının Phlebotomus papatasii ile bulaşan bir virüs hastalığı olduğu 1909 da bildirilmiştir. Tatarcık hummasının etkeni Arbovirüs ailesinden olan bunyavirüs grubundan bir RNA virüsüdür. Tatarcık humması 20 - 45 kuzey enlem dereceleri arasındaki endemik bölgelerde ve vektör phlebotomusların bulunduğu ülkelerde görülür.

Tatarcık Sinekleri (Flebotom)

Tatarcık sinekleri; tropikal bölgelerde yıl boyunca hastalık bulaştırabilirlerken, daha soğuk iklimlerde sadece sıcak aylarda etkilidirler. Orta Doğu ve Orta Asyada hastalık sıcak ve kurak aylarda (yaz veya sonbahar ayları) gözlenir ve insanlara enfekte tatarcık sineklerinin (phlebotomus papatasii) ısırmasıyla bulaşır.

Tatarcık sinekleri; sadece bir kaç milimetre boyunda olan sinekçiklerdir. Sadece dişi tatarcıklar insanları ısırır. Isırılan kişi eğer allerjik bir yapıya sahip değilse ısırılan yerde ağrı hissetmez ve lokal irritasyon görülmez; ısırılanların sadece % 1 lik kesimi ısırıldığının farkına varmaktadır.

Tatarcık sineği geceleri beslenir, gündüzleri karanlık yerlerde bulunur (duvar çatlakları, mağaralar, evler ve ağaç kovukları). Yumurtlama kan emdikten bir kaç gün sonra olur. Yumurtaların kanatlı tatarcıklar haline gelmesi için yaklaşık 5 haftalık bir süre gereklidir. Yetişkin bir tatarcık sineği sıcak ortamda bir kaç hafta yaşar.

Flebotomların hastalardan kan emerek virüs almaları, hastalık belirtilerinin başlamasından iki gün evvel ile hastalık belirtilerinin kaybolmasından 24 saat sonrası arasında olur. Bu süre dışında hastalardan kan emen dişi flebotomlar enfekte olmazlar. Tatarcıklar kan emdikten 6 - 10 gün sonra bulaştırıcı olurlar ve ömürleri boyunca bulaştırıcı kalırlar. Virüs, yumurta ile bir nesilden diğerine geçer.

Bu sinekler zemine yakın yerlerde bulunduğundan ve 3-4 m. yüksekliğe uçamadıklarından büyük binalarda hastalık daha çok alt katta oturanlar arasında görülmektedir. Uçuş menzilleri 100 metreyi geçmez.

Gündüz dinlenir, gece uçarlar. Dişi tatarcıklar yumurtalarını kaya diplerine, ağaç kovuklarına, organik maddelerden zengin nemli ve gevşek topraklara bırakırlar. Doğada tatarcık yumurtalarını, larva ve pupalarını bulmak çok güçtür.

Deri içi veya ven yoluyla aşılanan insanların %5 kadarı infeksiyona tutulmamakta, % 50 - 75 inde ise hastalık belirtileri ortaya çıkmamaktadır.

Belirtiler

Tatarcık sineğinin ısırdığı insanlarda, ısırığın olduğu yerdeki deride kaşıntılı kabarıklıklar oluşur ve 5 gün kadar devam eder. 3 - 6 günlük bir inkübasyon dönemini takiben hastalık aniden ortaya çıkar. Ateşin ortaya çıkışından 24 saat önceki ve 24 saat sonraki periyotta kandan virüs elde edilebilir.

Hastalık genel olarak birdenbire, titreme veya ürpermelerle ateşin yükselmesi şeklinde başlar, bazı hallerde önceden kırıklık, başdönmesi, bacak ve karında anormal hisler olabilir. Başlangıçta veya daha sonra baş ağrısı, gözlerde yanma, göz arkasında göz hareketleriyle ortaya çıkan ağrılar, ensede ve sırtta sertlik, oynaklarda ve taraflarda ağrılar, tat alma duyusunda değişiklikler, iştahsızlık, bulantı, kusma, kabızlık veya sürgün, boğazda ağrı, burun kanaması, baş dönmesi olabilir. Damakta küçük veziküller görülebilir ve maküler veya ürtikeryal döküntüler gelişebilir.

Ateş, 39 - 40 oC ye kadar yükselebilir. Genellikle ateş 2 - 4 gün kadar sürer (3 gün ateşi) ve bol terleme ile düşer; ancak ateş, 1 - 9 gün de sürebilir. Bazen ateş düştükten sonra kısa süren bir yükselme de görülebilir. Nabız yavaşlar. Tatarcık hummasında yüz ve boyun kızarmıştır. Gözde konjuktivadaki kanlanma ucu korneaya varan bir üçgen şeklinde dikkati çeker, fotofobi ve gözde yaşarma olabilir. Ağızda yumuşak damakta ve yutağın arka cidarında kanlanma olabilir. 2 - 12 hafta içerisinde hastaların % 15 inde ikinci bir atak gelişmektedir.

Nadiren splenımegali gelişir, lenfadenopati gözlenmez. Ateşin ilk günü kanda lökosit sayısı normaldir, lenfositler azalabilir ve nötrofillerin sola sapması ile gençlerin çoğalması görülebilir. Ikinci veya üçüncü günler kanda lökopeni polinukleoz yerleşir. Hastalığın sonunda veya iyileşme sırasında lökopeni belirgindir.

Diğer arbovirüs enfeksiyonlarında olduğu gibi tatarcık humması da aseptik menenjitle ilişkili olabilir.

Hastalık kendiliğinden iyi olur, ölüm bilinmemektedir.

İyileşme sırasında ateş ve belirtiler depreşebilir, geçici depresyonlar görülebilir.

Laboratuvar

Beyaz küre sayısındaki değişiklikler hastalıktaki tek pozitif laboratuvar bulgusudur. Düzeldikten 5 - 8 gün sonra lökositlerdeki değişiklikler tamamen normale döner.

Tanı genellikle klinik bulgular ve bölgesel bilgiler ışığında konur. Serumda antikor titresinde artış saptanabilir.

Bağışıklık

Bağışıklık tipe özgüdür ve bu bağışıklık en az iki yıl devam eder. Hastalığın endemik olduğu bölgelerde virüsün 20 kadar alt tipi vardır fakat bunlardan yalnızca 5 i hastalık yapıcıdır. Endemik bölgelerde hastalık çocukluk çağında geçirilir ve bir bağışıklık meydana gelir. Bu bölgelere gelen bağışıklığı olmayan yabancılar mesela askerler ve turistler sıklıkla bu hastalığa yakalanırlar.

Tedavi ve Korunma

Hastalık ilerleyici değildir ve özel bir tedavi gerektirmez. Şikayetlerin tedavisi, yatak istirahati, uygun sıvı verilmesi ve aspirin ile analjezi önerilebilir.

Hastalar, tatarcık geçirmeyen bir cibinlik içinde yatmalıdırlar. Insektisitlerle tatarcıklara karşı savaş çok etkilidir.

Kontrol

İnsektler arasında mücadelesi güç olanlardan birisi de tatarcıktır. Endemik bölgelerde geceleri ilaçlama yapılmalı ve yaşanılan mekanların çevresine kalıcı insektisid atılmalıdır.

Metrekare başına 2 gr DDT, 600 mg Dieldrin veya 1 gr organik fosforlu herhangi bir insektisit kullanılabilir. Tatarcık sinekleri klorlu hidrokarbon içeren insektisidlere karşı çok hassastırlar. Amerika, Avrupa ve Asya nın bazı ülkelerinde 900 - 2700 mg / m2 kalıcı DDT uygulanmasının 1 - 2 yıl kadar etkili olduğu gözlenmiştir.

Bodrum gibi kapalı yerlere insektisit tatbikatında BHC veya DDVP gibi fumigan olan insektisitler kullanılmalıdır. Bunlardan ayrılan kristaller bütün ortamı etkilerler.

TENYA (SERIT)


Şerit hastalığı olarak da adlandırılabilecek olan taenia enfestasyonu parazit adı verilen küçük canlılarla meydana gelen ve genelde sindirim sistemini tutan bir durumdur. Tenyalar, az pişmiş veya çiğ et (tenya bulunan) yemekle bulaşır. Sığırlar genelde Taenia saginata bulaştırırken, domuzlar taenia solium taşıyıcısıdırlar. Tenyalar segmentli yani boğumludurlar. Her boğum yumurta üretebilme kapasitesine sahiptir.
Dünya genelinde son derece yaygın bir durumdur.

