Sayfa: [1] 2   Aşşağı İn :)
Gönderen Konu: Kalp Hastalıkları Bölümü  (Okunma Sayısı 14391 Defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte.
kezban62
Moderatör
*


Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 11424



Üyelik Bilgileri WWW
« : 06 Mayıs 2010, 18:30:40 »

Atrial Fibrilasyon Nedir - Tedavisi Nasıldır??

AF en sık gözlenen ritim bozukluklarından biridir. AF'da uyarılar atriumda düzgün bir şekilde yol alacaklarına atrium içinde aynı anda sayısız uyarı dalgası oluşup farklı yönlere hareket eder ve AV düğümden geçmek için birbirleriyle yarışırlar. Bu uyarılar kalbin elektriksel sistemi dışındaki dokulardan kaynaklanır. Bu uyarıların oluşması ile çok hızlı ve organize olmayan bir kalp ritmi oluşur. Atriumdaki uyarı sayısı dakikada 300-600 arasındadır. Ancak AV düğüm ventriküle geçen uyarı sayısını sınırlayıcı özelliğe sahiptir. Sonuçta nabız sayısı genellikle dakikada 150’nin altında olmakla beraber şikayete yol açabilecek kadar da hızlı olabilir.

Atrial fibrilasyonda atriumlarda dakikada 400-600 civarında uyarı çıkar (sarı renk ile gösterilen odaklar)
Monitorde elektrokardiyografik olarak atrial fibrilasyonun görüntüsü. Zeminde düzensiz atrial fibrilasyon dalgaları, kalbin kasılmasını ve dolayısı ile nabzı oluşturacak olan QRS dalgaları ise düzensiz aralıklı olarak görülüyor.


*Atrial fibrilasyon yaşlılardaki en büyük felç (inme) nedenlerinden biri, kalpten kaynaklanan felç nedenlerinin ise başta geleni.
*Yaşlılardaki felç nedenlerinin ¼’ünü atrial fibrilasyon oluşturuyor.
*ABD’de her yıl 70.000 felce neden oluyor.
*Ritim bozukluğu ile hastaneye yatan hastaların 1/3’ünü atrial fibrilasyon oluşturuyor.
*Genel populasyondaki sıklığı %0.4 civarında, oran yaşla artıyor:
o

25-34 yaş arasında %0.2,
o

60 yaşın altında %1’den az,
o

60 yaş üstünde %2-5 arasında,
o

80 yaş üstünde %10.
*Atrial fibrilasyonlu hastaların %70’i, 65-85 yaşlar arasında.
*Erkeklerde kadınlara göre daha sık.


Atrial fibrilasyon neden tehlikelidir?
Birçok AF’li insan uzun yıllar problemsiz bir hayat sürer. Ancak atriumlar hızlı ve düzensiz kasıldıkları için kan akışı eskisi gibi hızlı olamaz, bu da atriumlar içinde kanın pıhtılaşmasını kolaylaştırır. Eğer bu pıhtı yerinden kopup kalpten dışarı pompalanırsa büyük oranda beyin damarlarını tıkayıp inmeye yol açabilir. Genel populasyonla karşılaştırıldığında AF’li hastalarda inme riski 5 kat daha fazladır. AF‘li hastalardaki pıhtıların yaklaşık yarısı beyine gidip inmeye yol açarken, diğer yarısı ise vücudun diğer organlarına gidip (böbrek, bağırsak, kalp) problemlere yol açabilirler. AF kalbin pompalama gücünde yaklaşık %20-30 azalmaya neden olur. Bu durum özellikle mitral darlığı gibi kapak hastalığı sonucu gelişen AF'de önemlidir. Çünkü AF gelişimi ile hastaların şikayetleri çok artar. Uzun dönemde yüksek kalp hızı ile beraber AF kalp yetmezliğine neden olabilir.

Atriyal fibrilasyon nedenleri nelerdir?

AF birçok hastalıkla ilişkili olabilir:

*Yüksek kan basıncı (hipertansiyon),
*Koroner arter hastalığı,
*Kalp kapak hastalıkları (özellikle mitral darlığı)
*Tiroid bezi hastalıkları,
*Kalp cerrahisi,
*Kronik akciğer hastalıklar (amfizem, astım vb),
*Kalp yetmezliği,
*Kardiyomiyopati (kalp yetmezliğine yol açan kalp kası hastalığı),
*Konjenital (doğumsal) kalp hastalıkları,
*Pulmoner embolizm (akciğer damarları içinde pıhtı gitmesi),
*Perikardit (kalp dış zarının iltihabı)

AF’li hastaların en az %10’unda altta yatan bir kalp hastalığı saptanamaz. Bu hastalarda AF, alkol veya aşırı kafein kullanımı, stres, bazı ilaçlar, metabolik bozukluklar veya ağır enfeksiyonlar ile ilişkili olabilir. Bazı hastalarda ise hiçbir neden bulunamaz.

Atriyal fibrilasyonda şikayetler nelerdir?

*Çarpıntı (sıklıkla olur),
*Enerji kaybı ve yorgunluk,
*Sersemlik hissi, bayılacak gibi olma veya baş dönmesi,
*Göğüste rahatsızlık hissi (ağrı, basınç veya huzursuzluk),
*Nefes darlığı (günlük aktivitelerle hissedilen nefes darlığı)

Atriyal fibrilasyon nasıl teşhis edilir?

Aşağıdaki tetkiklerle AF tanısı konabilir:

*EKG
*Ritim Holter monitörizasyonu
* Event recorder ve Transtelefonik monitör'dür.

Bu tetkiklerle doktorunuz düzensiz ritim olup olmadığını, var ise ne türde olduklarını, ne kadar zamandır sürdüğünü ve olası nedenleri öğrenebilir.

AF için birçok tedavi seçeneği mevcut olup, bunlar;

*

İlaç tedavisi,
*

Kardiyoversiyon,
*

Ablasyon tedavisi,
*

Pacemaker (pil) tedavisi,
*

Cerrahi içerir.

Tedavi seçimi altta bulunan hastalığa ve hastanın şikayetlerine göre belirlenir. AF tedavisini amacı:
Normal kalp ritminin tekrar kazanılması,
Kalp hızı kontrolü,
İnmenin önlenmesidir.

İlaç tedavisi
İlaç tedavisi tedavi amacına göre planlanır. Eğer amaç normal ritmin sağlanması ise antiaritmik ilaçlar kullanılır. Eğer bu hedef sağlanamıyorsa doktorlar kalp hızını yavaşlatmaya çalışırlar. Her iki durumda da hastalarda kalp içinde pıhtı oluşumunu engellemek için antikoagülan adı verilen ilaçlar verilir.
Antiaritmik ilaçlar AF'yi normal ritme çevirmek için veya hastayı normal ritimde tutmak için verilir; Quinidex (Kinidin), Pronestyl (prokainamid), Norpace (disopramid), Beloc, Lopressor, Tambocor (Flekainid), Rythmonorm (propafenon), Darob (sotalol), Cordarone (Amiodaron) gibi ilaçlardır. Ancak bu ilaçlar ile tedaviye karar verildiğinde ritminizin takip edilmesi için hastanede yatmanız gerekebilir. Bu ilaçlarla AF'i normal ritme çevirme şansı yaklaşık %30-60 civarında olup AF süresi uzadıkça başarı şansı azalır.

Kalp hızı kontrolü: digoksin, beta blokerler veya kalsiyum kanal blokerleri ile yapılabilir.

Antikoagülanlar (Kan sulandırıcılar): coumadin, AF’li hastalarda inme riskini %60-80 azaltabilir. Coumadin kullanıldığı zaman etkisinin yeterli olup olmadığını kontrol etmek için düzenli aralıklarla PTZ-INR kontrolü yapılmalıdır. Bazı hastalara aspirin de verilebilir. İlaçların etkili olmadığı durumlarda başka işlemlere ihtiyaç duyulur.

Kardiyoversiyon

Birçok hastada ilaç tedavisi AF'yi normal sinüs ritmine çeviremez. Bu hastalar için kalbe kısa süreli yüksek enerjili elektrik şoku olan elektriksel kardiyoversiyon uygulanabilir. Bunun için önce, hastanın ritmi ve tansiyonu monitörize edilip kısa etkili bir yatıştırıcı verilir. Sonrasında anormal ritmi durdurup normal kalp ritminin geri dönmesini sağlamak için göğüs üzerinden pedallar vasıtası ile eksternal elektrik şoku uygulanır. İşlem öncesi kan sulandırıcı verilebilir. Ayrıca normal ritim elde edildikten sonra idamesini kolaylaştırmak için ek olarak bazı antiaritmik ilaçlar da verilebilir. Bazı hastalarda işlem öncesi kalp içinde pıhtı olmadığından emin olmak için yemek borusundan ucunda bir ultrason cihazı olan ince bir tüp geçirilerek kalbin boşluklarının araştırıldığı transözefajial ekokardiyografi (TEE) yapılması gerekebilir. Bu yapılan işlem dışarıdan (eksternal) kardiyoversiyondur. Kalp ameliyatları sırasında kalbin içine yerleştirilen elektrodlar yardımıyla yapılan internal kardiyoversiyon da uygulanabilir.

Ablasyon

Ablasyon tedavisi, ilaç tedavisini tahammül edemeyen veya ilaçların normal ritmi idamede başarısız olduğu hastalarda uygulanır. İki çeşidi mevcuttur: Her 2’side elektrofizyolojist olarak adlandırılan kalp ritim bozuklukları üzerinde uzmanlaşmış kardiyologlar tarafından uygulanır.

Radyofrekans ablasyon sistemi: kateter ve radyofrekans kaynağı

1. AV düğüm ablasyonu: Çoğunlukla kasık toplardamarından (ven) girilerek kalbin içine gönderilen yumuşak kateterler aracılığıyla uygulanır. Kateterin ucu AV düğüm üzerine getirilerek enerji verilir ve atriumlardan ventriküllere uyarı geçişi ortadan kaldırılır. Ancak işlem sonucu kalp ritmi çok düşük hızla (veya hiç) devam edeceği için kalıcı kalp pili takılarak hastanın günlük yaşamını rahat bir şekilde sürdürmesi sağlanır. AV düğüm ablasyonu AF’nin birçok semptomunu ortadan kaldırsa da AF devam ettiği için inme riski devam eder, bu nedenle kan sulandırıcıların kullanımına devam edilir. İşlem için hastaneye yatış ve sakinleştirici uygulaması gerekir.

2. Pulmoner venlerin izolasyonu: Pulmoner venler, akciğerlerde oksijenlenen kanı kalbe geri getiren damarlardır (bakınız). Bunun için yine toplardamarlardan kalbe ilerletilen kateterler kullanılır. Sol atriuma bir iğnenin yardımı ile geçildikten sonra 2 seçenek uygulanabilir: “ablasyon” veya AF'ye yol açan odakları bulmak için “haritalama” işlemi. Pulmoner venlerin sol atriuma bağlandığı bölgelere çembersel şekilde enerji uygulanarak pulmoner venlerin atrium ile elektriksel bağlantısı kesilerek AF sonlandırılır. Bu işlem toplam 4 pulmoner ven girişinde tekrarlanır. Belli bir süreden sonra kan sulandırıcılar kesilebilir. Bu işlem için yine hastanede yatış ve sakinleştirici ihtiyacı vardır.

Kalp Pilleri

İmplante edilebilir kardiyoverter-defibrilatör (ICD) cihazlar: Hastaya hastaneye yatmadan tedavi edilme şansı sunar. AF semptomları ortaya çıktığında hasta cihazı aktive edip güvenli bir şekilde kendini tedavi edebilir. Alternatif olarak cihaz otomatik olarak çalışmaya da programlanabilir. ICD’ler hastanın AF atağı geçirdiğini tespit edip gerekli tedavi ile ritmi normal sinüs ritmine çevirebilir. Cihazlar orta boy pil büyüklüğünde olup sakinleştirici ve bölgesel uyuşturucu ile deri altına yerleştirilen cihaz ve kalbe ilerletilen kablolardan oluşur.

Cerrahi tedavi

Kronik AF’li hastalara cerrahi olarak maze (labirent) operasyonu yapılabilir. Bu operasyon açık kalp cerrahisi gerektirmekte olup genel anestezi altında yapılır ve hastanede kalış süresi uzundur.

Teknik: Operasyon sırasında atriumlara birçok çizgi şeklinde küçük kesiler yapılarak atriumlar hem izole edilir hem de fazla oluşan uyarıların oluşumu azaltılır. Uyarılar, oluşturulan kesiler vasıtasıyla normal yolu izler. Kalp dokusu iyileştiğinde skar dokusu oluşur ki bu doku da AF’ye yol açan elektriksel uyarıların kalp içinde iletimini ortadan kaldırır. Bazı durumlarda kalp hızına destek amacıyla kalıcı kalp pili uygulanması gerekebilir.
Bazı hastalarda AF ile birlikte başka kalp problemleri mevcut olabilir (kapak hastalıkları veya koroner arter hastalıkları gibi). Bu gibi durumlarda hastaya kolaylık açısından cerrah, maze prosedürünü diğer cerrahi müdahale ile aynı seansta yaparak hem AF’yi hem de diğer kalp problemini tedavi edebilir.
Parsiyel maze prosedüründe de aynı yaklaşım kullanılmasına rağmen kesiler sadece sol atriuma yapılır. Yeni cerrahi tekniklerde alternatif enerji kaynakları kullanılarak (radyofrekans, kriyotermi ve mikrodalga gibi) kontrollü skar dokuları yaratılmakta ve işlem sonunda komplikasyon oranı azalmaktadır.
Atrial Septal Defekt (ASD)

Kalpteki kulakçıkların arasındaki duvarda açıklık olmasıdır. Bu yüzden akciğerlerde oksijenlenmiş kanın bir kısmı kısa devre yaparak sağ kalbe geçiş yapar. Bu olay yıllar içinde akciğere giden kanın artmasına bağlı olarak akciğer damarlarında basınç yükselmesine ve kalp kasında hasara ve aritmilere neden olabilir.