Sığır Tenyası (Taenia saginata)

Etle alınan tenya larvaları (olgunlaşmamış tenyalar) insan barsaklarında olgun hale gelebilirler ve boyları 4-6 metreye ulaşabilir.

Tenya hastalığı genelde her hangi bir belirtiye neden olmaz. Kişi kendisinde tenya olduğunu genelde dışkısında tenyaları görünce fark eder, özellikle de hareketli parçacıkları.

Nadiren karın üst bölgesinde ağrı, ishal, bulantı, kilo kaybı görülebilir. Bazen apendiks, safra kanalları ve pankreas kanalında tıkanıklığa neden olabilirler.

Dışkıda parazitin yumurta ve boğumlarının görülmesi ile tanı konur. Taenia saginata nın hareketli parçaları dışkıda görülebilir. Parazit yumurtalarını makat civarında toplayabilmek amacı ile kullanılan selofan bant yöntemi ile %85-95 hastada tanı konulabilir.

Tenya hastalığı, ilaçlarla ve genelde tek doz kullanılarak tedavi edilebilir. En çok kullanılan ilaç niclosamide etken maddeli ilaçlardır.


Domuz Tenyası (Taenia solium)

Uzunluğu yaklaşık olarak 5 metre civarındadır. Ülkemizde yaygın olmamakla birlikte dünyada çok yaygındır.

Sığır tenyasından farklı olarak beyin, kalp, göz, akciğer, cilt altı ve kaslarda kist oluşumuna neden olabilirler: Domuz tenyası bulunan yetişkinler ve çocuklar eğer yeter derecede hijyene dikkat etmezlerse, dışkılama sonrası elleri ile makattaki yumurtaları alarak yutarlar. Bu yumurtalar barsaklara ulaştığında içlerinden larvalar çıkar ve dokulara geçerek kister oluştururlar. Eğer larvalar beyne ulaşırsa epileptik ataklar (havale ?) ve diğer sinirsel problemlere neden olabilirler. Bu duruma cysticercosis adı verilir.

Diğer belirtiler sığır tenyasında olduğu gibidir.

Dışkıda yumurta ve larvaların görülmesi ile tanı konabilir. Ayrıca radyolojik incelemelerde kistler görülebilir. Cilt altındaki şişliklerden yapılan biyopsi ile de tanı konulabilir.

Tedavide tek doz niclosamide kullanılır. Kist oluşan durumlarda tedavi cerrahidir.

Balık Tenyası (Diphyllobothrium latum)

Bazı tatlı su balıkları ve som balığı Diphyllobothrium latum adı verilen tenya bulaştırabilirler. Genelde tuzlanmış, çiğ veya iyi pişmemiş balık eti ile bulaşır.

Bunların uzunlukları 3-10 metre uzunluğunda olabilir.

Bu parazitler barsağa tutunurlar.

Dişi parazit günde 1 milyondan fazla yumurta çıkarabilir.

Karın ağrısı, karın krampları, kusma, kilo kaybı ve Vitamin B12 eksikliği ve makrositer anemi gelişebilir.

Dışkıda bol miktarda bulunan yumurtaların saptanması ile tanı konur.

Tedavide tek doz niclosamide kullanılır.


Tenyalardan Korunma

Etlerin yeterli miktarda pişirilmesi tenya larvalarını parçalar. Tuvaletten sonra yeterli el yıkama ve daima uygun hijyen hastalığın yayılmasını önler.

TERLEME (ASIRI TERLEME = HIPERHIDROZIS)


Aşırı terleme, esas olarak ter bezlerinin aşırı aktif olmasından kaynaklanmaktadır. Terleme, vücudun aşırı sıcağı vücuttan atma mekanizmalarından birisidir. Ancak bazı insanlar diğerlerine göre daha fazla terlerler.

Aşırı terleme mutlaka bir hastalıkla ilişkili olmak zorunda değildir. Genelde şişmanlıkla ilişkilidir, çünkü fazla kilolu olanlar yürümek gibi normal aktiviteleri için bile, normal kilolulara göre daha fazla efor harcarlar. Aşırı terleme belirli ilaçlardan da kaynaklanabilir. Bazen de sistemik bir hastalığın belirtisi olarak karşımıza çıkabilir (hipertiroidi gibi).

Kendiniz aşırı terlemenizin nedenini ve tam olarak yerini bulmaya çalışın: aşırı terlemeye erhangi bir hareketiniz mi neden oluyor, veya sıcak bir ortamda iken mi diğerlerine göre aşır terliyorsunuz ? Bazen stres ve sıkıntı ile iş toplantısı gibi durumlar aşırı terlemenize neden olabilir. Eğer stres ve benzerleri neden oluyorsa, kendinizi rahatlatmanın yollarını arayın.

Kahve, çay ve diğer uyarıcı alışkanlıklardan uzak durun. Bu tür uyarıcılar apokrin ter bezlerinin (vücudun kıllı bölgelerinde bulunan ve güçlü - keskin kokulu ter üreten özel bezler) aktivitelerini arttırırlar. Kafein gibi uyarıcılar vücudu savaş durumuna hazırlarlar denilebilir, yani bedeni uyararak her tür dış etkene karşı tetikte olmasını sağlarlar, bu durum da stres ve sıkıntıyı artırır. Bol miktarda su için, çünkü terleme ile kaybettiğiniz suyu tekrar almanız gereklidir.

Vücudunuzun sempatik sistemini uyarabilecek çevresel uyaranlardan uzak durun; gürültülü ve yüksek sesli müzik, çalıştığınız işe yoğunlaşmanızı engelleyen şeyler, ve hatta sizi sinirlendiren kişiler bu gruba dahil edilebilir. Rahatlamak için kendinize bir egzersiz bulabilirsiniz, nefes alma egzersizleri gibi. Meditasyonun da faydası olabilir. Düzenli egzersiz ter bezlerinizin düzenli çalışmasına yardımcı olur.

Terleme ile günde 3 mg kadar çinko kaybedebilirsiniz. Çinko özellikle protein ve DNA sentezi ile kan, beyin ve bağışıklık siteminin düzenli olarak işleyebilmesi için gereklidir. Günde 30 mg çinko alabilirsiniz.

TETANOZ


Tetanoz normalde toprakta yaSayan bakterilerin neden oldugu bir hastaliktir. Bu bakteriler genelde hasyvan diSkisi içeren toprakta bulunabilirler. Kesik, çizik, siyrik veya bir Seyin cilde batmasi sonucunda tetanoz mikrobu kana kariSabilir. bagiSik olmayan bir insanda diken batmasi gibi ufak bir yara dahi tetanoza neden olabilir. insan her yaSta tetanoz olabilir.|Belirtiler:|onceleri baS agrili huzursuz bir devre geçirilebilir. Asil belirtiler agrili adale kramplaridir. Bunlar özellikle boyun ve çene kaslarinda görulurler. Daha sonra gövdedeki kaslar sertleSir ve kramplar oluSur. nefes almada guçluk meydana gelir. Bazen ateS olabilir. Mikrobun alinmasindan sonra 5-20 içinde belirtiler ortaya çikar. Bu durumu genellikle havale nöbetleri takip eder. Bazi insanlar bu hastaliktan ölebilir. Halen yuzde yuz etkili bir tedavisi yoktur.|ASi: Bebeklere yapilan karma aSi difteri, tetanoz ve bogmacaya karSidir. Bu aSinin yapildigi çocuklar tetanoza karSi temel bagiSiklik kazanirlar. Ancak bu bagiSiklik zamanla azalacagindan tetanoz aSisinin belirli araliklarla ömur boyu tekrarlanmasi gerekir. Herkes on yilda bir aSi olmalidir.|Yaralanma ve Isirilmalarda:|ozellikle derin, kötu bir Sekilde çizilmiS, siyrilmiS veya kirlenmiS yaralanmalarda tetanoz aSisi için bir saglik birimine muracaat edilmelidir (hayvan isiriklari, agir yaniklar veya sokak pisligi - toprak bulaSmiS siyriklarda).|ASagidaki durumlardan birisi varsa aSi olmaniz gerekir;

- Temel aSi programinin uzerinden 6 veya daha çok yil geçmiSse. - BagiSikligi tazelemek için yapilan aSinin uzerinden 5 veya daha fazla yil geçmiSse - hayatinizda hiç tetanoz aSisi olmadiysaniz

TÜBERKÜLOZ - SORU / CEVAP


Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, aşısı bulunduktan sonra ortadan kalktığına inanılan tüberküloz (verem) hastalığına, her yıl ortalama 8 milyon kişi yakalanıyor ve 3 milyon kişi bu hastalık nedeniyle hayatını kaybediyor. WHO verilerine göre, günde 5 bin 500 ve 15 saniyede 1 kişiverem nedeniyle ölüyor. Dünya nüfusunun 3’te 1’i, yani 2 milyar kişi tüberküloz basili ile enfekte durumda.


TÜRKİYE’DE DURUM


Türkiye’de her yıl 20 bin yeni verem vakası ortaya çıkıyor. Türkiye nüfusunun 4’te 1’i verem basali ile enfekte, ancak rakamlarda bir artış bulunmuyor. Aksine hasta sayısında düşüş gözleniyor. Türkiye’de 1950’li yıllarda görülme sıklığı çok yüksek olan ve o yıllarda ölüm nedenleri arasında birinci sırada yer alan hastalığın yaygınlığı, 1952 yılında başlatılan yoğun çalışmalarla hızla azaldı. Verem nedeniyle ölüm oranı, 1945 yılında yüzbinde 262 iken bugün yüzbinde 2.5’e, hastalığa yakalanma oranı ise 1965 yılında yüzbinde 172 iken bugün yüzbinde 30’a geriledi.


VEREM HASTALIĞININ BAŞKA İSMİ VAR MI?


Tıpta tüberküloz olarak adlandırılır. Ayrıca halk arasında ince hastalık, ciğerlerinde duman var denildiğinde de çoğu zaman verem kastedilir.


TÜBERKÜLOZ NASIL BİR HASTALIKTIR?


Tüberküloz asıl olarak akciğerlerde yerleşen, fakat tüm vücuda dağılabilen mikrobik, bulaşıcı, süreğen bir hastalıktır.


TÜBERKÜLOZ HALA KORKULACAK BİR HASTALIK MIDIR?


Bilinen en eski hastalıklardan birisi olmasına; sebebinin kesin olarak bilinmesine; 50 yıldır tedavisinin mümkün olmasına ve üstelik korunulabilir bir hastalık olmasına karşın halen dünyada en yaygın ve ölümcül bulaşıcı hastalıklardan biri olmaya devam ediyor. Yılda üç milyonu aşkın kişi tüberküloz nedeniyle hayatını kaybediyor.


DÜNYADA TÜBERKÜLOZUN DURUMU NEDİR?


Yerküre üzerinde yaşayan her üç kişiden birisi tüberküloz mikrobuyla karşılaşmış ve onunla tanışmış durumda. Halen yılda üç milyon kişi tüberküloz nedeniyle ölmekte olup her yıl 8 milyon yeni tüberküloz hastası teşhis ediliyor. Özellikle Asya, Afrika kıtasında çok sık olarak rastlanıyor. Eskiden gelişmiş Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri bu hastalıktan hiç söz etmezlerdi. Oysa AIDS salgınına ve küreselleşme sürecine paralel olarak bu ülkelerde de tüberkülozlu hastaların sayısı artmaya başladı.


NASIL BULAŞIR?


Hastalığa sebep olan mikrop veremli hastadan sağlam kişiye geçerek yayılır. Çok daha nadir olarak hasta sığırların süt ve bu sütlerden yapılan süt ürünleri ile de bulaşabilir.


HASTADAN SAĞLAM KİŞİYE NASIL GEÇER?


Verem mikrobu hava yoluyla bulaşır. Hasta kişinin öksürmesi, aksırması, konuşması ve nefes alıp vermesi sırasında havaya saçılan mikroplar havada günlerce asılı halde canlı kalabilir. Hasta kişiyle teması olan yani kapalı bir ortamda uzun süre aynı havayı soluyan sağlam kişiler nefes aldıklarında havadaki bu mikroplar onların akciğerlerine ulaşır ve orada yerleşerek hastalığı başlatır. Hastalığın yayılmasından sorumlu asıl bulaşma şekli budur. Bunun dışında cilt ve mukozalardan, doğum kanalından, anne sütünden de çok nadiren bulaşabilirse de pratikte bu tür bulaşmalar önemsizdir.


HER TÜBERKÜLOZ HASTASI MİKROBU BULAŞTIRIR MI?


Balgamında mikrop bulunan, hastalığı yaygın olup öksüren hastalar daha çok bulaşmadan sorumludur. Akciğer dışı organ tüberkülozu olanlar, 15 gündür tedavi almakta olanlar pratik olarak bulaştırıcı değildir.


HASTAYLA TEMASI OLAN HER SAĞLAM KİŞİDE HASTALIK ORTAYA ÇIKAR MI?


Tüberküloz hastasıyla teması olup mikropla karşılaşan, hatta mikrobu soluyan kişilerin çok şükür ki az bir kısmında hastalık gelişir.


NEDEN MİKROBU ALAN KİŞİLERİN BAZISINDA HASTALIK ORTAYA ÇIKARKEN DİĞERLERİNDE GELİŞMİYOR?


Bu solunan mikrobun sayısına, hastalık yapma gücüne (bazı mikroplar ölü veya zayıf olup hastalık yapamaz) ve sağlam kişinin direncine, savunma sisteminin kuvvetine bağlı olarak kişiden kişiye farklılık gösterir. Sigara içen, alkol alan, beslenmesi bozuk ve kötü yaşam koşullarına sahip kişilerde ve başka akciğer hastalığı, şeker hastalığı, bazı kan hastalıkları, AIDS ve böbrek hastalıkları gibi süreğen hastalığı olanlarda verem oluşma olasılığı daha yüksektir.


MİKROBUN BULAŞMASINDAN İTİBAREN NE KADAR SÜRE SONUNDA HASTALIK ORTAYA ÇIKAR?


Bu süre çok farklıdır. Mikrobu alan kişide bazen 1-2 ay; bazen bir kaç yıl bazen de onlarca yıl sonra hastalık gelişebilir. Veya hiç gelişmeyebilir.


TÜBERKÜLOZ MİKROBU DİĞER ORGAN VE DOKULARA NASIL ULAŞIYOR?


Mikrobun vücuda giriş yolu hastaların tamamına yakın bir çoğunluğunda akciğerlerdir. Ancak buradan lenf akımı ve kan yoluyla vücudumuzdaki tüm doku ve organlara yayılabilir.


TÜBERKÜLOZ AKCİĞER DIŞINDA EN xxx HANGİ ORGAN VE DOKULARI HASTALANDIRIR?


Kemik ve eklemler, böbrek ve üreme sistemi, beyin zarı, göğüs ve karın boşluğunu çevreleyen zarlar, cilt ve lenf bezelerinde sık yerleşir.


TÜBERKÜLOZUN BELİRTİLERİ NELERDİR?


Hastalık ani ve gürültülü olarak ortaya çıkmaz. Sinsi ve yavaş ilerler. Hastalar genellikle aylardır devam ede gelen halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı, hafif ateş, geceleri terleme gibi yakınmalarla hekime başvururlar. Zamanla bunlara öksürük ve balgam çıkarma da eklenir. Balgamda kan da gelebilir. Ağrıya pek rastlanmaz. Akciğer dışı organ tüberkülozlarında tutulan organla ilişkili yakınmalar bulunabilir. Örneğin idrarla ilgili şikayetler (kırmızı idrar yapma, idrar yaparken yanma vb.), boyunda lenf bezelerinin büyümesi gibi ..


BU BELİRTİLER GÖRÜLÜNCE TÜBERKÜLOZ TEŞHİSİ KESİN MİDİR?


Bu sayılan yakınmaların hiç birisi tüberküloza özgü olmayıp diğer bir çok hastalıkta da rastlanabilen şikayetlerdir. Bu nedenle bu tür şikayetleri olan hastaların mutlaka konunun uzmanı bir hekim tarafından değerlendirilip, göğüs röntgeninin çekilip araştırılması gerekir.