Tanı Nasıl Konulabilir ?
Genellikle uzun yıllar hiç bir belirti vermez. Bu tip hastalarda, ancak tesadüfen başka bir nedenle doktora gidildiğinde, dikkatli bir muayene sırasında kalpte üfürümün ve bazı ek seslerin duyulması ile kuşkulanılır. Kesin tanı çocuk kardiyoloji uzmanınca yapılan muayene ve ekokardiyografi ile konur. Doktora ve hastaneye pek gitmemiş kişilerde tanının 30-40 yaşına kadar konulamadığı durumlar vardır. Açıklığın büyük olduğu hastalarda, bu yaşlarda nefes darlığı, ritim bozuklukları (atrial fibrilasyon) ve hatta sağ kalp yetmezliği ortaya çıkar.

Açıklığın kalp içi boşluklarında ve akciğer atardamarında ne kadar basınç yüksekliğine neden olduğunu anlamak için kalp kateterizasyonu gerekebilir.

Tedavide ne yapılabilir ?

İlaç:
Buradaki hastalık mekanik olduğu için açıklığı kapatmada veya tedavi etmede ilaçların bir yararı yoktur. Ancak ritim bozukluğu veya kalp yetmezliği gelişenlerde, şikayetleri azaltmak için ilaçlar kullanılabilir.
Açıklığın büyüklüğü ve akciğer atardamarındaki basıncın yüksekliği tedavinin zamanını belirler. Kendiliğinden kapanmayan, akciğer atardamarında basınç yükselmesi tehlikesi olan açıklıklar genellikle 4-6 yaşlarında, yani çocuk okula başlamadan kapatılması gerekir.

Cilt yoluyla yerleştirilebilen kapatma cihazları (şemsiye):
Önceleri tek tedavi yolu cerrahi iken son 15 yılda, operasyona gerek kalmadan perkütan olarak (cilt üzerinden) girilip açıklığı kapatan cihazlar (şemsiye) cerrahiye alternatif olarak çıkmıştır Çeşitli marka cihazlar varsa da en yaygın olarak kullanılanlar Amplatzer, (AGA Medical) ve HELEX Septal Occluder (W.L. Gore and Associates, Flagstaff, AZ)'dir.

HELEX Marka kapatma cihazı. Üstte sağ ve solda 2 farklı çapta (15 ve 30 mm) görünüyor. Yerleştirilmeden önceki durum. Kateterden daha ayrılmamış. Alttakinde ise kateter içinden çıkması gösterilmiş.

Amplatzer marka kapatma cihazı. Amerikan İlaç İdaresi (FDA) tarafından onaylanmış olan bu cihaz oldukça yaygın olarak kullanılıyor.


Şemsiye kullanımının avantajları:

*

Açıklığı kapatmada başarı oranı cerrahi gibidir.
*

Komplikasyon (istenmeyen olay) oranı cerrahiye göre (%5) daha düşüktür (%2).
*

Hasta kısa zamanda hastaneden çıkar ve 2 gün içinde normal günlük yaşantısına döner. 3-4 hafta içinde de ağır eforları yapabilir.

Şemsiye kullanımının dezavantajları:

*

Komplikasyon oranı %2'dir: Ölüm, felç, kanama, aritmi, cihazın yer değiştirmesi, açıklığın tam kapanmaması, infeksiyon.

Bununla birlikte bu cihazlar tüm ASD hastalarında kullanılamamaktadır:

*

Eğer ASD cihazla kapatılamayacak kadar büyükse,
*

Hastadaki kalbin anatomik yapısı uygun değilse,
*

Hastanın damar yapısı cihazı taşıyan kateter sistemini taşıyamayacak kadar ince ise,
*

Vücudunun herhangi bir yerinde aktif infeksiyon varsa (infeksiyon tedavi edildikten sonra cihaz takılabilir.)
*

Kalp içi pıhtı varsa,
*

Ameliyat gerektiren başka kalp hastalığı varsa,
*

Aspirin almasına engel durumu veya kanama bozukluğu varsa,

Yukarıda sayılan durumlarda cihaz takılamaz. Eğer ASD kapatılması için şemsiye kullanılamayacak ise doktor cerrahi önerecektir.



Cerrahi:

Operasyon sırasında ise açıklık büyükse yama konularak kapatılır. Küçükse direk olarak dikilip kapatılabilir. Göğüsün orta kısmında ameliyata ait bir iz kalır.

Cerrahi avantajları:

*

Şemsiyenin kapatamayacağı veya başarılı olamayacağı ASD'leri başarı ile kapatır.

Cerrahi dezavantajları:

*

%5 oranında komplikasyon görülür: Ölüm, felç, tekrar ameliyat, kanama, aritmi, sinir hasarı, kalp yetmezliği, infeksiyon
*

Ameliyat için hasta 5-7 gün hastaneden kalır. Tam iyileşme 45 günde olur.

İleriye dönük yapılması gerekenler?

Şemsiye konulan hastalar 3-6 ay civarında aspirin ve plavix gibi kan sulandırıcı ilaç alırlar. 6 ay boyunca diş müdahalelerinden kaçınmak gerekir. 12 ay boyunca ise diş müdahalesi gerekirse antibiyotik verilmelidir.
Hastaların beklenmedik komplikasyonlardan korunabilmeleri için yaklaşık 1 yıllık aralıklarla doktor kontrolünde olmaları gerekir. Bu ameliyat olmuş hastalar için de 3-4 yıl süreyle geçerlidir.
Logged
Kadın Temsilcisi
KadıncaForum
*****

Offline

Mesajlar: 27222

View Profile
Re: Kalp Hastalıkları Bölümü
« Posted on: 29 Mart 2024, 14:06:01 »

 
      uyari
Merhaba Ziyaretçi, Öncelikle Sitemize Hosgeldin. Ben KadıncaForum Botu Olarak Siteden Yararlanabilmeniz İçin, Üye Olmanızı Öneririm. Unutmayınız! Bu Site Sadece, Biz Kadınlara Özeldir.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Kalp Hastalıkları Bölümü oyunlari, Kalp Hastalıkları Bölümü programi, Kalp Hastalıkları Bölümü oyunu indir, Kalp Hastalıkları Bölümü program yükle, Kalp Hastalıkları Bölümü download, Kalp Hastalıkları Bölümü istenmeyen tüyler, Kalp Hastalıkları Bölümü resimleri, Kalp Hastalıkları Bölümü haber, Kalp Hastalıkları Bölümü yükle, Kalp Hastalıkları Bölümü lazer epilasyon, Kalp Hastalıkları Bölümü msn eklentisi, sarki sözleri
kezban62
Moderatör
*


Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 11424



Üyelik Bilgileri WWW
« Yanıtla #1 : 06 Mayıs 2010, 18:32:09 »

KORONER ANJİYOGRAFİ, BALON ve/veya STENT İŞLEMİ

Koroner Anjiyografi Nedir?



Koroner Anjiyografi, koroner arter hastalığının tespitinde kullanılan bir yöntemdir. Damar sertliği nedeni ile koroner arterlerin hangi bölgesinin ne kadar daraldığını ve / veya tıkandığını tesbit edebilir. Damar darlık veya tıkanıklıklarını tespit ederek tedavinin gerektiği gibi yönlendirilmesini sağlar. İşlem esnasında kalp boşluklarınıza da ulaşılacağı için kalp kateterizasyonu ile kalp kapaklarının ve duvarlarının çalışmasındaki kusurlar da gösterilebilir. Kalp delikleri gibi doğumsal kalp hastalıklarının teşhisi için de kullanılabilir.


Anjiyografi işlemi esnasında ağrı veya sıkıntı hissi olabilir mi?

Genellikle hastaların rahatlamasını sağlayan sakinleştirici bir ilaç kateter laboratuarına girmeden önce verilir. Çoğu kişi işlem sırasında ağrı hissetmez. Bazı hastalar ise canlarının hafif acıdığını ifade ederler. Aynı diş çekiminde olduğu gibi işlemin uygulanacağı bölge, lokal bir anestezik (his kaybı sağlayan) madde ile uyuşturulacaktır. Bu sırada bir iğne batması hissedilir. Daha sonra atardamarınıza kateter veya “sheath” adı verilen ince tüpler vasıtasıyla yerleşilir. Kalp damarlarınız radyo-opak madde adı verilen aslında içerisinde tıbbi araştırmalara uygun dozda radyasyon içeren maddeler bulunan ve röntgen ışığı altında fark edilen boyalı maddeyle görüntülenir. İşlem esnasında boyalı maddenin enjeksiyonu ağrı hissi vermeyecektir. Bu madde verilirken, sıcak basması ve kızarma hissedebilirsiniz. Bu his yaklaşık 20-30 saniye sürebilir. İşlemin sonunda, gerekli görülen durumlarda kalbinizin içini görüntülemek için, daha büyük miktarda boyalı madde verilebilir ve bu sırada daha fazla sıcaklık hissedilebilir.
Bazı kişilerde boyalı maddeye karşı allerji buna bağlı kaşıntı ve kızarıklıklar gelişmekte bu işlem sırasında verilen ilaçlarla tedavi edilebilmektedir. Daha önce allerji veya astım öykünüz var ise veya daha önce örneğin böbrek filmi veya diğer damarlarınızın filmi çekilirken allerjik reaksiyon gelişti ise işlemden önce bunu doktorunuza söylemelisiniz. İşlem sırasında kısa süreli göğüs ağrınız olabilir. Olduğu takdirde doktorunuza haber vermelisiniz.



Anjiyografi işlemi nasıl yapılır?

Kasık atardamarınızdan yerleştirilen kateter vasıtasıyla, daha ince ve içi boş plastik yapıda teller kullanılarak kalp damarlarınızın ağız kısmına kadar ilerlenir ve boyalı madde verilerek damarların yapısı görüntülenir. Genellikle sol koroner damar önce, sağ koroner damarsa takiben filme alınır. Gerekli görülen hallerde, bypasslı hastalar gibi, bacaktan veya göğüsten alınan damarlar opak maddeyle yıkanarak ayrı ayrı filme çekilebilir.





Koroner anjiografi için hastanede yatmak gerekli mi?

Evet. Koroner anjiyografi için hastaneye yatış işlemlerinizin yapılması gerekmektedir. Neticede işlem atardamarınızdan yapılan ve kalp damarlarınızı ilgilendiren bir durumdur. Bu nedenle pek çok merkez, tıpkı hastanemizde halihazırdaki uygulama da olduğu gibi, işlem sonrası bir gece hastanede yatışınızı uygun bulmaktadır.



İşlemden önce herhangi bir test yaptırmak gerekiyor mu?

Doktorunuz yatış öncesi gerekli testleri yaptıracaktır. En önemli hususlardan birisi ise işlem için geldiğiniz gün daha önce yapılan tüm tetkikleri yanınızda getirmenizdir. (Kan testleri, akciğer röntgeni, elektrokardiyogram var ise önceki anjiyografi veya ameliyat raporlarınız, epikriz adı verilen hasta taburcu kağıtlarınız vs.) Aslında kalp hastalarının kendilerine yapılan işlemleri şahsi bir dosya halinde, mümkünse yanında taşımalarında, fayda vardır.



Anjiografiden önce yemek yenebilir mi?

Doktorunuz genellikle yiyecekleriniz için diyetisyen aracılığıyla size bilgi verecektir. Sürekli kullanılan ilaçlar var ise bunların anjiyografi sabahı alınıp alınmayacağı doktora sorulmalıdır. Genellikle işlemin uygulanacağı gün, sabah kahvaltı etmeden gelmeniz gereklidir. Farklı bir durum olursa, yatışta görevli olan kişiler tarafından size bildirilecektir. Şeker hastası iseniz, sabah kan şekerini düşürücü ilaçlar veya insülin kullanıyorsanız, ilacınızı almadan aç olarak geliniz ve gelir gelmez durumunuzu hemşirenize bildiriniz.



Anjiografiye nasıl hazırlanmalı?
Anjiyografi için hangi alanın kullanılacağına bağlı olarak kol veya bacak, kasık tıraşı olmanız ve o bölgeyi temizlememiz gerekmektedir. Bu alan işlem sırasında tamamen steril (mikropsuz) bir örtü ile kapatılacaktır. Laboratuar personeli de tamamen mikroptan arındırılmış giysi ve eldivenler giymiş olacaklardır.



İşlem sırasında uyanık mı olunur?

Test sırasında doktorunuzun sorduğu soruları cevaplamak için uyanık olacaksınız. İşlemden 1 saat önce gevşemenizi sağlayacak sakinleştirici bir ilaç verilecektir. Ancak bu sizi uyutmayacaktır. Filmler çekilirken derin nefes alıp, nefesinizi tutmanız istenecektir. Derin nefes alıp tuttuğunuz zaman bu çekilen filminizin görüntü kalitesini arttıracak ve gereksiz zaman kaybını önleyecektir. Bundan sonra nefes almanız veya öksürmeniz istenebilir.



Anjiyografi işlemi ne kadar sürer?


Her bir kateter için gereken süre değişiktir. Hasta ile ilgili kişisel faktörlere, doktorun ne aradığına ve başka diğer faktörlere bağlıdır. Genellikle özel durum arz etmeyen vakalarda yaklaşık 10 dakikalık bir sürede tamamlanabilir. Ancak kateter laboratuarında geçirdiğiniz toplam süre, anjiyografi öncesi sizden önce işlem uygulanacak hastaları bekleyeceğiniz süre ve sonrasında kasık damarınızın kanamasının durmasına da bağlıdır.



Anjiyografiden sonra ağrı olabilir mi?


İşlem sonrası genellikle kasık bölgesindeki kateter hemen çekilir. Özel durumlarda kasıktaki kateterin çekilmesi geciktirilebilir. Kateter çekilmesi sonrası girişim yapılan atardamarınızdan kanama olmaması için kasık bölgesine sıkı biçimde basılması gerekmektedir. Bu esnada bir miktar acı duyabilirsiniz. Aktif kanama durduktan sonra kasık bölgesine tekrar kanama olmaması için kum torbaları konacak ve belirli bir süre sırt üstü pozisyonunuzu değiştirmeden yatmanız istenecektir. Kateterin uygulandığı bölgede hassasiyet ve rahatsızlık hissi duyabilirsiniz. Bu sizi çok rahatsız ediyor ise doktorunuza veya hemşirenize haber veriniz. Sizi rahatlatacak bir ağrı kesici verecektir. Uygulama alanında morluk ve hafif şişlik hissedebilirsiniz. Bu renk değişikliği genişlerse veya başka bir rahatsızlık hissederseniz bunu hemşirenize haber vermekten çekinmeyin.

Koroner anjiyografi sonuçları ve İlave İşlemler?

Koroner anjiyografi sonuçları hastanemiz Kardiyoloji kliniğinde anında dijital kayda alındığından hemen değerlendirilir. Dolayısıyla işlemden çıkarken hastalığınız olup olmadığı konusunda ana hatlarıyla bilgi alabilirsiniz. Ancak kesin sonuçlar genellikle bir gün sonra, sabah yapılan Kardiyoloji- Kalp Damar Cerrahisi ortak konsey toplantısı sonrası netleşmektedir.

Yapılan tetkikler sonucunda, eğer kalpte damar tıkanıklığını gösteren bulgular varsa koroner anjiyografi ile kalp damarlarının görüntülenmesinden sonra, aynı işlem sırasında veya ikinci bir seansta daralmış veya tıkanık damarları balon (PTCA) veya tel kafes (stent) yöntemi ile açmak mümkün olmaktadır. Balon yönteminde hastanın kasığından girilerek darlık bölgesine kadar çok ince bir kılavuz tel sonra da bu telin üzerinden ince bir balon sönük halde ilerletilir, tam darlığın üzerinde bu balon şişirilerek o bölge genişletilir, eğer tel kafes takılacaksa üzerinde tel kafes olan özel balonlar ilerletilerek darlık bölgesinde şişirilir ve damar genişletilir. Tel kafes damarda bırakılır. Eğer damarlar bu yöntemlerle yani ameliyatsız olarak açılamayacaksa, koroner by-pass ameliyatı ile darlıkların ilerisine ek damarlar bağlanabilir.
AORTA DİSEKSİYONLARI
Aorta diseksiyonları nadir görülüp ölümle sonuçlanan bir hastalıktır. Aort diseksiyonu aortik intimada bir yırtık şeklinde başlar. Bu yırtık medial tabakanın intraluminal kan akımını zorlayıcı basıncına maruz kalarak zedelenmesi şeklinde kendini gösterir. Basınclı kan akımı hasarlı medial tabakayı penetre eder ve median laminer tabakayı ikiye ayırır. Böylece aortu disseke eder.
Persistan intraluminar basıncın zorlaması ile diseksiyon aortik duvarın uzunluğuna ilerler (tipik olarak anterograd). Fakat bazen de intimal yırtık yerinden retrograd olarak ilerler. Aortik duvarın disseke olmuş kanla dolu aralığı yalancı lümen halini alır. Buradaki güç intimal tabakada da daha ileride de yırtıklar yapabilir. Böylece ya kan akımı bir çıkış yolu bulur yada yine yalancı lumen şeklinde ilerler. Yalancı lümen kanla genişler ve böylece intimal kanat gerçek lümene doğru bır kavis çizer ve kalibreyi daraltır. Damarın şeklini değiştirir. Aortik diseksionun vazo-vazorumdaki rüptürü takiben intramural hematomla başladığı da desteklenmişti. Bu lokal hemoraji daha sonra sekonder olarak intimal tabakaya rüptüre olur. İntimal yırtık ve aortik diseksiyon yaratır. Otopsi serilerınde de %13 olarak tanımlanabilen intimal yırtık tespit edilmiştir. Bu bağımsız hemoraji diseksionun primer sebebidir.

İNSİDANS:
Yıllık milyonda 5.2'dir. koroner otopsilerin %1-2.5'de tespit edilmiştir. Vakaların %75'i 4-7. dekatlarda görülür.

ETYOLOJİ:
Medial dejenerasyon nontravmatik olarak medial kollagen ve elastinin bozulması ile karakterize olup aortik diseksiyona predispoze faktördür. Bu nedenle elastik ve müsküler tabakaların bütünlüğünü bozan her predispozisyon diseksiyona eğilim oluşturur. Kistik medial dejenerasyon konnektif dokunun ciddi herediter defektlerinden olup Marfan ve Ehler Dalmosta görülür. Medial dejenerasyonun derecesi özellıkle kalitatif ve kantitatif olarak yaşlanma derecesi ile yakından ilgili ve daha yüksektir.

1-Hipertansiyon: Aort diseksiyonu ile en sık arteriel hipertansiyon birlikte bulunur. (%75) Tip-B diseksionlarda en sıktır (%75). Hipertansiyonun yaşlanmış aortada dejeneratif değişiklikleri hızlandırdığı ve diseksiyona zemin hazırladığına ait deliller mevcuttur. Olayın ilerlemesını artırmada majör faktördür.
2-Heredite ve konnektif doku hastalıkları: Marfan sendromu tüm aortik diseksiyonların %6-9'unda görülür. Marfan sendromu olmayan hastaların çok az bir kısmında kıstık medial dejenerasyon identifiye edilir.
3-Aort stenozu ve aort kuarktasyonu: Konjenital aort stenozu biküspit aort valv ve aort kuaktasyonu, özellikle gençlerde yüksek diseksion insidansı ile birliktedir. Koarktasyon insidansı; %2 ve biküspit aort valv insidansı %9-13 'dür.
4-İatrojenik travma ve diseksiyonlar: Kardiak kateterizasyon, künt travma, intraaortik balon yerleştirilmesi, perfüzyon için femoral kanülasyon kullanıldığı zaman retrograd aort diseksiyonu insidansı %3 'tür. Assendan aort kanülasyonu, kros klemp ve lateral klemp hasarı, koroner revaskularizasyon (operatif mortalitenın1/4'ü buna bağlıdır) gibi sebeplerde vardır.
5-Gebelik: 40 yaşından daha genç kadınlarda aort diseksiyonuna müsait olan hastalarda diseksiyonun %50'si gebelik esnasında meydana gelir. Özellikle 3. trimesterde erken postpartum dönemde sıktır. Yüksek kardiak output kan volümü ve kan basıncındaki artışlar gebeliğin geç dönemlerinde risk faktörleri olup ancak bu postpartum görülmeyi açıklayamaz. Gebelikte aort diseksiyonu görülen vakaların çoğu konjenital aort malformasyonlu veya biküspit kapaklı hastalarda ve konnektif doku bozukluğu olan hastalarda meydana gelmiştir.
6-Diğer nadir durumlar: Sifilitik aortit, endokarditli veya aortu mikotik enfeksionlularda, dev hücreli aortitte, PAN, SLE, Cushing sendromu, feokromasitoma ve tiroidektomiyi takiben görülür. Ayrıca familyal hiperkolestorolemi, sıstinosıs ve koarktasyonsuz turner sendromunda da görülür.

KLASİFİKASYON:
Aort diseksiyonlarında klasifikasyon diseksiyonun orjin aldıgı iki lokalizasyona göre yapılır.
1-Assenden aorta (Aortik valvin birkaç cm dahili)
2-Descenden aorta (ligamentum arteriozum tarafından sol subklavian arterin distalinden) İntimal yırtıkların %65'i ascenden aortada %20'si descenden aortada %10'u aortik arkta ve %5'i abdominal aortada görülür. Lokalizasyon ve aortik tutulumun genişliğini belirleğen 3 majör klasifikasyon vardır.


1-DeBakey Tip-1; Diseksion assendan aortadan başlar distale doğru uzanır. Tip-2; Ascenden aortada sınırlıdır. Tip-3; Sol subklavianın distalinden başlar distale doğru uzanır assendan ve arkus aorta salim kalır.
2-Standford Tip:A; Başlangıç intimal yırtık bölgesi neresi olursa olsun assendan aortanın tutulduğu tüm diseksiyonları içerir. Tip-B; Diseksiyon sol subklavian arterin distalinden başlayıp aortun distaline kadar uzayan tiplerdir.


3-Proximal ve distal anatomik katagoriler:
Genel olarak assendan aortayı tutan diseksiyonlarda cerrahi endike iken medikal tedavi assendan aortik tutulumun olmadığı vakalarda tercih edilir.
DeBakey tip 1-2 assendan aortayı içerdiğinden dolayı bunlar stanford tip-A ve basitçe anatomik sınıflandırmaya göre proximal olarak sınıflandırılır.
Yerleşimine ek olarak aort diseksiyonları süresine görede sınıflandırılır. Burada önemli olan semptomların başlangıcından medikal değerlendirilmeye kadar geçen sürenın uzunluğudur. İki haftadan az olan diseksiyonlar akut olup, iki haftadan fazla olan diseksiyonlar kroniktir. Tedavi edilmeyen aort diseksiyonlarında mortalite %75-80'dir. Tanıda aortık diseksionların 2/3 'u akut olup1/3'ü kronıktir.

KLİNİK:
Ağrı: Akut aort diseksiyonunun en yaygın semptomu vakaların %74-90'nın da görülen Ağrısız olan vakaların çok büyük bir kısmında kronik diseksıyon bulunmuştur. Tipik olarak ani başlangıçlıdır şok ve tipik olarak gelişen ölümle (48 saat içinde ) infaktüse benzer. Daha az sıklıkla hastalık subakuttur hastalar aylar ve hatta yıllarca hayatta kalabilirler. Bu durum özellikle tipik diseksiyon için geçerlidir. Ağrı bazı durumlarda dayanılmaz olup, hastayı kıvrandırır veya yürüyüşte yorgunluk ve istirahatte rahatlama semptomu verir. Ağrının bazı özellikleri aortik diseksiyon şüphesını akla getirmelidir. Ağrının yırtıcı batıcı karakterde olduğu söylenir. Başka bir özelliğide orjınınden diğer bölgelere, özelliklede aorta boyunca yansıma özelliğidir, bu durum vakaların %70’inde tespit edilmiştir. Ağrının yeri diseksiyon bölgesini destekleyebilir. Çünki lokalize semptomlar aortadaki altta yatan tutulumu belirtmeye eğilimlidir. Spitel ve arkadaşlarına göre göğüs ağrısının lokalizasyonu sadece anterior yerleşimli ise %90'nın üzerinde assendan aorta tutulumu vardır. Tersine göğüs ağrısı interskapüler yerleşimli ise %90'nın üzerinde descenden aorta tutulumu ve yine boyun, göğüs ve yüzde ağrı varsa ascenden aorta, sırta abdomene veya alt extremitelere vuran ağrı varsa dessendan aorta tutulumu söz konusudur. Özellikle Marfan sendromlu hastalarda aort diseksiyonu ağrısız gelişebilir.
Senkop: İkinci siklıkla görülür SSS'nin geçici iskemisi ile ilgilidir. Geçici körlük paraparezi veya paraplejinin derecesi ve hatta derin koma gibi diğer nörolojik belirtiler görülebilir. Nörolojık bulgu olmaksızın senkop görülmesi %4-5 vakadadır ve aciliyet gerektirir.
Dispnea ve Hemoptizi: Aort diseksiyonlularda görülebilir. Daha çok kronik diseksiyon vakalarında görülür. Aort regurjitasyonuna bağlı KKY'nin veya genişlemiş yalancı lümene bağlı bronş erozyonunun belirtileri olarak ortaya çıkar.

FİZİK BULGULAR:
1-Hipertansiyon distal aort diseksiyonlu hastaların %80-90'nında vardır. Fakat proximal aort diseksiyonlarında seyrektir. Tansiyon değişiklikleri; Diseksiyona ciddi hipertansif cevap renal iskemi, arkus aortadaki baroreseptör mekanizmanın hasarı veya nadiren gerçek lümenın aşırı daralmasına bağlı pseudokuarktasyon oluşumu ile ilgilidır. Diğer taraftan hipotansiyonun oluşu ya hemoperikardiuma bağlı kalp tamponadı veya hemotoraxa bağlı hipovolemiyi gösteren kötü bir işatettir. Bazen hipotansiyon koroner perfüzyonu bozarak miyokardial iskemi ve infaktüsle sonuçlanabilir. Brakiosefalik damarları içeren diseksiyon pseudohipotansiyona sebep olur. Burada brakial arterin oklüzyonuna bağlı kan basıncının doğru olmayan ölçümü söz konusudur.
2-Nabız defisitleri; Aortik regürjitasyona bağlı üfürüm ve nörolojik manifestasyonlar proximal aortik diseksiyonla birlikte daha fazla karakteristiktir. Nabız defisitlerinin varlığı ile birlikte akut göğüs ağrısı proximal aortik diseksiyonunun varlığını desteklemektedir. Nabız defisitleri arteriel damar boyunca görülür ve bu proximal diseksiyonda %50 kadarken distal diseksiyonların sadece %15’inde görülür ve bu %15’lik vakalarda da genellikle femoral veya sol subklavian arter tutulmuştur. Bu tip nabız defisitlerinin nedeni diseksiyon kanadının arterin içine doğru expansionu ile gerçek lümenin yalancı lumen tarafından kompresyonudur. Yada damarların orifisine doğru uzanan intimal yırtığa bağlıdır. Sebep ne olursa olsun nabız defisiti geçicidir.
3-Aortik regürjitasyon; Vakaların %16-17'sinde görülür ve proksimal aortik diseksiyonun önemli bir özelliğidir. Eğer distal diseksiyonla beraber aortik regürjitasyon varsa patolojide aort kökünün kistik medial dejenerasyonu düşünülmelidir. Üfrüm arteriel kan basıncı ile değişen sol sternal bölgeden daha iyi duyulan müzikal bir üfürümdür. Bazı vakalarda konjestif kalp yetmezliği gelişebilir bu durumda üfürüm kaybolur.

Proksimal aortik diseksionlarda regürjitasyon sebepleri ;
Aortik kapaklar yeterince kapanamayacak kadar diseksion aort kökünü dilate eder.
Disseke hematom kapağa ikinci bir bası yapar
Kapakların anüler desteği yetmezliğe gider
Geniş sirkümferansiel intimal yırtık ile desteksiz intimal kanat sol ventrikül içine prolabe olur ve ciddi aorti regürjitasyon meydana gelir.