TÜBERKÜLOZ TEŞHİSİ NASIL KONULUR?


Kişinin tüberküloz olduğu ancak vücut örneklerinde (balgam, idrar, mide açlık sıvısı, beyin omirilik sıvısı, plevra-periton sıvısı, lenf bezi aspirasyonu vb. ) tüberküloz mikrobunun görülmesi ve üretilmesiyle söylenebilir. Bazen alınan doku biyopsilerinde tüberküloza özgü değişikliklerin izlenmesiyle de tanı konabilir.


MİKROP ARAŞTIRILMADAN YADA ARAŞTIRILDIĞI HALDE BULUNMADAN SADECE ŞİKAYET VE MUAYENE BULGULARINA DAYANARAK TÜBERKÜLOZ TEDAVİSİNE BAŞLANILABİLİR Mİ?


Maalesef bu tür tedavilere sık başlansada olmaması gerekir. Oysa tüberküloz tedavisi uzun süreli ve bir çok ilacın kullanıldığı bir tedavi olup ilaçlara bağlı yan etkiler ve maliyet göz önüne alındığında gereksiz yere, yanlış bir tüberküloz tedavisi uygulanma ihtimalinin yüksek olması dolayısıyla bu tür kör (ampirik) tedaviler doğru değildir. Üstelik yanlış tedavi asıl hastalığın teşhis ve tedavisini de geciktirir. Tüberküloz çok kere tümör ile benzer belirtiler verir. Buna bağlı olarak tümör teşhisi gecikip hasta için çok önemli zaman kaybı söz konusu olabilir. Tedavi edilebilir bir tümör tüberküloz zannedilerek kör tedavi sırasında vücuda yayılabilir.


MİKROBU ARAŞTIRMAK İÇİN GEREKLİ TETKİKLER YAPILAMIYORSA NE YAPILMASI GEREKİR?


Hasta bu tür incelemelerin yapılabildiği en yakın bir merkeze sevk edilmeli veya hastadan alınan balgam vb. örnekler usulüne uygun şekilde ilgili laboratuarlara gönderilmeli.


VEREM SAVAŞ DİSPANSERLERİNİN KURULUŞ AMACI NEDİR?


Ülkemizde Sağlık Bakanlığı verem ile savaşmak üzere Verem Savaş Daire Başkanlığı altında bir örgütlenme geliştirdi. Verem Savaşı Grup Başkanlıkları, yataklı kurumlar, dispanserler hemen her bölgede ve il ve ilçelerde mevcuttur. Tüberküloz teşhis, tedavi ve takibi, aşılamalar buralarda ücretsiz olarak yapılır. Bazı dispanserlerde mikrop araştırması da yapılır.


VEREM SAVAŞ DERNEKLERİNE AMAÇLA KURULMUŞTUR?


Verem savaşı için gerekli hizmetlerin finansını sağlamak, hasta ve ailelerine ekonomik yardımlarda bulunmak amacıyla hizmet vermekteler.


TÜBERKÜLOZUN TEDAVİSİ MÜMKÜN MÜ?


Elimizdeki tedavi imkanlarıyla uygun şekilde tedavi edilmek koşuluyla artık tüberküloz %100’e yakın tedavi edilebilir bir hastalık haline geldi. Ancak bu pratikte tüberküloz tedavisinde sorun olmadığı anlamına gelmez. Günlük uygulamalarda maalesef bir çok hastanın tedavisi yetersiz kalıp ve hastalık müzminleşmekte. Bunun nedeni de yanlış veya eksik tedaviler.


DOĞRU TÜBERKÜLOZ TEDAVİSİ NASIL OLMALIDIR?


Öncelikte hastadan mikrop üretilerek teşhis kesinleştirilmeli ve mikrobun hangi ilaçlara duyarlı hangilerine dirençli olduğunu gösteren ilaç direnç testleri yapılmalı. Çünkü ülkemizde tüberküloz ilaçlarına karşı primer direnç oranları çok yüksektir. En az dört ayrı ilacı aynı anda birlikte kullanacak şekilde bir tedaviye başlanması gerekir. Daha az sayıda ilaçla başlanan tedavi ülkemiz için yanlıştır. Birlikte kullanılacak olan ilaçların hastanın yaşına, tıbbi durumuna göre seçilmesi gerekir. Tedavi süresince ilaçların mutlaka uygun doz ve sürelerde tedaviye ara vermeden, aksatmadan kullanılması gerekir. Günümüzde en kısa süreli tüberküloz tedavisi 6 ay devam etmek zorundadır. 6 aydan kısa tüberküloz tedavisi olmaz. Fakat hastanın durumuna göre bu süre 9 ay, 12 ay, 24 aya kadar hekim tarafından uzatılabilir.


BUNLARA DİKKAT EDİLMEZSE NE OLUR?


Yukarıda tanımlanan prensiplerden birisine bile dikkat edilmezse zamanla tüberküloz mikrobu tedaviye direnç kazanır ve bir müddet sonra artık tedavi edilebilir hastalık tedavi edilemez hastalık haline gelir. Bu nedenle Dünya Sağlı Örgütü “tüberkülozu yanlış tedavi etmenin hiç tedavi etmemekten daha kötü olduğunu” duyurmuştur.


YANLIŞ VEYA EKSİK TEDAVİLER SONUÇ VERMEZ Mİ?


Maalesef verir. Yani bu tür uygun olmayan tedavilere başlandıktan sonra da 15-20 gün içerisinde hastanın şikayetleri tamamen düzelir ve hasta iyi oldum, işler yolunda gidiyor zanneder. Oysa 3-6 ay içerisinde ilaca direnci gelişir ve hastalık tekrar geri döner. İşte bu taktirde tedavi çok zorlaşır bazen de imkansız hale gelebilir.


İLAÇ DİRENCİ OLUŞMUŞ HASTALARDA NE YAPILABİLİR?


Bu tür hastaların tedavisi güçleşmiş ve tedavinin başarılı olma olasılığı çok azalmıştır. Üstelik bu hastalar ilaçlara dirençli mikropları etraflarına yaydıkları için bunlardan mikrop kaparak hastalanan yeni kişilerin de tedavisi güçleşir. Bu şekilde toplumda tüberkülozun tedavi ve kontrolü giderek daha da zorlaşır. Bu durum tüm dünyada ilgili kişileri endişelendirmekte ilaç direncindeki artışın önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması hususunda yakın takip ve öneriler Dünya Sağlık Örgütü ve ilgili örgütler tarafından ülkelere iletilmektedir. Her şeye rağmen ilaç direnci olan veya ilk tedavileri yetersiz olan hastaların mutlaka bu tür hastaların yatırılarak tedavi edilebileceği, alternatif ilaçların kullanılabileceği, dirençli tüberküloz tedavisinde deneyimli uzmanların bulunduğu özel merkezlere gönderilmeleri ve sadece buralarda tedavi edilmeleri gerekir. Bu hastaların orada-burada rasgele tedavi edilmeleri, değişik ilaçları kullanmaları sadece zaman kaybettirmekle kalmaz hastalığı tamamen tedavi edilemez hale getirebilir.


TÜBERKÜLOZ İLAÇLARI NASIL KULLANILIR?


Streptomisin hariç diğer tüberküloz ilaçları ağızdan hap yada şuruplar şeklinde her gün bir defada topluca alınabilir. Gerekirse iki üç öğüne de bölünmüş olarak verilebilir. Rifampisin adlı ilacın aç karnına alınması önerilir.


HAFTADA İKİ GÜN İLAÇ ALINARAK TEDAVİ MÜMKÜN MÜ?


Teoride evet fakat ülkemiz koşullarında hayır. Çünkü bu tür aralıklı tedavi rejimlerinde ilaçların görevli bir sağlık personeli tarafından hasta adresinde ziyaret edilerek gözetim altında içirilmesi gerekir. Yoksa günlük tedavide olduğu gibi ilaçları hastaya vererek uygulanamaz. Çünkü bir doz unutma veya atlamada direnç gelişme olasılığı yüksektir.


TÜBERKÜLOZ İLAÇLARININ NE TÜR YAN ETKİLERİ VARDIR?