4-Nörolojik Bulgular: Tüm aortik diseksiyonların %6-19'unda görülür ve proximal diseksiyonlarda daha sıktır. Serebrovaskuler hastalık ise %3-6 oranında görülür (innominate veya sol common carotit arterin tutulumu olduğunda). Daha az sıklıkla hastalar konfüzyon hatta koma ile gelebilir. Spinal arter perfüzyonunun bozulması ile iskemik spinal kord hasarı buna bağlı olarakta paraperezi parapleji gelişebilir ve bu da daha çok distal diseksiyonlarda görülür.
5-Mİ ve iskemi; %1-2 vakada proximal diseksiyon koroner arter ostiumunuda içine alır.Burada diseksiyon daha ziyade sağ koroner arteride tutar ve infaktus de inferior lokalizasyonludur. Maalesef seconder MI görüldüğünde semptomlar klınık tabloyu komplike eder. Tanı bu durumda tam konulamaz altta yatan diseksion tabloyu süreklı değiştirir.Yapılacak trombolitik tedavi çok büyük felaketle sonuçlanır. Kamp ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada tromboliz ile tedavi edilen 21 vakada erken mortalite rapor edilmiştir. Bunların çoğunda ölüm nedeni kardiak tamponaddır. Bu nedenle özellikle inferior MI'lü hastaların değerlendirilmesinde dikkatli olunmalı ve trombolitik tedaviye dikkat edilmelidir.
6-Diğer klinik bulgular: Abdominal aortada olan disseksiyon vasküler komplikasyonlar yapabilir. %5-8 renal arter tutulumu ve renal iskemi veya frank infakt yapabilir. %3-5 mezenterik infakt, %12 iliak arter tutulumu ile femoral nabız defisitleri ve akut alt extremite iskemisi olabilir. Bazen göğüs ağrısı semptomları belirgin değilse nabız defisiti periferal nöropati yanlışlıkla periferal embolik hadise sanılabilir.
Sol tarafta daha fazla olmak üzere plevral efüzyonlarda görülür.Aorta etrafında exudatif infilamatuar reaksion veya bazı vakalarda hemotoraks olabilir. ses kısıklığı üst solunum yolu obstruksionu ile, trakeobronşial ağaca rüptür ile hemoptizi disfajı, vena cava superior sendromu, hematemez, sternoklavikular bölgenın pulsasyonu, horner sendromu ve açıklanamayan ateş olabilir. Devamlı üfürüm durumunda sağ atriuma sağ ventrikule veya sol atriuma rüptür olabilir bu da konjestif kalp yetmezliği ile sonuçlanabilir. Tanı özellikle göğüs ağrısı ve diğer klinik semptomların varlığında ve fizik bulgular, göğüs röntgeni olduğunda konabilir.

LABORATUVAR:
Göğüs röntgenografisi diseksiyon tanısında sık kullanılır. Bunun daha da ötesinde göğüs röntgenogramı aort diseksiyonu şüphesini artırabilir. Burada bulgular nonspesifik ve nadiren diagnostiktir. Göğüs röntgenogramında %80-90 görülen aortik siluetin genişlemesidir. Daha nadir olarakta superior mediastenin genişlemesi görülür.
Aortta kalsifikasyonun görülmesi ve bu kalsifikasyonun dış aort tabakasında 1cm’den daha fazla ayrıldığının gösterilmesi aort diseksionunun tanısını destekler. Ama diagnostik değildir. Yeni çekilen göğüs röntgenogramının eski röntgenogramlarla karşılaştırılması aort ve medıastendeki daha önceki olayların değerlendirme imkanını tanımaktadır. Plevral efüzyonlar tipik olarak vardır ve çoğunlukla sol tarafa yerleşirler desenden aortadaki diseksionlarla beraberdirler. Bununla beraber aort diseksionlu hastaların çoğunda bir yada daha fazla röntgen anomalileri görülmektedir. Bu oran %12'lere kadar çıkmaktadır. Bu nedenle normal bir göğüs röntgenogramı hiçbir zaman diseksiyonu ekarte ettirmez.Böyle durumlarda hastaların göğüs röntgenogramlarından şüphe etmek gerekir.
EKG Bulguları; EKG normal olmakla beraber vakaların 1/3'ünde sol ventrikül hipertrofi bulgularını gösterir. Nonspesifik göğüs ağrısı olan hastalarda ST segmentınde ve T dalgasında değişiklikler görülebilir. EKG'de MI bulgularının bulunmaması ve yırtıcı göğüs ağrısı bulunan bir hastada diseksiyon teşhisini akla getirmelidir. Proksimal diseksiyonda diseksiyon kanadı koroner arteri kapsadığı zaman hastaların EKG'leri de akut MI bulgularını gösterir. Ascenden aort diseksiyonlu bazı hastalarda da MI ile sonuçlanabilen koroner arter obstrüksionları gelişebilir.

TANI TEKNİKLERİ:

1-Öncelikle çalışmada aort diseksiyonu tanısı düşünülüp düşünülmediği belirlenmelidir.
2-Diseksiyonun ascenden, arcus veya descenden aortayı tutup tutmadığı belirlenmelidir.
3-Eğer mümkünse anatomik özellikleri, genişliği, tuttuğu bölge, yalancı lümende yerleşen trombüs, diseksiyonun dalları tutup tutmadığı, aortik regürjitasyonun olup olmadığı, perikardial efüzyonun olup olmadığı, koroner arterlerin intimal kanat tarafından tutulup tutulmadığı da değerlendirilmelidir. Malesef tek bir görüntüleme yöntemi tüm anatomik detay hakkında bilgi vermemektedir. Diagnostik tanıların seçilmesi bu nedenle klinik senaryoya ve hasta yönetiminde belirli informasyona dayanmalıdır.
Logged
kezban62
Moderatör
*


Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 11424



Üyelik Bilgileri WWW
« Yanıtla #2 : 06 Mayıs 2010, 18:32:35 »


1-Aortografi:
Retrograd aortografi şüphelenilen aort diseksiyonu vakalarında kullanılan ilk diagnostik tetkiktir. Aortografide çift lümen veya intimal kanadın görüntülenmesi tanı için yeterlidir. Bununla beraber indrekt bulgular arasında; aortik lümen deformitesi, aortik duvar kalınlaşması, yan dalların anormalitesi ve aortik regürjitasyon vardır ki, bunlar destekleyici bulgulardır. Ernest ve arkadaşları yalancı lüğmenın %87 intimal kanadın %50 disseksiyon vakasında görüntülendiğini göstermişlerdir.
Aortografi uzun yıllardan berı aort diseksionunda diagnostik amaçla değerlendirilmesınde kullanılmıştır. Bununla beraber alternatif diagnostik tanı aracları ile tanışılması ıle beraber aortografi eski hassasiyetını kaybetmiştir. 1989 yılında yapılan retrospektif bir çalışmaya göre aort diseksionunun tanısında aortografinin sensitivite ve spesifitesi %85-95 olarak bulunmuştır. Aortografinin önemli avantajları arasında aort diseksiyonunun genişliği ve yan dalların tutulup tutulmamasıdır.
Dezavantajları; İnvaziv bir prosedür olması, kontrast madde kullanılması, belirli bir riskinin olması ve çalışmayı tamamlamadaki problemlerdir. Aynı zamanda aortografinin uzun sürmesi de bir dezavantajdır. Yine invaziv bir girişim olan aortografi böbrek fonksiyonları bozuk olan hastalarda kotrendikedir.

2-Bilgisayarlı Tomografi:
Aort diseksiyonunda bir veya iki aort lümeninin görüntülenmesi veya kontrast opasifikasyonun ayrılmasında önemlidir. Aort diseksiyonun indirekt bulguları da görülebilir. Tomografinin %83-100 oranında güvenilirliği vardır. Ultrasonik tomografinin süperior imaj rezolusyonu sağlayıp aortun ve bunun yanısıra dallarının 3 boyutlu görüntülenmesini sağlar. Böylece aort diseksionu tanısında tomografi doğruluğu sağlayıp, aynı zamanda anatomik özellikleri daha iyi tanımlar. Tomografi görüntülemenin avantajı noninvaziv olmasıdır. ancak bununla beraber İV kontrast madde kullanılması da gerekmektedir.
Tomografi aynı zamanda yalancı lümende trombüs olup olmadığını ve yine perikardial efüzyonun olup olmadığını tanımlamada da yararlıdır. Tomografinin dezavantajı ise aortik diseksiyonun diğer yöntemlerden daha az sensitif olmasıdır. Bununla beraber intimal yırtık 2/3 vakada tanımlanmakta ancak yınede tam olarak ıdantifiye edilememektedir.

3-MRİ:
Kullanımı özellikle noninvaziv olması, iv kontrastlı meteryal veya iyonize radyoaktif meteryal gerektirmemesi açılarından avantajlıdır. Özellikle transvers sagital ve koronal planda yüksek kalitede imaj sağlamaktadır. Aynı zamanda sol anterior oblik açıyı ve ve torasik aortayı daha iyi görüntüleme olanağına sahiptir. MRİ özellikle torasik aort anevrizması olanlarda faydalıdır.
MRİ %98’e varan sensitifite ve spesifitesi vardır. MRİ intimal yırtıkta %88, trombüste %98 ve perikardial efüzyonda da %100 sensitifiteye sahiptir. MRİ yüksek doğruluğa sahip bir tanı metodudur. Ancak MRİ'nın birkaç dezavantajı vardır. Pil takılı hastalarda, vasküler kliplerde, metalik prostetik kalp kapağı olanlarda özellikle kontrendikedir. Yan dalların görüntülenmesınde biraz daha sınırlıdır ve aortik regürjitasyonun varlığını tam olarak tanımlayamaz.

Aort diseksiyonu olan birçok hasta hemodınamik yönden stabil değildir ve iv antihipertansif medikasyonlara tabi tutulmalıdır. Bu antihipertansif medikasyonlar esnasında atreriyel basıncın görüntülenmesi lazımdır. Fakat MRİ'nın kullanılması bu görüntülemeyi engellemektedir ve aynı zamanda uzun çalışma boyunca hastayı kısıtlamaktadır.

4-Ekokardiyografi:
Şüpelenilen aort diseksiyonlarında kullanılan bir tanı metodudur. Noninvazivdir ve çok rahat kullanılabilir. Ekokardiografide aort diseksiyonu tanısı intimal kanadın aort lümeninde gösterilmesi ve yine aort lümenınden yalancı kanalın ayrılması ile konabilir. Bunun yanında kalpdeki diğer artefaktlarda aortik lümende aortik diseksionu taklit eden dansite değişiklikleride yapabilirler. Bu tür intimal bozukluklar artefaktlardan ayırmak için disseke olmuş kısmın aortik duvardan veya diğer kardiak yapılardan bağımsız bır haraketının olmasının yanısıra doplerde de iki lümen arasında farklı rengin görülmesi gerekmektedir. Eko'da yalancı lümenin tromboze olduğunun gösterilmesi ve yine intimal kalsifikasyonun veya aortik duvarın kalınlaştığı durumların görülmesi aort diseksionu tanısını destekler.
Transtorasik ekoda %59-85 sensitivite ve %63-96 spesifite ye sahiptir. Ascenden aortada sensitifite %78-100, descanden aortada ise %31-55'dir.
Transösefagial ekoda ise daha iyi bir anatomik görüntüleme ve anatomik detay vermektedir. Bu tetkik genellikle hastada yatar pozisyonda sedasyonda yada genel anestezi altında yapılır. Bu prosedürde noninvazivdir.

TEE, aort diseksionunun klinik tanısında çok önemli bir yere sahiptir.

Teşhis doğrulanır (intimal menbran )

intimal yırtık -Diseksiyon genişliği

LV duvar haraketleri

Bronş tutulumu

Aort regürjitasyonu ve derecesi

Perikard veya plevral sıvı belirlenebilir.

TEE'nın relatif kontrendikasyonları arasında; bilinen bir özofajeal hastalığın olması ve yine hastalarda %3'e kadar varan tolere edememe görülmektedir.
Önemli yan etkileri arasında bronkospazm, hipertansion, bradikardi, ösefajeal perforasyon vardır. Ancak bu komplikasyonlar %1'den daha az oranda görülür. Önemli bir dezavantajı da distal desendan aorta ve proksimal arkın interpozisyonunda tam olarak bilgi verememesidir.

TEE ile aort diseksionunun tanısında %98-99 sensivite bildirilmiştir. İntimadaki yırtıklarda %73, trombüste %68 sensitivite vardır. Aortik regurjitasyon ve perikardial effüzyonda ise bu oran %100'dür. Eğer intimal flep tek başına görülmüşse ve başkada destekleyen bulgusu yoksa diseksion tanısı tam definitif değildir ve başka görüntüleme yöntemleride yanlış pozitif sonuçları ekarte etmek için kullanılmalıdır.

Ballol ve arkadaşları 34 aort diseksiyonlu hastaya TEE uyguladılar. Bu hastaların 7'sinde koroner arter tutulumu da vardı ve yine bu 7 hastanın 6'sında TEE ile intimal kanadın koroner ostiuma doğru uzandığı gösterildi. Bununla beraber TEE koroner arterin sadece proksimal bölgelerini göstermektedir. Bu yüzden koroner ateroskleroz durumlarında anjiografi gerekmektedir. Bir çalışmada aort diseksiyonundan şüphelenilen hastakların %42-68 gibi bir oranda TEE ile tanı ekarte edilmiştir. Bu hastalarda sebebi bilinmeyen bır göğüs ağrısı mevcuttu. Granado ve ark. TEE ile 42 vakada göğüs ağrısının alternatif sebeplerini tespit etmişlerdir.

Bu nedenler arasında; sol ventriküler haraket anomalileri, aort stenozu, perikardial efüzyon ve kardiak tamponad bulunmaktaydı.Yıne yapılan başka bir çalışmada diseksiyon bulunmayan hastaların %73 kadarında diğer aortik anomaliler tespit edilmiştir. Yine bunların %23'üne infaktüs veya iskemi eşlik etmekteydi.

İntravasculer USG: (IVUS)
Yamada ve ark. 15 hasta ile intravaskuler USG ile kronik aort diseksiyonu bulguları üzerinde çalıştılar. Bu çalışmalarda intravaskuler USG torasik aortadaki intimal yırtığı ve tüm aort segmentlerini iyi bir şekilde göstermekteydi. İntravaskuler USG abdominal aortanın da değerlendirilmesinde faydalı bulundu

AORT KAPAK HASTALIKLARI

Bilindiği gibi aort kapağı sol karıncık ile aorta arasında bulunan yarımay şeklinde (semilunar yapıdaki) 3 yaprakçıktan (leaflet) oluşan bir kapaktır. Erişkinde çesitli etyolojik nedenlerle aort kapağında patolojik bozukluklar ortaya çıkabilir.
Bu patolojiler aort darlığı, aort yetmezliği veya aort darlık + yetmezligi şeklinde olabilir. Doğuştan bazı insanlarda 2 yaprakçıklı olabilmektedir. Aort stenozu doğuştan (konjenital): Supravalvar, Subvalvar, Valvular ya da sonradan: Akut romatizmal ateş ve diğer nedenlere bağlı olarak görülmektedir. Şiddetine göre aort stenozu üç tiptir; Şiddetli (kapak alanı<0.7 cm2), orta (kapak alanı 0.7–1.2 cm2) ve hafif (kapak alanı >1.5 cm2).