En önemli yan etki karaciğer üzerinedir. Bilhassa 35 yaşın üzerinde, alkol almış, hepatit veya başka karaciğer hastalığı olan kişilerde daha sık rastlanır. Görme, işitme ve denge üzerine olumsuz etkiler ile kırmızı yeşil renk körlüğü görülebilir. Böbrek ve sindirim sistemine zararlı tesirler olabilir. Allerjik reaksiyonlar da gözlenebilir.


İLAÇLARA BAĞLI İSTENMEYEN ETKİLER ORTAYA ÇIKTIĞINDA NE YAPILMASI GEREKİR?


Bu durumda hasta kendi başına tedavisini kesmemeli, önemsiz görüp hiçbir şey yokmuş gibi de davranılmamalı, derhal hekimine ulaşıp sorununu aktarmalı. İlaçla ilgili olsun olmasın tüberküloz tedavisi altında olan her hastada ortaya çıkan her türlü sağlık sorunu ilaç yan etkileri açısından hekimine bildirilmeli ve araştırılmalı. Eğer şikayetler ilaçlara bağlı ise öncelikle hangi ilaçla ilgili olduğu ve yan etkinin şiddeti saptanıp ona göre hareket edilmeli. Hafif sorunlarda ilaca devam edilirken önemli reaksiyonlarda ilaca bir süre ara verilebilir, yada o ilaç tedaviden tamamen çıkarılabilir.


TEDAVİ SIRASINDA KONTROL GEREKLİ Mİ?


Hem tedavinin etkili olup olmadığını görmek, hem de olası ilaç yan etkilerini gözden kaçırmamak için hasta aylık olarak kontrollere çağrılmalı.


TÜBERKÜLOZ HASTASININ VEREM SAVAŞ DİSPANSERİNDE TAKİP VE TEDAVİSİ ŞART MIDIR?


Tüberkülozu konunun uzmanı bir hekim dışarıdan da tedavi edebilir. Ancak hastanın düzenli olarak takip edilebilmesi, ilaçlarını ücretsiz alabilmesi ve ülkemizdeki tüberküloz sorunu hakkında dokümantasyonların yapılabilmesi açısından dispansere kayıt yaptırılması gerekir. Zaten tüberküloz teşhisi konan hastayı bildirmek yasal bir zorunluluktur.


TÜBERKÜLOZDAN NASIL KORUNABİLİRİZ?


Öncelikle hasta kişilerin teşhis edilip tedavi edilmesi gerekir. Çünkü kaynak onlardır. Bir hasta yılda ortalama 10 sağlam kişiye hastalığı bulaştırır. İkinci olarak hasta kişiden sağlam kişiye geçişin önlenmesi gerekir. Bunun için hastanın yaşadığı mekanın havalandırılması, negatif aspiratörlerle havanın temizlenmesi, ültraviyole ışınlama yapılması, hastanın maske kullanarak basil saçılmasının önlenmesi faydalı olabilir. Balgamında mikrop bulunan hastanın izolasyonuna artık pek başvurulmamaktadır. Üçüncü olarak sağlam kişilerin direncinin artırılması için aşılama yapılması gerekir. Eğer evde bir kişi tüberküloza yakalandı ise o hane halkı taranması ve gereken kişilere koruyucu tedavinin uygulanması gerekir.


AŞI KİMLERE YAPILMALI?


Doğumu takiben ikinci ay sonunda ve ilk okula başlayan her çocuğa BCG aşısı denen tüberküloz aşısı yapılması gerekir. Aşı konusunda bazı çevrelerin akıl karıştırıcı yaklaşımları varsa da ülkemizin durumu göz önüne alındığında bu aşının mutlaka yapılması gerekir. Aşı hastalığı %100 önlemese de sıklığını azaltır ve ağır türlerinin ortaya çıkmasını önler.


KORUYUCU İLAÇ TEDAVİSİ KİMLERE UYGULANMALIDIR?


Balgamında mikrop saçan tüberküloz hastasıyla yakın teması olan her kişinin koruyucu ilaç tedavisi açısından uzman hekim tarafından değerlendirilmesi gerekir. Bundan başka önceden tüberküloz mikrobunu almış, aktif olarak hastalık geçirmemiş fakat tüberkülozun yeniden aktive olması için uygun koşullar taşıyan yani vücut direncini düşüren başka bir hastalığı olan (AIDS, lenfoma vb ) veya direnç düşürücü bir başka tedavi alan (kortizon kullanan) hastalarda koruyucu ilaç tedavisi gerekebilir.


KORUYUCU İLAÇ TEDAVİSİ NASIL UYGULANIR?


Bu durumda kişi hasta değildir. Sadece mikrobu almıştır. Tedavi hastalığı iyileştirmek için değil hastalığı önlemek içindir. Bu nedenle genellikle tek ilaçla 6 ay müddetle uygulanır. Fakat kişinin durumuna ve temas olunan hastanın mikrop özelliklerine göre daha farklı rejimler de gerekebilir.


OKULDAKİ ÇOCUĞUN KOLUNA TÜBERKÜLOZ TESTİ YAPILIP, POZİTİF ÇIKMIŞ İSE TEDAVİ GEREKİR Mİ?


PPD veya tüberkülin deri testi dediğimiz uygulama tüberküloz mikrobuyla karşılaşıp karşılaşmama durumunu ortaya koymak için yapılır. Hastalığın olup olmadığını göstermez. Testin pozitif olması kişinin daha önce tüberküloz mikrobunu bir hastadan aldığını ve vücudunda tüberküloza karşı bir reaksiyon oluştuğunu gösterir. Ancak söz konusu kişi tüberküloz hastası olabilir de olmayabilir de. Bu nedenle pozitiflik tek başına tedavi gerektirmez.

kezban62:
UCUK

Uçuk iki çeSidi olan bir virus hastaligidir. Birinci çeSidi, genellikle agiz veya burun etrafinda görulur. Daha az yaygin olmamasina ragmen, cinsel organlarda veya vucudun baSka yerlerinde de görulebilir (tibbi adi herpes simplex tip 1). ikinci çeSidi olan, cinsel organ uçugu (genital herpes), genellikle cinsel organlarda veya çevrelerinde ya da makat bölgesinde görulur (tibbi adi herpes simplex tip 2). Hastaligin kendini göstermesi, her iki tipinde de, sizili bir kaSinti ile olur. Kirmizi bir leke belirir, sonra da iltihapli kabarciklar geliSip kabuklu yaralara dönuSerek yavaS yavaS kaybolur. Hastalik yaklaSik olarak 7-10 gun surer. Yaralar göruldugu surece, uçuk kiSiden kiSiye temas ile geçebilir.|Uçuk Su durumlarda daha xxx olabilir: - stres içindeyseniz. - yorgun ve zayif duSmuSseniz veya vucudunuzda baSka bir enfeksiyon varsa. - guneSte kaldiktan sonra.|Tedavi:|OluSan yaralari temiz ve kuru tutun. Yaralarin uzerine alkol emdirilmiS bir pamugu hafif hafif vurarak kuru kalmasini saglayabilirsiniz. Cinsel organinizda uçuk oldugunu saniyorsaniz, tam bir tedavi için doktora muracaat edin. Verilecek ilaçlar hastaligin iyileSmesini hizlandirir, yani kesin olarak tedavi eden bir ilaç yoktur.|Uçuk tedavisi için Sunlar önerilebilir:

- kendinizi kötu hissediyorsaniz (genellikle ilk baSta) 3-4 gun yatak istirahati kullanin. - hastalikli yerleri hafif sicak, tuzlu suyla gunde 2-3 kez yikayip, her defasinda özenle kurulayin (yarim kilo suya 1 çay kaSigi tuz).|onlemler:|BaSkalarinin uçuk yaralarina dokunmayin. Bu sure belirtilerin ilk ortaya çikiSindan (kaSinti, sizlama), cilt normale dönunceye kadardir. Sizde veya eSinizde, cinsel organ uçugu varsa, cilt normale dönene kadar cinsel iliSkide bulunmayin. Hastalik belirtileri bulunmasa da virus eSinize geçebilir. GuneSte kalak, hastaligin baSlamasina neden olabilir. Uçuklar tekrarlarsa, 15+ geniS etki alanli guneSten korunma kremi ve dudak kremi size yardimci olabilir.