Aort stenozu
Aort stenozu 5 /10,000 oranda görülen nadir bir hastalıktır. Orta ileri yaşlara kadar semptom vermez. Doğuştan 2 yaprakçıklı kapak zemininde hastalık daha kolay gelişir. Aort kapağı açıklığının daralmasıyla karekterize olan aort darlığı erişkinde görülen kalp kapak hastalıkları arasında prognozu en kötü olan patolojidir. Aort kapakta bazı nedenlerden dolayı darlık olabilir. Semptomatik hastaların tamamı tedavi edilmedikleri takdirde 5 yıl içinde kaybedilirler. Sol ventrikül çıkım yolundaki darlık nedeniyle sol ventrikul sistolik basıncı yükselir, subendokardial bölge kan dolaşımı bozulur (kalp damarlarına gelen kan da azalacağından kalp kası kanlanması da bozulur) ve bunlara sekonder olarak sol karıncık büyümesi (ventrikül konsantrik hipertrofisi) gelişir. Bu degişikliklere bağlı olarak hastalarda bayılmalar (senkop), ritm bozukluğu (aritmi), eforla gelen göğüs ağrısı (angina pektoris), ve kalp yetmezligi bulguları ortaya çıkabilir.

Belirtiler; bayılma, iş güç yaparken zayıflık, iş yaparken nefes darlığı, çarpıntı, göğüs ağrısı, baş dönmesidir.

Nedenler

· Akut romatizmal ateş

· Dejeneratif Aort darlığı

· Enfektif endokardit

· Bikuspit aorta (konj)

Ameliyat İndikasyonları

· Klinik semptomların bulunması (senkop, kalp yetmezligi vs.)

· Aort kapak alanının 0.7cm2/M2 ‘den az olması

· Sol karıncık ile aorta arasında normalde var olmayan bir basınç farkının (Transvalvuler sistolik mean gradientin) 50 mmHg’den fazla olması

Cerrahi Tedavi
Aort darlığının cerrahi tedavisi genellikle kapak replasmanı ile olur. nadir vakalarda onarım yöntemleriyle (Davids Prosedürü) darlık giderilebilir. Kapak replasmanı mekanik protez, biyolojik protez, (xenogreft) veya kadavradan alınan homogreftlerle yapılabilmektedir. Aort kapak cerrahisine baglı mortalite % 3-5 arasında bildirilmektedir.

Aort yetmezliği
Aort kapağının kalbin gevşemesi sırasında (diyastol) tam olarak kapanamaması nedeniyle aortadan sol karıncığa kanın geri kaçması (regürjitasyon) anlamına gelmektedir.
Bu nedenle diyastol sırasında aorta ve sistemik arterlerde basınç düşerken sol ventrikülde volüm fazlası nedeniyle basınç yükselir. Artan diyastolik volüm ve basınç bir sonraki kasılmada (sistol) ventrikülün daha kuvvetli bir kontraksiyon yapmasına, dolayısyla sistolik arteriyal basıncın yükselmesine neden olur. Artan sistolik basınç ve azalan diastolik basınç nedeniyle ikisinin farkı demek olan nabız basıncı yükselir. Artan nabız basıncı aort yetmezliği kliniğinde görülen arterlerin dansı (dans des arteres), tüfek patlaması (pistol shot) vs. gibi bulguların ortaya çıkmasına neden olur. Aort yetmezliği edinsel valvüler hastalıklar arasında prognozu en iyi olan patolojidir. Aort yetmezlikli hastaların tedavi edilmedikleri takdirde % 50 sinin 10 yıl yaşayabildikleri bilinmektedir.
Hastalarda nefes darlığı, bayılmalar, göğüs ağrısı ve hafif kalp yetmezliği görülebilir. Kalpte şiddetli kan geçiş sesi vardır. Ağır durumlarda kapakçık değiştirilerek kesin tedavi yapılır.
Nedenleri, romatizmal ateş, endokardit, hipertansiyon, Marfan sendromu (Kromozomal bir hastalık), aort diseksiyonu, ankilozan spondilit, Reiter sendromu (bağ doku hastalığı) ve sifilizdir. Görülme oranı 5 /10,000 dir. Erkeklerde 30 - 60 yaşları arasında sıktır.

Belirtiler (Semptom);

· çarpıntı,

· hissedilen güçlü nabız,

· düzensiz nabız, bayılma,

· özellikle iş yaparken güçsüzlük,

· nefes darlığı,

· yorgunluk,

· göğüs ağrısıdır.


Nedenler

· Romatizmal kalp hastalıkları

· Ascenden aort anevrizmaları

· Enfektif endokardit

· Marfan sendromu

· Aort disseksiyonları

· Konnektif doku hastalıkları (pan, lupus vs. )

· Syfiliz

· Künt travmalar

·

Ameliyat indikasyonları

· Klinik belirtilerin bulunması (senkop, kalp yetmezligi angina .)

· Diastolik tansiyonun 50 mmHg den küçük olması

· Nabız basıncının 100 mmHg den fazla olması

· Angiokardiografik olarak 3-4 derece kaçak olması

· Sol ventrükül diastolik çapının artması


Cerrahi Tedavi
Aort Yetmezliğinde cerrahi tedavi aort darlığında olduğu gibi kapak replasmanı şeklinde olur. Aort yetmezliği ile birlikte çıkan aortada (ascenden aorta)’da balonlaşma (anevrizma) veya yırtılma (disseksiyon) varsa bu durumda aort kapağı ile birlikte çıkan aortanın da sunni bir greftle değiştirilmesi (replasman) gerekmektedir (Benthall De Bono veya Cabrol ameliyatları).
Logged
kezban62
Moderatör
*


Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 11424



Üyelik Bilgileri WWW
« Yanıtla #3 : 06 Mayıs 2010, 18:33:44 »

ANGİNA PECTORİS


TANIM:
Koroner arter hastalığı (KAH) genel bir terimdir ve koroner arterlerin her türlü patolojisini kapsar. KAH yapan çok çeşitli nedenler tablo 1'de gösterilmiştir. Bunlar içerisinde en sık rastlanılan neden koroner aterosklerozdur(Kireçlenme). Koroner arterlerdeki kireçlenme kalp kasının kan perfüzyonunu anormal bulgu verecek şekilde azaltmışsa, aterosklerotik kalp hastalığı (ASKH) veya koroner kalp hastalığı (KKH) diye ad verdiğimiz çeşitli klinik tablolar ortaya çıkar. Bu anlamda bazen iskemik kalp hastalığı terimi de kullanılmaktadır. Amerika Birleşik Devletler'inde KKH'na bağlı ölümler son 20 yılda eskiye göre bir azalma göstermiştir ama koroner ölümler halen birinci sıradaki ölüm nedenidir. Yılda yaklaşık 500 binden fazla kişi bu nedenle ölmektedir. Amerikalıların %3.1'inde (7 milyon) aktif koroner arter hastalığı vardır. Kuzey Amerika, Avustralya, Belçika, Finlandiya, Japonya gibi endüstri ülkelerinde 1960'lı yılların sonlarında KKH mortalitesinde önemli yükselme olmuş, sonradan azalmıştır. Rusya, İsveç ve Doğu Avrupa ülkelerindeki KKH'na bağlı ölüm oranı ise halen artmaktadır.
Ülkemize gelince, Türk Kardiyoloji Derneği öncülüğünde 1990 yılından beri yürütülen çalışmalardan elde edilen sonuçlara göre, Türkiye genelinde erişkinlerdeki KKH sıklığı %3.8 (erkeklerde %4.1, kadınlarda %3.5)'dir. Ülkemizde yaklaşık 1.200.000 kalp hastası vardır ve yılda 130.000 kişinin bu nedenle öldüğü tahmin edilmektedir.

Koroner arter hastalığı nedenleri:
- Koroner ateroskleroz (koroner damarlarda kireçlenme)
- Koroner embolisi(koroner damarların pıhtıyla tıkanması)
- Koroner arterlerin ani sinirsel uyarılarla kasılarak kapanması.
- Doğumsal koroner damar anormalikleri


KORONER ATEROSKLEROZDAKİ RİSK FAKTÖRLERİ:
Ateroskleroz gelişen kişilerde bazı faktörlerin genel populasyona göre daha sık bulunduğu epidemiyolojik çalışmalardan anlaşılmıştır. Bu faktörlere risk faktörleri denilmiştir. Son 20 yılda bu faktörlerin tanımında önemli gelişmeler olmuştur. Risk faktörü kavramı, en az bir risk faktörü olan bir kişide aterosklerotik bir olay gelişme şansının daha fazla veya daha erken olacağı görüşünü kapsar. 65 yaşın altındaki insanların çoğunda bu risk faktörlerinden biri veya fazlası bulunur. Birden çok risk faktörleri varsa aterosklerotik olay daha da hızlanmaktadır. En önemlileri hiperkolesterolemi (kanda kollesterol yüksekliği) ,Hipertensiyon (HT) ve sigara içmedir .

Koroner kalp hastalığı için risk faktörleri

Pozitif risk faktörleri:
- Yaş
Erkek > 45 yıl
Kadın > 55 yıl ve östrojen tedavisi almamış erken menopoz,
-Uzun süreli doğum kontrol hapı kullanılması
- Aile hikayesi: Birinci derecede erkek akrabalarda 55, birinci derecede kadın akrabalarda 65 yaşından önce infarktüs veya ani ölüm bulunması.
- Hiperlipidemi: Total Kolesterol > 200 mg/dl. (LDL-Kolesterol >130 mg/dl).
- Hipertansiyon veya antihipertansif tedavi alıyor olmak.
- Sigara içimi
- Diabetes mellitus( Şeker)
- HDL-Kolesterol < 35 mg/dl olması.
-Obezite, stress, fizik aktivite azlığı


Bu faktörlerin bir kısmı önleyici veya koruyucu yöntemlerle değiştirilebilirler. Yaşlanma, cinsiyet ve genetik faktörler ise değiştirilemezler. Yüksek kolesterol düzeyinin düşürülmesi, HT'nun tedavisi, sigaranın yasaklanması ile KKH riski ve ölümleri azaltılabilmektedir.
Risk faktörlerinin bir kısmı yaşlanma ile birlikte olduğundan yaşlanma da kompleks faktörlerden biridir.

CİNSİYET ve YAŞ: Ateroskleroz uzun yıllar içinde gelişen bir olaydır ve yaş ilerledikçe ateroskleroz sıklığı artar. Erkeklerde 40-45, kadınlarda 50-55 yaştan sonra aterosklerotik olaylar çıkmaya başlar. Kadınların ÖRT (östrojen tedavisi) almaması, erken menapoz veya uzun süreli doğum kontrol hapı kullanılması da riski artırır. Menapozdan önce KKH görülmesi açısından kadın/erkek oranı 1/7'dir. Menapozdan sonra bu fark giderek azalır ve 70 yaştan sonra erkeklere eşitlenir.


HİPERTANSİYON: KKH ve serebrovasküler hastalıkta önemli bir risk faktörüdür. Kan Basıncı (KB) artışına paralel olarak risk de artar. Orta yaş grubunda KB 160/95 mmHg'yı aştığı zaman, KB:140/90 mmHg'dan düşük olanlara göre KKH insidansı 5 misli artabilmektedir. Bu durum her iki seks için de geçerlidir..

SİGARA İÇME: Günde 1 paket sigara içilmesi ateroskleroz gelişmesini hızlandırdığı gibi, KKH'dan ölüm oranını da %70 artırır. Sigara içenlerde KKH riski içmeyenlere göre 3-5 misli artmıştır. Mortalite artışı içilen sigara miktarı ile orantılıdır ve yaşlanma ile azalır.Myokard infarktüsüne bağlı ölüm oranı kadın tiryakilerde de artmıştır ama erkeklere göre daha azdır. Diabetik ve hipertansiflerde sigara içilmesi ateroskleroz mortalitesini çok daha fazla artırır. Ani ölüm riski de artar. Sigaranın kesilmesiyle risk oldukça azalır ve 1-2 yılın sonunda içmeyenlerin seviyesine ulaşır.

DİABETES MELLİTUS (DM) (ŞEKER HASTALIĞI): Diyabetiklerde, DM olmayanlara göre miyokard enfarktüsü sıklığı 2 misli fazladır. Bu risk genç diyabetiklerde daha fazladır. Yine diyabetik kadınlarda diyabetik erkeklere göre KKH eğilimi artmıştır.

OBESİTE (ŞİŞMANLIK) ve FİZİKSEL AKTİVİTE AZLIĞI: Vücud ağırlığı ideal değerlere göre %30'dan fazla olanlarda KKH görülme sıklığı daha yüksektir. Obesite hiperlipidemi, DM ve HT gelişmesini kolaylaştırabilir.Özellikle göbek kısmında yağlanma tipi obesite ile KKH arasındaki ilişki daha fazladır. 50 yaşın altındaki aşırı obesite, tek başına, az da olsa KKH için risk oluşturur.
Framingam çalışmaları, sedanter (fiziksel aktivite azlığı ) yaşayan bireylerin ani ölüme daha fazla yatkın olduklarını göstermiştir. Mekanizma tam gösterilemese de fiziksel aktivite azlığının lipid profilini, yağlanmayı, KB'nı, glukoz toleransını, kalp damarlarındaki kapasiteyi kötü yönde etkilediği bilinmektedir. Sedanter kişiler fiziksel aktivitelerini artırırlarsa, risk faktörlerini azaltma şansları vardır.

DİYET: Serum Kolesterol ve LDL-Kolesterol düzeyleri yağ alımı ile yakından ilişkilidir. Tuz yenmesi hassas kişilerde Kan basıncını artırır. Tekli ve çoklu doymamış yağlar, balık yağı, lifli gıdalar gibi diyet komponentlerinin ateroskleroz gelişiminde iyi etkisi olduğu gösterilmiştir.

STRESS ve PERSONALİTE: Fiziksel veya ruhsal streslerin ve sıkıntıların KKH veya ani ölümü arttırdığına dair klinik izlenimler vardır.