UÇUK
(Bu Ay 19 Defa Okundu)

Nedeni Herpes simpleks denilen bir virüs olan uçuk genellikle dudak, ağız ve burun delikleri çevresinde ortaya çıkar. Eğer dokunulursa, yüze, göze ve vücudun diğer bölümlerine bulaştırılabilir.


Yapılan araştırmalar, dünya nüfusunun %80’inin yaşamları boyunca en az bir defa uçuk geçirdiğini gösteriyor. Türkiye’de ise her yıl 8 milyon kişinin uçuk nedeniyle sıkıntı ve acı çektiği tahmin ediliyor.


BELİRTİLERİ NELERDİR?


Uçuk çıkmadan önce kendini belli eder (0-24 saat önceden); karıncalanma, kaşınma, yanma, sızlama hissedilir. Bunu o bölgenin kızarması, şişmesi ve daha sonra da içi sıvı dolu kabarcıkların ortaya çıkışı izler. Bu kabarcıklar konuşurken, gülerken, yiyip içerken acı ve ızdırap verir. Zamanla kuruyup çatlar, sızıntı yapar ve açılarak görüntüyü bozan çirkin bir yara haline gelir.


NASIL BULAŞIR?


Uçuk, ön belirtileri ile açık yaranın kapanması süresi arasında bulaşıcıdır. Uçuğu olan bir kişinin kullandığı, havlu, bardak, çatal, kaşık vb. eşyalardan ve uçuklu kişinin öpmesi sonucu bulaşır. Uçuk virüsü (Herpes simpleks) ile insan genellikle ilk defa küçükken (0-5 yaş) tanışır. Uçuğu olan aile bireylerinden birinin “Sevgi dolu” öpücüğü sonucunda uçuk virüsü vücuda girer. Çoğunlukla fark edilmeyen küçük kızarıklıklar şeklinde ortaya çıkar; ağız içi, diş etleri ve dudaklar enfekte olur. Ama kimi hassas bünyelerde ciddi enfeksiyon şeklinde görülebilir.


DİKKAT! UÇUK BULAŞICIDIR!


Uçuğa dokunulmamalıdır. Dokunulursa eller çok iyi yıkanmalıdır.


Bayanlar makyajlarını çıkarırken özellikle çok dikkat etmelidirler. Kesinlikle gözlere dokunulmamalıdır.


Özellikle bebekler, çocuklar ve diğer insanlar öpülmemelidir.


Uçuklu insanın kullandığı havlu, bardak, çatal, kaşık vb. eşyalar ayrılmalı ve başkalarının kullanmasına izin verilmemelidir.


Yerken, içerken kullanılan malzemeler özellikle çocuklar ile paylaşılmamalıdır.


Uçuk ve uçuk yarasının kabuğu ile oynanmamalıdır. (Parmaklara uçuk virüsü bulaştırırken, uçuk yarasına da diğer mikroplar bulaştırılmış olur.)


NİÇİN NÜKSEDER?


Uçuk virüsü (Herpes simpleks) vücuda girip ilk enfeksiyonu yaptıktan sonra o bölgedeki isnir düğümüne girip yerleşir ve istenmeyen bu misafir, vücudun zayıf düştüğü durumlarda çoğalır ve uçuk çıkar.


Stres


Aşırı yorgunluk, uykusuzluk


Aşırı güneş ışığı ve UV ışınları


Diğer enfeksiyonlar


Adet dönemi, hamilelik gibi durumlarda virüs aktif hale geçebilir.


KONTROL EDİLEBİLİR Mİ?


Öncelikle uçuğun nüksetmesine sebep olan durumlardan sakınmak gerekir. Örneğin strese bağlı olarak gelişir ise; stresimizi azaltacak gevşeme tekniklerini öğrenmek. Yorgunluk ve uykusuzluk sebep ise; dinlenmek ve iyi uyumak. Güneş sebep oluyor ise; dudaklar için koruyucu krem ya da yüksek koruma faktörlü güneş yağı kullanmak ve şapka ile yüzü güneşten korumak gerekir. Tüm alınan önlemlere rağmen uçuk yine de nüksedebilir.


Ön belirtiler (karıncalanma, kaşınma, yanma, sızlama) hissedildiğinde o noktaya kısa aralarla antiviral bir uçuk kremini uygulamak gerekir. Uçuk ya hiç çıkmayacaktır ya da çıksa bile hafif seyredecektir.


EN ETKİLİ ŞEKİLDE NASIL TEDAVİ EDİLİR?


Önceden bazı madde ve ilaçlar uçuğun verdiği rahatsızlığı azaltmak için kullanılmıştır.


Alkol ve antiseptik ilaçlar, Uçuğun üzerindeki bakteri enfeksiyonunun gelişmesini engeller


Ağrı kesici ilaçlar; Uçuğun sebep olduğu ağrıyı azaltır.


Buz uygulamak; Ağrı azaltılabilir


Oysa günümüzde etkili tedavide kullanılan antiviral uçuk kremleri, deriden geçerek uçuk virüsüne (Herpes simpleks) etki eder ve deriye zarar vermelerini engeller.


KİMLER ÖZELLİKLE RİSK ALTINDADIR?


Sık sık veya uzun süreli olarak uçuk çıkıyorsa (Örneğin tedaviye rağmen 10 günden daha uzun süre devam ediyorsa)


Uçuk, bir bebekte ya da 6 yaşından küçük bir çocukta çıkmışsa


Dudak, ağız v eburun çevrenizin dışındaki vücut bölgelerinde, özellikle de gözlerinizde, parmaklarınızda ya da cinsel organınızda uçuk çıkmışsa


Uçuk ile birliket baş ağrısı, ateş ve kas ağrısı gibi başka şikayetleriniz varsa


Uçuk sarı renkte cerahatli ise


Bağışıklık sisteminizi baskı altına alan ilaçlar, örneğin kortizonlu ilaç kullanıyorsanız


Bağışıklık sisteminizin zayıflığı (yani bulaşıcı hastalıklarla mücadele etme gücünüzün azalmış olması) nedeniyle tıbbi kontrol altındaysanız.

ULSER (MIDE, DUEDONUM, GASTRIK)


Stres ve beslenme alışkanlıkları ile yakın ilişkili olduğu kabul edilen ülserlerin, son yıllarda Helikobakter pilori (Helicobacter pylori) adı verilen bir mikrop (bakteri) tarafından meydana getirildiği ve antibiyotik tedavisi ile bu hastalığın tedavi edilebileceği üzerinde yoğunlaşılmıştır. Ancak yapılan çalışmalar ve alınan sonuçlar bu bakterinin çevremizde çok yaygın olarak bulunduğunu ve tedavi edilse bile çok kısa sürede tekrar vücuda girdiğini göstermiştir. Sonuçta tek başına bu bakterinin ülser nedeni olmadığı kabul edilmektedir.

Ülserler genelde duodenumun (ince bağırsağın ilk bölümü) başlangıcında, midenin çıkışında gelişirler. Midede daha nadiren gelişmektedirler. Her iki durumda da ülser gelişen bölümdeki dokular, mide asidine karşı duyarlı hale gelirler. Kesin tanı endoskopik inceleme (gastroskopi) ile konur. Ülserler kendiliğinden kaybolabilir ve tekrar gelişebilir. Aktif durumda olduklarında, yemek yemekle kaybolan ağrılara neden olurlar. Ağrının yanı sıra ağızda ekşime, yanma gibi hoş olmayan şikayetlere de neden olabilirler.

Klasik tedavide bir çok ilaç kullanılmaktadır: antasitler, yüzeyi kaplayıp koruyan ilaçlar, spazm gidericiler ve en sık olarak da midenin asit üretimini engeleyen ilaçlar.

Aşağıdaki öneriler ülserli hastaların tedavilerine yardımcı olarak kullanılabilir:

- Kafeinli veya kafeinsiz her türlü kahveden ve tüm kafein içeren besinlerden uzak durun. Alkol, sigara kullanmayın.

- Aspirin ve benzeri ilaçlardan ve non-steroidal anti-inflamatuvar ilaçlardan (naproksen içerenler, diklofenak içerenler gibi) uzak durun. Ağrı kesici olarak asetaminofen (acetaminophen) grubu ilaç kullanın.