HİPERLİPİDEMİ: Kolesterol (C) ve trigliserid (TG) düzeylerinin kanda tek tek veya birlikte yükselmesine hiperlipidemi (lipid yüksekliği) denir. En önemli risk faktörlerinden biridir. Plazma lipid düzeylerinin ölçülmesi hiperlipidemili(lipid yüksekliği olan )kimselerin belirlenmesini sağlar ve böylece erken aterosklerozu tesbitine ve önleyici tedbirlerin alınmasına yardımcı olur.

Koroner Damar Hastalıkları(Kalp Krizi/Spazmı) Nasıl Oluşur?
Kalbde tıpkı diğer organlar gibi sürekli oksijenlenmeye ve beslenmeye yani kanlanmaya gerek duyar.Kalbin tüm yaşam boyu kesintisiz çalışmasının ilk güvencesi bu kanlanmayı sağlayan koroner damarlardır.Koroner damarların damar sertliği dediğimiz tutulumu kalbin beslenmesini bozarak bir dizi önemli ve bazen hayat tehdit edici olabilen sorunlara neden yolaçmaktadır.
Damar sertliği esas olarak,yağ,bazı bağ dokusu elemanları ve kimi dönüşmüş savunma hücrelerinden oluşmuş plak dediğimiz yapıların, damar iç duvarını zaman içinde daraltarak kalbe giden kan akımını kısıtlaması ve bazende tamamen kesmesi sonucunu doğurmaktadır.
Damar sertliği dışında daha az rastlanan ve benzer kan akımı kısıtlamasını ama bu kez farklı bir mekanizma ile yapabilen ve genellikle strele tetiklenen dmar spazmınada değinmeden geçmemeliyiz.
Nedeni ne olursa olsun kalbe giden azzalmış veya kesilmiş kan akımının ortak sonucu koroner kalp hastalığı denen bir dizi hastalığın oluşumudur.Bunlar: Yalnızca efor srfetme ile göğüs ağrısı vb yakınmaların belirdiği kararlı göğüs ağrıları; kalp krizine evrilme olasılığı yüksek olan yeni başlangıçlı veya istirahatde beliren kararsız ağrılar;kalp krizi ve ani kalp kaynaklı ölümlerdir.

Kalp krizi çoğu zaman,kalbi besleyen koroner damarlardaki damar sertliği ile oluşmuş damarı içten daraltan plakların yırtılması ve bu yırtılmanın kan pıhtılaşma mekanizmasını tetikleyerek damarı tam tıkaması ile oluşur.
Tıkanan damarın beslediği alan,yani kalp kası ölmektedir.
Pek çok kişide kalp-damar/koroner hastalıkların ilk belirtisi kalp krizi olabilmektedir.
Sıklıkla gün içerisinde sabah erken saatlerde ortaya çıkmaktadır.
Göğüs ağrısı çoğunlukla döş kemiğinin arkasında geniş bir alanda(örneğin nokta kadar değil) baskı, basınç,ezici tarzdadır.Ağrı heriki kola,omuza boyun ve çeneye,mideye yayılaabilmektedir.Ağrıya terleme, bulantı,halsizlik,kusma eşlik edebilir.
Daralmış olan koroner damarlar neden göğüs ağrısına neden olur?
Vücudun her yerinde o bölgeye kan, dolayısı ile de dokunun kullanacağı gıda maddeleri ve oksijeni taşıyan damar sistemleri vardır. Koroner damarlar da kalbin kendisini besler. Kalbi besleyen atar damarlarda daralma veya tıkanıklık olduğunda kalp gerekli gıda ve oksijeni alamaz. Kalp gereğinden daha az besin ve oksijenle çalışmak zorunda kalır. Fizik yorgunluk, stres ve ağır yemeklerden sonra kalbin daha fazla çalışması gerektiğinden oksijen ihtiyacı artar. Daralmış olan damar yatağı oksijen ihtiyacını karşılayamaz ve bu göğüs ağrısına neden olur. Şemaya baktığınızda, koroner damarların kalbin dış yüzünü sardığını görürüz. Bu damarların hepsi açıksa sorun yoktur. Biri veya bir kaçının iç hacmi daralmış ise göğüs ağrısı (anjina) oluşur. Eğer damar tamamen tıkanır ve kan akımı durursa, kalp krizi gelişir.
Günümüzde kalp krizinde tedavi yaklaşımı krizden sorumlu damarın pıhtı eriticiler veya acil koroner angiografi ile tıkanan damarın belirlenerek buraya balon angioplasti ve/veya stent uygulaması ile açılmasıdır.
KORONER ANJİOGRAFİ
Koroner anjiografi, özel bir kamera ile kalbinizin atar damarlarının incelendiği bir röntgen film çekimidir. İşlemi kateter laboratuarında gerçekleştirilir. İşlemi gerçekleştiren doktorunuz kolunuzdaki veya bacağınızda büyük atar damarların birine ince küçük bükülebilir bir boruyu (katater) yerleştirir. Daha sonra kalbinizi besleyen küçük atar damarların (koroner damarlar) çıktığı en büyük atar damara (aorta) kadar ilerletir. Daha sonra katater koronerlerin aortaya giriş yerlerine yerleştirilerek, koroner arterlerinize, boyalı bir madde verilir. Böylece çekilen filmlerde koroner damarlarınız görüntülenebilir ve hangi bölgelerinde ne kadar darlık olduğu tesbit edilebilir.

Anjiografi doktora hangi bilgileri verir?

Anjiografi koroner arter hastalığı bulunup bulunmadığını gösteren en doğru yöntemdir. Damar sertliği nedeni ile koroner arterlerin hangi bölgesinin ne kadar daraldığını ve / veya tıkanığını tesbit edebilir. Kalp kateterizasyonu ile kalp kapaklarının ve duvarlarının işlevlerindeki kusurlar da gösterilebilir. Anevrizma (kalbin bir bölümünün, kalp krizi sonrası, dışarı doğru bombelenmesi) veya kalp delikleri gibi doğumsal kalp hastalıklaının teşhisi için de kullanılabilir.

Koroner Kalp Hastalığı'ndan KORUNMA :

Yaş, cinsiyet, kalıtım gibi unsurlardan kaçamayız. Kadınlarda menapozu geciktirici ilaç kullanmak ise (bu ilaçların dolaylı olarak KKH oluşumunda rol oynaması nedeniyle) sakıncalıdır.İkinci grup unsurları değiştirmek ve koroner kalp hastalığından korunmak ise bizim elimizdedir. Sigara bırakılabilir, en azından azaltılır.Hipertansiyon tuz kullanımı kısıtlanarak ve ilaçlarla kontrol edilebilir.Diabet (şeker hastalığı) diyet ve ilaçlarla kontrol altına alınabilir.Alkol ve kahve kullanımı azaltılmalıdır.Değiştirilebilir faktörler içinde önlenmesi belki de en zor olanı strestir. Kişinin kendi iradesi, çevre ve ailesinin yardımı, gerekirse psikiyatrist ve psikologların tedavisi ile stres yenilebilir. Sürekli stres altında kalan kişiler öncelikle stresin nedenlerini düşünmeli, bunları ortadan kaldırmaya çalışmalı veya bunlardan mümkün olduğunca uzak durmalıdır.Bir çeşit kan yağı olan kolesterol total (toplam) düzeyinin azaltılması ve kolesterolün bir alt ünitesi olan HDL-Kolesterol düzeyinin artırılması diyet ve (gerekirse) ilaçlarla sağlanabilir.spor ve egzersiz, akupunktur, bitki çayları, (hekim gerekli görürse) ilaç tedavisi ve cerrahi tedavi (ameliyat). Bunlar yapılırken dikkat edilmesi gereken nokta kiloların yavaş yavaş ve uzun zamanda verilmesidir; unutulmamalıdır ki hızlı verilen kilolar yine hızlı bir şekilde yerine gelebilir.Hareketsiz (sedanter) yaşamdan mümkün olduğunca kaçınmalı; örneğin yakın mesafeler için araba kullanmamalı, asansör yerine merdivenleri tercih etmeli, hergün düzenli yürüyüşler ve egzersizler yapmalıdır. Yalnız sporu yaşımıza ve bünyemize göre yapmalı, vücuda aşırı yüklenmemelidir. Gut hastalığı varsa hekimin vereceği ilacı düzenli kullamalı, protein diyetine uyulmalıdır. Hiperkalsemi (kan kalsiyum düzeyinin yüksek olması) kan tahlillerinde saptanmışsa doktora başvurmalıdır, kontrol altına alınmalıdır.Bayanların oral kontraseptif denen doğum kontrol haplarını uzun süreli kullanmaları KKH açısından sakıncalıdır, mümkünse diğer doğum kontrol yöntemleri kullanılmalıdır. Bu ilaçlar kullanılmadan önce hekime danışmada fayda vardır.

Hastalığın Seyri

Koroner kalp hastalığında en çok korkulan olay; koroner damarlardan hiçbirinin kalp kasının kanlanmasını (dolayısıyla oksijenlenmesini) yeterince sağlayamaması, böylece kalbin kasılamaması ve vücuda kan gönderememesidir. Bu olay halk arasında kalp krizi olarak bilinen "myokard infarktüsü"dür.

Koroner kalp hastalığı bu safhalara gelinmemesi için zamanında teşhis konulup tedavi edilmelidir; en güzeli ise şüphesiz, daha hiç bu rahatsızlıklar yokken risk faktörlerinin belirlenip bunlardan mümkün olduğunca korunmaktır.

Özellikle belli bir yaştan sonra düzenli aralıklarla kalp muayenesi, tansiyon ölçümleri ve check-up yaptırmak hayati önem taşır.
Logged
kezban62
Moderatör
*


Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 11424



Üyelik Bilgileri WWW
« Yanıtla #4 : 06 Mayıs 2010, 18:34:55 »

Koroner Kalp Hastalığı, By-Pass » Beslenme
Sağlıklı beslenmek için diyet katı yağlardan ve kolesterolden fakir; sebze, meyve ve lifli gıdalardan zengin olmalıdır. Günlük tuz kullanımı 6 g'ı geçmemelidir.

Yağ tüketimi total enerjinin %30'u kadar (%25-35) olmalıdır.
Kolesterol ve yağ tüketimi
Kolesterol miktarı yüksek besinler, sakatat (beyin, ciğer, böbrek), tereyağ ve yumurta sarısı doymuş yağlardan da zengin olan gıdalardır. Haftada 1 yumurta sarsından fazla yemeyiniz. Yemeklerinizde doymamış yağ grubundan olan bitkisel yağları; ayçiçeği ve soya yağı tercih ediniz. Kan kolesterol seviyesinin artması bypass hastaları için önemli risk faktörüdür. Bu maksatla düzenli takip ve tedavsini önermekteyiz.Kandaki değerlerinize göre doktorunuza danışarak diyet listesi alınız.

Yağsız diyet süt ürünleri (peynir, yoğurt, süt) kullanılmalı, kuzu-koyun eti yerine daha az yağlı dana eti ile tavuk, hindi ve özellikle balık tercih edilmeli, sakatat, pastırma, sucuk, sosis, salamdan kaçınılmalıdır.

Protein, Karbonhidrat ve Lifli Gıda tüketimi
Her gün et yenilmesi gerekli değildir. Protein gereksinimi, bezelye, nohut, kuru fasulye, mercimek gibi kuru baklagillerden ve tam tahıllardan da karşılanmalıdır. Bu besinler liften de zengin olduklarından kabızlık yapmamaktadır. Baklagiller, tahıllar ve sebzeler diyette önemli bir yer tutmalıdır.

Damar sertliği hastalığında karbonhidratların da rolü olabilir. Genellikle yapılan bir hata, damar sertliğinden korunmak için diyette yağ miktarını azaltırken, karbonhidrat miktarının arttırılmasıdır. Diyetteki karbonhidratlar total kalorinin %60'ını geçmemelidir. Bu durumda, kolesterol düşerken, trigliseridlerde artma meydana gelebilir. Basit şekerler serum trigliserid düzeyini arttırmakta ve kalbi koruyan kolesterolü düşürebilmektedir . Bu nedenle saf ve rafine şekerler yerine (şeker ve şeker ilave edilmiş gıdalar) kompleks karbonhidratların nişastalı gıdaların tüketilmesi daha uygundur. Kompleks karbonhidratlar daha düşük kalorili olmalarının yanı sıra lif, mineral, protein öncüsü maddeler bakımından da zengindir.
Lifli gıdalar özellikle yüksek kolesterollü kişilerde önerilmektedir. Gıdalarla alınmak üzere günde 20-30 gr lif önerilmektedir. Yulaf ürünleri, tam pirinç (kepekli), kuru baklagiller, tam ekmek, sebzeler, meyveler liflerden zengin gıdalardır.

Koroner Kalp Hastalığı, By-Pass » Acil Olarak Hastaneye Başvurulması Gereken Durumlar

Ameliyat öncesi ağrılara benzeyen ciddi göğüs ağrısı, nefes darlığı ile birlikte olan çarpıntı, dinlenmekle geçmeyen nefes darlığı, yüksk ateşle birlikte titreme, bacak ve kollarda ani his ve hareket kaybı, bayılma atakları, makattan taze kan gelmesi, katran kıvamında büyük tuvalete çıkma, kahve telvesi şeklinde kusma şikayetleri varsa acile hastaneye başvurmak gerekir.

Tipik göğüs ağrısının yayılma bölgeleri

Koroner Kalp Hastalığı, By-Pass » Kimlere By-Pass Yapılır?
Göğüs ağrısı ve nefes darlığı şikayeti olan bireylere, kalp anjiosu dediğimiz kalbi besleyen damarların ilaçlı madde ile görüntülenmesi sonuçunda tıkanıklıklar tespit edilmektedir. Bu tıkanıklıkların tipine ve derecesine göre tedavi şekli ilaçla, balonla damar açma, damar içine stent denilen genişletici metal yerleştirme yada bypass cerrahisi şeklinde değişkenlik göstermektedir. Bypass cerrahisi; balona yada stente uygun olmayan damar tıkanıklığı olan hastalara uygulanmaktadır. Tıkalı olan tüm damarlara genellikle bypass yapılabilir. Fakat kalbi besleyen damarlarında çeşitleri olup buna görede bypass kararı değişkenlik gösterebilir. Kalbi besleyen damarlar sol ana damar, sol inen damar, sol kıvrım yapan damar ve sağ ana damar şeklindedir. Bunlardan sol ana damar ve sol inen damarın daha başından itibaren tıkanıklıkları çok önemli olup tek başına tıkalı olmaları bile ameliyat için kriterdir. Bunun haricinde herhangibir 3 damar tıkanıklığı, sol inen damar tıkanıklığı ile birlikte kalp kasılma fonksiyonlarında bozulma ve ek olarak herhengibir damar tıkanıklığı ameliyatı gerektirir. Şeker hastalarında genellikle çok damar tutulumu olup, tıkanıklığın derecesi ve tipi kötüdür .Çoğunlukla balon yada stentle tıkanıklık açılamaz ve bypass cerrahisi için aday hastalardır
ÇARPINTI

Tanımı:
Hastanın kalp ritmindeki değişiklikleri veya kalbin kuvvetli vuruşunu hissetmesi.