- Çay yerine nane çayı için.

- Size süt içmeniz önerilse de kesinlikle içmeyin, çünkü süt mide asit salgısını arttırır.

- Daha sık ancak daha az yemek yiyin. Uzun süre midenizin boş kalmamasına dikkat edin.

- Sarısabır (Aloe vera) suyu içebilirsiniz. Bu ülserin iyileşmesine katkıda bulunur. Ancak yüksek dozda kullanıldığında ishale neden olur. Bu nedenle her yemekten sonra 1 çorba kaşığı alınabilir.

- Bal, ülser tedavisinde kullanılabilen en etkin ilaç ve yiyeceklerden birisidir. Her yemekten sonra 1 çorba kaşığı çiçek balı yendiğinde ve buna 6 ay süresince devam edildiğinde hastaların %96 sında nedbe dokusu bırakmadan tam bir iyileşme olduğu gözlenmiştir. Ayrıca tedaviye başladıktan bir kaç gün sonra hazımsızlık, ağrı ve yanma - ekşime gibi şikayetler ortadan kalkmaktadır.

- Stres ve sıkıntıdan uzak bir hayat yaşamaya çalışın

UYUZ


Uyuz hastaligina, cildin diş veya nasirli tabakasinda yaşayan ve ureyen ufak bir böcekçik neden olmaktadir.Uyuz, özellikle parmak aralarinda ve dirseklerde kuçuk kabarciklar veya sivilceler halinde bir dökuntu ile başlar.ozellikle geceleri çok kaşinti yapar. Bebekler dişinda, kaşintili yerler her zaman için boyundan aşagisinda kalan bölgelerdir. En çok etkilenen kisimlar; kalça, cinsel organlar, meme uçlari, parmak, bilek, dirsek ve dizlerdir.Kisa bir sure sonra kaşinti istegi, iltihaplanabilecek kaşinti izlerine ve yaralara neden olur. Eger ayni evde yaşayanlarin hepsi veya bazilari gunlerdir veya haftalardir kaşiniyorlarsa, bunun nedeni buyuk olasilikla uyuzdur. Uyuz kişiden kişiye çabuk bulaşir.


Tedavi:


1. Doktorun verdigi ilaçlara ve önerilere özenle uyun.


2. şize verilmiş olan krem veya losyonu, cinsel organlari da kapsayarak, vucudunuzun boyundan aşagi tum kisimlarina surun. ilaci el ve ayak tirnaklarinin içleriyle, ayak parmak aralarinin arasi ve alti gibi her turlu gizli kalmiş bölgeye surmeyi unutmayin.


3. ilaci 24 saat, duş veya banyo yapmadan uzerinizde birakin. Bu sure içerisinde ayni giysileri giyin.


4. 24 saat sonra hafif sicak bir banyo yapip ilaçtan arinin. Butun giysi ve iç çamaşirlarinizi degiştirip, yatak çarşaflarinizin tumunu yikayin. Normal yikama şekli tum uyuz böcekçiklerini öldurmeye yeterlidir.


5. Evdeki tum uyuzlular ayni anda tedavi edilmelidir. Bazilari uyuz olmuş ancak henuz kaşinti başlamamiş olabilir. Okul veya yuvaya giden çocugunuz uyuz olmuş ise, ögretmenini bilgilendirerek okuldaki diger çocuklarin kontrolunu saglayin.


6. Yumurtalarindan çikmiş yeni uyuz böceklçiklerini de öldurmek amaci ile ilk tedaviden bir hafta sonra tedaviyi yeniden tekrar edin. Başarili bir tedaviden sonra kaşinti 1-2 hafta daha devam edebilir. Uyuz kremini fazla surmeyin, bu durum daha fazla tahrişe neden olabilir.


7. 12 ayliktan kuçuk bebekler için mutlaka doktora gidin, yukarida yazilanlari uygulamayin.


onlemler:


Uyuz olmak için uyuz olan birinin cildine temas etmek gerekir. Ayni yatagi paylaşmak, çocuk bakimi gibi durumlar uyuzun yayilmasina neden olabilir.


Okuldan Alikoyma:


Gereken tedavi başlamadan çocuklarin okula gitmelerine izin verilmez.

VITILIGO


Vitiligo, hemen her yaşta ortaya çıkabilen, doğumsal olmayan, sınırları net, parçalı, renksiz (açık renkli) alanlarla karakterize bir cilt hastalığıdır. Açık rekli alanın çevresinde genelde renk artışı vardır. Renk açıklığının olduğu bölgedeki kıllarda da renk kaybı meydana gelebilir. Her 100 kişiden birinde bu hastalığın olduğu düşünülmektedir.

Koyu tenli kişilerde daha belirgindir. Vitiligo nun nedeni tam bilinmemekle beraber pigment üreten hücrelerin (melanosit) kaybına bağlı olarak meydana geldiği düşünülmektedir. Bu hücrelerin hasara uğramasında da kişinin kendi bağışıklık siteminin etkili olduğu ileri sürülmektedir.

Doğuştan olmamakla birlikte bazı ailelerde sık görülmesi, genetik yatkınlık olduğunu düşündürmektedir.

En sık etkilenen bölgeler boyun, el sırtları ve cinsel organlardır (testis). Küçük lekeler halinde başlar, daha sonra bunlar büyüyerek veya birleşerek, klasik görüntüyü meydana getirirler.

Sadece muayene edilerek tanı konabilir.

Hastalığın gidişatı değişkendir. Belli bir büyüklükten sonra senelerce devam edebilir veya kaybolabilir. Bazı hastalarda ise tüm vücudu kaplayabilir.

Bu astalarda güneş yanığı sık gelişir, korunulması gerekir.

Yine vitiligo hastalarında pernisyöz anemi, hipertiroidizm ve Addison hastalığı da diğer insanlara göre daha sık görülmektedir (ya da daha sık birlikte bulunmaktadır).

Tedavi

Nedeni kesin olarak saptanamayan vitiligonun, kesin bir tedavisi de yoktur. Estetik amaçla, lekeleri kapatmak için bergamot esansı kullanılabilir.

8-metoksipsoralen veya trimetilpsoralen tedavileri lekeleri koyulaştırmadaki en etkin ilaçlardandır. Bu ilaçlar kullanıldıktan sonra hastaya ultraviyole-A ışını verilir. Bu ilaçlar 11 yaşın altında kullanılmamalıdır. Ancak bu tedaviye rağmen yeni bölgelerde hastalık oluşabilir.

Tedavide hipnozu önerenler de vardır.

Yurtdışında (Romanya) bulunan Gerovital H-3 yüz kremi (GH-3), adı verilen bir kremin yetişkinlerde etkili olduğu iddia edilmektedir.

YEMEK BORUSU (OZAFAGUS) TIKANMASI


Yemek borusu (gırtlaktan mideye uzanan boru) tıkanması ile dünyaya gelen bir bebek tam olarak gelişmemiş bir yemek borusuna sahiptir.

Tahminen 3000 ila 4500 de bir bebek bu bozuklukla dünyaya gelmektedir. Yemek borusu tıkanıklığı ile dünyaya gelen bebeklerin üçte biri prematüre olarak doğmaktadır.

Bu bozukluğun yanı sıra, genellikle soluk borusu bozukluklar gibi başka anormallikler de meydana gelmektedir. Dahası, yemek borusu tıkanması ile dünyaya gelen bebeklerin en az % 30 unda yasamı tehdit eden kalp, üreme sistemleri ve merkezi sinir sistemi problemleri gibi bozukluklar da meydana gelmektedir.

Bu doğum kusurunun belirtileri çoğunlukla daha doğum odasında ortaya çıkar. Böyle bir bebeğin ağzından anormal derecede fazla salgı gelir ya da annesi bebeği beslemek istediğinde bebek yutkunamaz, öksürür ya da morarır. Eğer doktor bebeğe ağzından midesine bir sonda sokamaz ise, bebeğin yemek borusu tıkanması teşhisi konur.

Eğer bebeğinizde yemek borusu tıkanması varsa, derhal ameliyat edilmesi gerekir. Eğer tıkanık bölge derin değil ise iyileşme de çabucak gerçekleşir. Fakat tıkanıklık uzun bir bölgeyi kaplıyor ise, cerrah yemek borusunu onarmak yerine uzatmayı tercih edebilir; bu durumda, bebeğin beslenmesini sağlamak için yemek borusundan midesine ek boru takılır.