Eşlik eden şikayetler:
Bayılma,
Göğüs ağrısı,
Morarma,
Terleme,

Bu şikayete neden olabilecek hastalıklar:
Kalp ritim bozuklukları,
Hipertansiyon,
Kansızlık,
Guatr,
Stres,

İlgili branşlar:
Kardiyoloji
İç Hastalıkları
Psikiyatri

Tedavi yöntemleri:
İlaç tedavisi,
Ciddi ritim bozukluğunda ritim bozukluğu yaratan odağın yakılması.

Öneriler:
Öncelikle çarpıntıya neyin neden olduğunun tespit edilmesi gerekir. Bu nedenle öncelikle bir Kardiyoloji Uzmanı tarafından değerlendirilmesi önerilir.
Logged
kezban62
Moderatör
*


Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 11424



Üyelik Bilgileri WWW
« Yanıtla #5 : 06 Mayıs 2010, 18:36:07 »

AORT DARLIĞI
(AS)

Kalbin sol tarafından çıkan ana damardaki darlıktır (Şekil 5). Kalbin sol karıncığının organlara kan göndermek için daha fazla çalışmasına neden olur. Darlık hafif, orta ve ağır derecede olabilir. Hastanın yakınmaları, bulguları, tedavi gerekip gerekmediği ve tedavi şekli tamamen darlığın derecesine bağlıdır.

Tanı nasıl konulabilir ?

Ağır olmayan vakalarda tanı genellikle muayene sırasında üfürümün duyulması ile konur. Ağır vakalarda büyüme gelişme geriliği, halsizlik göğüs ağrısı ve bayılma görülebilir. Kesin tanı çocuk kardiyoloji uzmanınca yapılan muayene ve ekokardiyografi ile konur.

Tedavide ne yapılabilir ?
Hafif olan darlıklarda, çocuğa herhangi bir zarar vermediği için müdahele edilmez. Bununla birlikte bazı vakalarda darlığın derecesi zamanla artabilmektedir. Bu nedenle darlığın derecesi ekokardiyografi ile takip edilmelidir. Orta ve ağır derecede darlığı olan hastalarda balonlu kateter ile darlığı genişletme yöntemi uygulanır. Bu yöntemin sonuçsuz kalması halinde, ameliyat da gerekebilmektedir.

İleriye dönük yapılması gerekenler :

Sünnet, diş çekimi, diş dolgusu gibi bazı girişimler öncesinde endokardite (kalbin iç tabakasının iltihabı) karşı koruyucu tedaviye ihtiyaç gösterirler. Hastaların belli aralıklarla doktor kontrolünde olmalı gerekir. Hastaların ağır egzersiz programları içeren sportif faaliyetlerden uzak durmaları önerilir.
Anjio Nedir?

Kalp-Damar problemi bulunan bir hastanın kasık damarlarından çok ince özel tellerle girilip kalp damarlarına radyoopak madde verilerek, damar tıkanıklıklarının ve problemlerinin teşhis edilmesine yarayan bir tıbbi işlemdir.

Bir Anjio işlemi şu aşamalardan oluşmaktadır:

1- Skopi aşamasında doktor kalp damarlarına girdiği hastanın görüntülerini bir monitörden gözlemektedir

2- Skopi işlemi; sine denilen kayıt aşaması öncesinde bir hazırlık dönemi olup, hastanın durumuna göre işlem zamanı uzamakta veya kısalmaktadır.

3- Skopi aşamasındaki görüntülerden doktor tarafından uygun bulunanlar sine aşamasında kayıt edilmektedir. Bütün bu aşamalar ayak pedalları (foot switch) ile gerçekleştirmektedir. Sine aşamasındaki kayıt işlemi bir hard diske, medikal filme veya başka herhangi bir kayıt ortamına yapılabilir. Günümüzde hem hard diske kayıt yapılmakta, hem de saklanacak görüntüler medikal filme basılmaktadır. Kullanılan hard disklerin kapasitelerinin sınırlı olması bir kaç işlemden sonra hard diskteki bilgilerinin silinerek, yeni işlem için yer açılmasını gerektirmektedir.

4- Sine aşamasında hard disk kaydının yanı sıra filme basılan görüntüler teknisyen tarafından banyo yapılmakta ve makara film olarak hazırlanmaktadır

5- Hazırlanan filmler “Tagarno” denilen bir film gösterme cihazında doktor tarafından izlenmekte, buna göre hastanın kalp damarlarının durumu teşhis edilmektedir

6- Gerekli teşhis yapılıp bittiğinde filmler yasal zorunluluk olarak arşive kaldırılmaktadır. Bir film makarasına en fazla 5-6 hasta bilgisi sığabilmektedir.
Kalp Hastalarında Beslenme
Kalp hastalari sindirimi kolay yiyecekler seçmeli ve özellikle tuz (sodyum) yemekten kaçinmalidirlar. Sindirim ile kalbin çalismasi arasinda siki bir bag vardir.
Kalp hastaliklari belli bir beslenme programma uyulmasini zorunlu kilar. Hangi kalp hastaligi söz konusu olursa olsun, diyet tedavisinin amaci vücut için gerekli besleyici maddeleri saglarken, kalbin yorulmasini olabildigince önlemektir. Vücudun dolasim dengesini yeniden kurabildigi (kompanse) ve kuramadigi (dekompanse) kalp hastaliklarinda beslenmenin niteliginden çok, niceligi degisir.
Dekompanse kalp hastaligi dendiginde kalbin dokularin gereksinimlerini, özellikle de oksijen gereksinimini karsilamada yetersiz kaldigi anlasilir. Baska bir deyisle kalp kendisine ulasan bütün kani pompalayacak ve uygun bir hizla dolasabilmesi için gerekli gücü uygulayacak durumda degildir. Kompanse kalp hastaliginda ise kalp hasta olmakla birlikte dokularin gereksinimlerini karsilamaya yeterli bir kan dolasimi saglayabilir.

KOMPANSE KALP HASTALIGI

Kalp hastasi için uygun besinler seçilirken besinlerin sodyum içermemesine ve kolay sindirilebilir olmasina özellikle dikkat edilmelidir. Sindirim bir istir. Sindirim sirasinda sindirim organlanna önemli miktarda kan gider. Ne kadar çok besin alinir, sindirim ne kadar uzar ve güçlesirse sindirim organlanna da o kadar fazla kan gitmesi gerekir. Kan kütlesinin her hareketi ve genel olarak dolasimdaki her agirlasma, sistemin motor gücü olan kalp üzerinde bir baski yaratir. Bu nedenle kalp hastalarinin tuz yememenin disinda diyet uygulamalari ve ögünlerde çok yememeleri gerekir.
Aynca besinlerin hacmi fazla olmamali, yani çok yer kaplamadan gerekli miktarda kalori içeren besinler seçilmelidir. Böylece mide asiri gerilmez. Bunun iki yarari vardir. Birincisi sindirim sistemine daha az miktarda kan gitmesi gerekir; ikincisi diyafram daha az yükselir. Mide hemen diyaframin altinda yer aldigindan midenin sismesi diyaframm kalkmasma yol açar. Diyafram baslica solunum kasidir; kasildiginda
gögüs kafesiniii kapasitesi artar ve dis ortamdan akcigerlere daha çok oksijen girer. Siskin mide bu hareketi sinirlayan mekanik bir engel olusturur. Bu durumda akcigerlere daha az hava girer ve buna bagli olarak kalp hastasmm zaten yetersiz olan oksijen alimi daha da azahr. Kalp bu eksikligi karsilamak için olabildigince sik ve uzun süreli kasilmak zorunda kalir. Böylece kan akimim hizlandirmaya ve var olan bütün oksijeni alabilmek için akcigerlerden olabildigince çok 'sayida alyuvarin geçmesini saglamaya çalisir. Ama kalbin yedek kapasiteleri azalmis oldugundan, agir bir yemekten sonra kalp hastasinin solunum güçlügü çekmesi kaçinilmazdir; çünkü vücut, solunumu siklastirarak akcigerlere ulasan oksijen miktanni artirmaya çalisir. Kalbin asiri çalismasini önlemek için kalp hastalari çok yememeli, yemeklerde fazla su ve sivi içmemeli, gazli içeceklerden ve bagirsaklarda mayalanmayi artiran sebzelerden kaçinmalidirlar. Bitkisel besinlerden kaçinmak genel olarak yemegin hacmini azaltir; çünkü bunlarin net besin degeri esit hacimdeki hayvansal besinlerden azdir. Ama burada iki sorun ortaya çikar. Bunlardan biri kabizlik, öbürü ise hayvansal besinlerdeki yüksek yag oranidir. Kalp hastasi uygulanan beslenme rejiminden bagimsiz olarak zaten kabizliktan yakinir; bunun nedeni kalp islevinin zayiflamasina bagli olarak sindirim kanalinda gerçeklesen kan göllenmesidir. Bu olay özellikle dekompanse kalp hastaliginda belirgindir. Kabizlik hem atik maddelerin uzak lastirilmasinin yavaslamasi, hem de diskilama sirasindaki zorlamalar nedeniyle sakincalidir. Ikinma kan dolasiminda ani bir yavaslamaya ve kalbin ancak siddetli bir zorlanmayla asabilecegi bir basinç artisina yol açar. Kalp hastasi bu nedenle diskilama sirasinda çok tehlikeli olabilecek kuvvetli ikinmalardan kaçinmalidir. Sorunu bir ölçüde de olsa çözmek, bu arada hastanin yesillik ve sebzelerden yeterli vitamin ve mineralleri almasini saglamak için beslenmenin dengeli olmasi zorunludur. Bir yandan yemegin hacmi azaltilmali, bir yandan da vitamin ve mineral eksikligi ile kabizlik önlenmelidir.
Kalp hastasi aksam yemegini hafif ve yatmadan en az üç saat önce yemelidir. Yatmadan önce sindirim tamamlanmis olmalidir, çünkü yatay konumda zaten hasta olan kalbin yükü daha da artar. Yiyecekleri iyice çigneme ve görece yavas yeme, sindirimi önemli ölçüde kolaylastirir.
Yavas ve zor sindirilen bütün besinlerden, büsta kizartmalar olmak üzere her türiü kati yaglardan, pasta, krema ve kurabiyelerden özellikle kaçinilmalidir; çünkü bunlarin sindirim salgilarinca yumusatilmasi ve islenmesi güçtür. Gene ayni nedenle taze ekmek yerine bayat ekmek, tost ekmegi ya da grissini yeg tutulmalidir. Sebze ve meyveleri pisirmek daha iyidir. Çünkü pisirme bu besinlerin sindirimini kolaylastirir ve hacmini küçültür.
Kalp hastasi genel olarak vücut agirligina ve yasina göre önerilen miktardan biraz az kalori almalidir. Kati yag orani çok azaltilmali, protein orani normal olmali, proteinler özellikle etten alinmali ve yagin azaltilmasini karsilayacak biçimde seker orani artirilmalidir.

DEKOMPANSE KALP HASTALIGI

Kompanse kalp hastaligi için yapilan bütün öneriler dekompanse kalp hastaligi için de geçeriidir. Ama bu durumda daha kati kisitlamalara gidilmelidir; çünkü kalp çok daha kötü durumdadir ve her hatanin bedeli hemen ödenir. Günlük kalori miktan 1.500ü asmamalidir. Tedavinin baslangicinda hekim gerekli görürse çok siki bir rejim uygulayabilir ve beslenmeyi yalnizca sivilardan olusan bir diyetle sinirlayabilir.
Dekompanse kalp hastasinin beslenmesinde tuz (sodyum) sorunu çok önemlidir. Her seyden önce ödemlerin
ortaya çikmasini önlemek için kesin bir tuz kisitlamasina gidilir. Hastada ödem varsa kan dolasiminin agirlasmasini önlemek ve ödemlerin çözülmesini saglamak için tuz bütünüyle kesilir. Sodyum baslica hücre disi elektrolittir; belirli bir miktarda suyu kendine bagladigindan hem damar yatagindaki, hem de dokular arasindaki sivi miktarini artiran baslica etkendir. Dekompanse kalp hastaliginda alinan sodyum ve su miktan azaltilsa bile, atilan miktar çok daha fazla azaldigindan vücutta tutulan su ve sodyum miktari artar. Tutulan su belirli sinirlan asarsa ödem ortaya çikar. Bu sorunu önlemenin en temel yolu alman sodyum miktarini atilan sodyum miktannm azalmasiyla orantili olarak azaltmaktir. Hastalik ne kadar agirsa, vücut-ta o kadar fazla sodyum tutulur. Dolayisiyla her durum için uygun olacak bir sodyum miktari vermek olanaksizdir. Ama besinlerin içindeki dogal sodyum milctannin yeterli olacagi ve yemek haziriamrken kesinlikle disandan tuz konmamasi gerektigi genel olarak kabul edilir. Kisacasi kalp hastasi ne yemegine, ne salatasina, ne de baska bir yiyecegine tuz katmalidir. Dekompanse kalp hastaligi olanlarin günde bir litreden fazla su içmemesi önerilir
Logged
kezban62
Moderatör
*


Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 11424



Üyelik Bilgileri WWW
« Yanıtla #6 : 06 Mayıs 2010, 18:37:14 »

Elektrokardiyogram (EKG)

Kalbin çalışması sinüs düğümünden çıkan elektrik uyarıları ile olur. Normalde dakikada 60-80 defa çıkan bu uyarılarla önce atriumlar (sol ve sağ kulakçık) kasılır ve içindeki kanı karıncıklara boşaltırlar, daha sonra ise (belli bir gecikmeden sonra) karıncıklar kasılır ve kulakçıklardan kendilerine gelen kanı aorta ve akciğer atardamarına (pulmoner arter) atarlar. Kalpte oluşan bu elektrik akımlarının kağıda yazdırılma işlemine elektrokardiyografi (EKG, elektro, elektrokardiyogram)) denir. Bu akımlar milivoltlar düzeyinde yani oldukça düşük amplitüdlü oldukları için bunların amplifiye edilerek yazdırılmaları gerekir ki bu işi EKG cihazları yaparlar. Pratikte EKG denince bu elektrik akımlarının yazdırıldığı kağıt anlaşılmaktadır.