ZAYIFLIK (YETERSIZ KILO PROBLEMI)


Öncelikle kilo durumunuzu doğru bir şekilde saptamanız gerekir, bunun için ilgili sayfamızdaki hesaplama aracından yararlanabilirsiniz. Bu hesaba göre zayıf olduğunuz saptandı ise ve hekim tarafından başka bir rahatsızlığınız olmadığı size söylendi ise burada yazılanlar sizin içindir.

Şişmanlık özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde önemli bir problemdir ve hemen tüm yazılı ve görsel maedya araçları zaman zaman insanların zayıflamasına yarsımcı olacağını iddia ettikleri yöntemlerden ve diyetlerden bahsederler.

Ancak ne yazık ki toplumun az bir kısmını ilgilendiren zayıflık problemi konusunda yeterli çaba harcanmamaktadır. Bununla birlikte zayıf insanların sağlıklı bir şekilde kilo almaları sanıldığı kadar kolay bir olay da değildir.

Bol miktarda kızartma, hamurişi, tatlı gibi bol kalorili şeyleri günboyu yiyerek sağlıklı bir şekilde kilo alamazsınız, tüm temel besin maddelerinden yeterli ve dengeli düzeyde almanız gerekir.

Sebze ve meyvelerden her gün 5 porsiyon yememiz gerekir. Bunlar doğal olmalıdır, yani dondurulmuş veya konserve olmamalıdır. Sebze ve meyvelerde bulunan antioksidanlar sizi hayat boyu bir çok rahatsızlıktan ve kanserden koruyacaktır.

Süt ve süt ürünleri, özellikle kalsiyum, protein ve vitamin açısından son derece zengin besinlerdir; bunun yanı sıra süt içerek aldığınız kalori miktarını en kolay şekilde arttırabilirsiniz. Eğer sütü sevmiyorum diyorsanız içerisine bir kaşık meyve püresi, meyveli yoğurt gibi şeyler katın. Eğer bol miktarda süt içmeye karar verdi iseniz, az yağlı sütü tercih edin aksi taktirde vücuttaki yağ dengeniz bozulabilir. Süt ürünlerinde de özellikle az yağlı peyniri bol miktarda tüketebilirsiniz.

Kanınızla ilgili her hangi bir problem yaşamamak için her gün iki porsiyon et (kırmızı, balık, tavuk) tüketin. Et demir içeriği açısından en zengin besindir. Ancak iki porsiyondan daha fazla et tüketmeyin. Et yerine yumurta, kuru baklagiller yiyebilirsiniz. Ancak salam, sosis, sucuk, hamburger gibi yağlı ve bol kalorili yiyecekleri en az düzeyde tüketin.

Ara öğünleriniz olsun, bu kilo almanıza yardımcı olur. Ancak yine bu öğünlerde bol kalorili, yağlı ve şekerli yiyecekleri az yüketin.

Belki de en önemlileri; öğün atlamayın, iştahlı ve göz zevkinize hitap edecek şekilde yiyeceklerinizi hazırlayın, yerken zevk almaya çalışın ve DÜZENLİ OLARAK EGZERSİZ YAPIN.


TEMEL KONULARA DEĞİNDİKTEN SONR AKİLO ALMANIZA YARDIM EDECEK İPUÇLARI

1) yiyeceklerinizi seçerken bol kalorili olmalarına dikkat edin.

2) Günde 4-6 öğün yemek yiyin (hepsi de bol kalorili)

3) Bol karbonhidrat ve protein alın. Ancak unutmayın kalorinizin çoğunluğunu daima karbonhidratlar oluşturmalıdır, proteinler değil.

4) Su için. Şişmanlara sorun, su içsek yarıyor diyeceklerdir, gerçekten de su esinlerin kullanılabilmesi için teml bir besin maddesidir ve kilo kazanmak istiyorsanız bol miktarda içmelisiniz.

5) Geceleri yatmadan 2-3 saat önce yemek yiyin. Böylece kaloriniz az harcanacaktır.

6) Yo-Yo diyeti uygulayın. Bu en iyi kilo alma yöntemlerinden birisidir. 4 gün boyunca yüksek kalorili bir diyet yapın, sonra 3 gün süresince daha çok kalori içeren yiyecekler yiyin. Bu durum zayıflamak isteyen şişmanların başına sık sık gelen bir durumdur. Zayıflamak için diyet uygularlarken, birden kendilerini kaybedip daha çok yemeye başlarlar, ancak siz bunu bilinçli yapacaksınız.

7) Biraz daha fazla sodyum alın. Bu vücudunuzun suyu tutmasını sağlayacaktır. Bu durum da zamanla kas mikarınızın artmasına neden olacaktır.

8 ) Kırmızı et diğer etlere göre daha fazla kilo almanıza neden olur. Ancak bunu sürekli olarak tüketmeyin, arada başka protein kaynakları da tüketin.

9) Protein ve aminoasit içeren içecekler için, bunlar eczanelerden bulunulabilir. Ayrıca bu amaçla sütün içerisine blendırda parçalnmış hurma koyarak iebilirsiniz.

10) Yiyin ve istirahat edin.

ZONA (HERPES ZOSTER)


Etkeni varicella zoster virüsü olan bir enfeksiyon hastalığıdır. Virüsün, omurilik arka köklerine yerleştiği ve bir nedenle aktif hale geçerek, belirtileri ortaya çıkardığı kabul edilmektedir. Virüs yıllar boyunca hiç bir belirti ortaya çıkarmadan sessizce kalabilir.
Belirti ve Bulgular
Meydana gelen şikayetler, hangi sinirin kökünün etkilendiğine bağlıdır. Etkilenen sinirin yayıldığı bölgede bazen kaşıntı ile başlayan ve hafif ağrı yapan bazen de çok şiddetli ağrı meydana getiren (kozalji tipinde yanıcı ağrılar) kabarcıklar görülür.
Bu kabarcıklar genelde küçük gruplar halinde (3-5 tane bir arada) bulunur.
Bazen çok sayıda kabarcık bulunurken, bazen de az sayıda kabarcık bulunur.
En sık olarak kaburgalar arası sinirler tutulur.
Kabarcıklar vücudun bir yarısında kalır, orta hattı geçmez. Genelde 1-3 haftada kabarcıklar kaybolur, ancak kabarcıkların yerinde hafif koyu renkli lekeler kalır. Bu lekelere bastırınca, birkaç dakika süren şiddetli ağrılar meydana gelir. Bu ağrılar aylarca veya yıllarca sürebilir (bu duruma post-herpetik nevralji adı verilir).
Eğer kafa sinirlerinden bazıları tutulursa geçici yüz felci, kulak problemleri, göz problemleri görülebilir.
Lenfoma hastalarında tüm vücudu tutan yaygın zona görülebilir.
Tedavi
Kabarcıkların üzerine talk pudrası ve pomat (oxyde zinc) sürülerek ağrı ve kaşıntı azaltılabilir. Bunlar ayrıca kabarcıkların çevresinde oluşabilecek diğer enfeksiyonları önler. B vitamini faydalı olabilir.
Ağrı çok şiddetli değilse aspirin, parasetamol gibi ağrı kesiciler yeterli olabilir, ancak çok şiddetli ağrılarda enjeksiyon tipi ağrı kesiciler gereklidir.
Ağır hastalarda kortikosteroidler verilmelidir, bununla birlikte antibiyotik de kullanılmalıdır.
Kozalji tipinde yanıcı ağrısı olanlarda sinirleri bloke edici ilaçlar verilir, bu tür ilaçların kalp hastalığı olanlarda kullanılmaması gerekebilir, özellikle koroner kalp yetmezliği olanlarda kullanılmamalıdır.
Ağır hastalarda ve kabarcıkların ve ağrıların yaygın olduğu durumlarda antiviral (virüslere karşı etkili) ilaçlar kullanmak gerekebilir.
Post-herpetik nevralji döneminde; genelde yukarıda sayılan ilaçlar faydalı olmaz. Genelde antidepresan gibi psikiyatrik ilaçlar kullanılır.

Navigasyon

[0] Mesajlar

[*] Önceki Sayfa