EKG, kalbin özellikle ritmi, damar hastalıkları, kalp krizi ve kalbin kasının kalınlaşmaları hakkında değerli bilgiler verir. EKG; basit olması, hasta açısından zahmetsiz olması, her yerde uygulanabilir ve ucuz olması nedeniyle yaygın olarak kullanılmaktadır.

Yararlı olduğu durumlar

EKG'nin özellikle yararlı olduğu durumlar:

* Koroner arter hastalığı: kalp damarlarının ateroskleroz sonucunda daralması ve kalbin beslenmesinde problem yaratması,
* Kalp krizi: yeni veya eski,
* Aritmiler: ritim ve iletim bozuklukları (kalbin hızlı çalışması -takikardi- veya yavaş çalışması -bradikardi- ile seyreden hastalıkları, atrial fibrilasyon),
* Kalp kası kalınlaşmaları (hipertrofiler),
* Kardiyomiyopatiler (kalp kasının çeşitli nedenlere bağlı hastalıkları),
* Perikarditler (kalp zarının çeşitli nedenlere bağlı iltihapları),
* Miyokarditler (kalp kasının çeşitli nedenlere bağlı iltihapları),
* Bazı doğumsal kalp hastalıkları.

Bu arada hemen belirtmek gerekir ki EKG, tek başına tanıda yararlı değildir. Özellikle kalp damar hastalıklarında mutlaka hastanın şikayeti, fizik muayene bulguları ve gerekirse diğer laboratuar yöntemleri ile birlikte değerlendirmek gerekir.

Tipik bir EKG. Eski cihazlarda tüm kayıtlar sırayla düz şerit şeklinde bir kağıda alınırken, günümüzde daha modern EKG cihazları tüm kayıtları bir A4 kağıdına alabilmekte ve böylece saklamak daha kolay olmaktadır.

Teknik

EKG çekilmesi için hastanın özel olarak hazırlanmasına gerek yoktur. Ağrılı veya hasta açısından sıkıntılı bir işlem değildir. Her hangi bir yerde, hasta yatar durumdayken çekilebilir. EKG cihazına bağlı olan bir kablo aracılığı ile 2 kola, 2 bacağa ve 6 tane de göğüs bölgesine elektrod denilen metal plakalar tutturulur. Böylece bu elektrodlar aracığı ile kalpte oluşan elektrik potansiyelleri kağıda yazdırılır. Toplam işlem süresi 1-2 dakikadır. Özellikle ritim probleminin olduğu durumlarda dakikalarca ritim kayıtları alınabilir.

EKG'deki bir dalganın ayrıntısı. Kalbin bir atımı süresince oluşan elektrik dalgaları. Bu dalgalar P, Q, R, S, T dalgalarından ve çeşitli aralıklardan (PR intervali, QT intervali gibi) oluşur. P dalgası atriumların (kulakçıklar), QRS dalgası ise ventriküllerin (karıncıklar) kasılması sırasında oluşurlar. Bu dalgaların şekillerine ve bazı aralıkların uzunluklarına bakarak kalpte oluşan bu elektrik olayları hakkında bilgi sahibi oluyoruz.

Gerekli olan durumlarda özel cihazlarla daha uzun süreli (24-72 saat) ritim kayıtları alınabilir.
Ekokardiyografi (eko)

Ekokardiyografide (kısaca eko da denir) ultrasondan (ses ötesi dalgalar) yararlanılır. Ultrason dalgaları, insan kulağının duyma sınırının ötesinde bir sestir (18.000 - 20.000 titreşim/sn). Bu ses dalgaları, tüp şeklinde elle tutulan ve hastanın göğsünde gezdirilen sesi oluşturan duyarlı bir alet yardımıyla kalbe gönderilir. Ses dalgaları kalp duvarlarından, kaslarından, kapakçıklardan alete geri döner. Farklı dokular ses dalgalarını farklı şekillerde yansıtır. Böylece kalpten geri dönen ses dalgaları bilgisayar ile resme çevrilir ve bu görüntüler monitörden izlendiği gibi istenirse kağıda da bastırılır.

Eko, kalp hakkında önemli bilgiler veren, hızlı ve zararı olmayan bir testtir.

Eko ile;

* Kalp kapak hastalıkları,
* Kalp boşluklarının çapları, büyük olup olmadığı,
* Kalp duvarlarının hareketleri, hareket bozukluğu olup olmadığı (kalp damar hastalıklarında ilgili damarın kanlandırdığı yerlerde duvar hareket bozuklukları oluşabilir),
* Kalp içi basınçlar,
* Kalp içi boşluklarda pıhtı (trombüs) araştırılması,
* Kalbin kasılma sırasında bir defada attığı kan miktarı ve yüzdesi (İnsan kalbi kanla dolduktan sonra, kasılma ile içindeki kanın belli bir yüzdesini atar. Her kalp atışında kalbin damarlara attığı kan yüzdesine "ejeksiyon fraksiyonu" denir. Normali % 55-70 civarındadır. Yani kalp bir defada kendine gelen kanın %55-70'ini fırlatabilmektedir.),

araştırılabilir. Kısaca kalp romatizması, kapak hastalıkları, kalp yetersizliği, kalp krizi, doğumsal kalp hastalıkları gibi bir çok konuda eko ile değerli bilgiler alınır.

Ekonun avantajları:

* Özellikle kalbin kapak ve duvar hareketleri hakkında önemli bilgiler verir,
* Bir çok yerde vardır,
* Boya, radyoaktif madde, iğne kullanılmaz,
* Ağrısızdır ve hasta için zararlı değildir.

Eko'nun dezavantajları ise; Testi yapan kişinin yeteneği, test sonuçlarının doğruluk derecesini etkiler. Bazı kişilerde eko görüntüleri kişinin yapısından dolayı iyi olmaz (kişi ekojenik değildir) ve yeterli görüntü elde edilemeyebilir. Kalbin bazı kısımları çok iyi görünmeyebilir.

Ayrıca ilaçla yapılan Stres EKO ile koroner kalp damarları hakkında, kalp kasının canlılığı hakkında da bilgi edinilebilir. Renkli Doppler ekokardiyografi ile kalp içi boşluklarının basınçları, kapak yetmezliklerinin (kaçaklarının) dereceleri, hakkında bilgi elde edilir.

Bazı durumlarda transözofageal (yemek borusu yolu ile) eko ile (TEE olarak kısaltılır) daha detaylı bilgi edinmek gerekebilir. Bu tetkikte boğaz uyuşturularak serçe parmağı kalınlığında bir hortum yemek borusuna sokularak kalp arka taraftan ve daha yakından detaylı olarak incelenir. TEE tetkiki öncesinde aç kalınmalıdır.


Efor Testi
Kalp damar hastalıklarını araştırmada kullanılan testlerden biridir. Hasta, dönen bir bant üzerinde yürütülerek (treadmill) veya sabit bir bisiklette pedal çevirtilerek kalp hızı artırılır. Bu sırada hastadan alınan EKG kayıtlarının bilgisayarda analizi yapılır. Aynı zamanda egzersizle kan basıncı ve nabız değişiklikleri, hastanın göğüs ağrısı ve nefes darlığı gibi şikayetlerinin olup olmadığı da kaydedilir. Normal EKG'de görülmeyen bozukluklar bu test sayesinde ortaya çıkarılabilir.

Bu test;

* Kalp damarlarında darlık olan hastaları ortaya çıkarmak ve hastalığın ciddiyetini tespit etmek,
* Kalp krizi geçiren hastalarda risk belirlemek,
* Tedavi sonuçlarını takip etmek için,
* Eforla tansiyon yükselme derecesini araştırmak,
* Efor kapasitesinin ölçülmesinde,
* Eforla ortaya çıkan ritim bozukluklarının tanısında

önemli rol oynar. Göğüs ağrılarının değerlendirilmesinde önemli bir tanı aracıdır. Göğüs ağrısının kalpten kaynaklanıp kaynaklanmadığını tespit eder. Özellikle 40 yaş üstü hiçbir şikayeti olmayan kişilere de belirgin bir şikayete neden olmayan kalp damar hastalığının tanısı için faydalı olabilir.

Ancak kalp damar hastalıklarını göstermedeki duyarlılığı çok yüksek değildir. Kalp damar hastalığı olanların %60-%80'ninde hastalığı gösterirken, hastalık olmayanların da ancak %80 civarındaki kısmına hastalık yoktur diyebilmektedir. Dolayısıyla da yalancı pozitif ve yalancı negatif sonuçları az olmayan bir tanı yöntemidir
Logged
kezban62
Moderatör
*


Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 11424



Üyelik Bilgileri WWW
« Yanıtla #7 : 06 Mayıs 2010, 18:38:28 »

Fallot Tetralojisi

Bu hastalıkta birkaç problem bir arada bulunur:

1. Akciğer atardamarındaki (pulmoner arter) kapakta darlık,
2. Sol ve sağ karıncıklar arasında açıklık (ventriküler septal defekt –VSD-)
3. Aortun uygun yerde olmayıp, sağ karıncığa doğru yer değiştirmesi.
4. Sağ ventrikülün kalınlaşması (hipertrofisi)

Bu hastalığın en önemli bulgusu morarma olup, hastaların bir kısmında doğduğunda fark edilir, bir kısmında ise doğduğunda yoktur, aylar içinde ortaya çıkar. Ayrıca 1 yaşına doğru parmak uçlarında kalınlaşma da bulgulara eklenebilir.

Tanı nasıl konulabilir?

İlk dikkati çeken, bebekte aylar içinde dudaklarında morarma oluşmasıdır. Morarma çocuğun ağlaması sırasında daha belirginleşir. 3-9 ay arasında nefessiz kalma atağı başlayabilir. Özellikle uykudan uyandıktan sonra veya ağlamayı izleyerek bebeğin renginde belirgin koyulaşma, hafif dalgınlaşma veya ağır durumlarda tam bayılmaya kadar giden derecelerde şuur değişiklikleri ortaya çıkar. Eğer böyle bir durum başlamışsa, hemen çocuk kalp hastalıkları uzmanının bilgilendirilmesi gerekir. Bu atakları engellemek için koruyucu ilaç başlamak, ilaç yeterli olmazsa ameliyat gerekli olabilir. Tanı genellikle muayene sırasında morarmanın fark edilmesi ve üfürüm duyulması ile konur. Kesin tanı çocuk kardiyoloji uzmanınca yapılan muayene ve ekokardiyografi ile konur. Ameliyat zamanına kadar mutlaka 2-3 ay arayla izleyerek, kansızlık yönünden ve bayılmalar için kontrolü şarttır. Gerektiğinde mecbur kalındığında ameliyat zamanı erkene çekilebilir.

Tedavide ne yapılabilir?

Bu hastalıkta kendiliğinden düzelme veya açıklığın kapanması söz konusu olmadığından, cerrahi olarak düzeltme ameliyatına kesin gerek vardır. Ameliyat öncesi hastalara genellikle kalp kateterizasyonu uygulamak gerekir. Ameliyat zamanı için ülkemizde genellikle 1 yaşından sonrası tercih edilmektedir. Bazı bebeklerde akciğer atardamarı (pulmoner arter) iyi gelişmemişse, düzeltici ameliyattan önce yardımcı bir şant ameliyatı ile bu damarların gelişmesi sağlanmalıdır.

İleriye dönük yapılması gerekenler?

Düzeltme ameliyatı başarılı olan hastalarda sünnet, diş çekimi, diş dolgusu gibi bazı girişimler öncesinde endokardite (kalbin iç tabakasının iltihabı) karşı koruyucu antibiyotik tedavisine ihtiyaç gösterirler. Ritim bozukluğu açısından izlenmeleri gerekir, hastalar belli aralıklarla doktor kontrolünde olmalıdırlar.
Damar kılavuzu

_________________________________________

Karotis atar damarı hastalıkları

_________________________________________

Karotis atar damarları beyne kan taşıyan ana damarlardır. Bu damarlarda da zamanla ateroskleroza/kireçlenmeye bağlı plaklar ve darlıklar oluşabilir. Plak oluşumuna bağlı olarak strok(inme veya felç) gelişebilir.İnme ölümlere, kol ve bacaklarda felçlere veya güç kayıplarına, konuşö,ma bozukluklarına ve yutma güçlüklerine neden olabilir. İnme ölüm sebebleri arasında 3. sıradadır ve her yıl ülkelerin sağlık harcamalarında önemli bir yer tutar. Bunun için inme geçirmeden önlem alınmalıdır. Çünkü inme geçirdikten sonra yapabileceğpimiz tedaviler sınırlıdır.Bununla beraber inme öncesi alınacak birçok önlem bulunmaktadır.

_________________________________________

Strok(İnme)

_________________________________________

İnme, beynin damarlarında oluşan patolojiye bağlı olarak zarar görmesidir. İnme oluşum mekanizmasına göre ikiye ayrılabilir;

_________________________________________

Kanamya bağlı gelişenler

_________________________________________

Hipertansiyona bağlı olarak veya beynin içindeki küçük damarlarda oluşan baloncukların kanamasına bağlı olarak gelişir. İnmelerin % 20'sini oluşturur.

_________________________________________

Beynin kanlanmasının bozulmasına bağlı olarak gelişenler

_________________________________________

_________________________________________

Strok için uyarıcı belirtiler

_________________________________________

-Elde, kolda ve bacaklarda ani gelişen güçsüzlük
-Konuşmanın anlamsızlaşması veya peltekleşmesi
-Geçici veya kalıcı görme kayıpları
-Şiddetli bağağrısı

_________________________________________

Kimler risk altındadır?

_________________________________________

Aşağıdaki risk faktörlerini taşıyan hastalar risk altındadır;

-Ateroskleroz, hipertansiyon
-Şeker hastaları
-Yüksek kolestrol seviyeleri
-Sigara kullananlar
-Daha önce inme geçirenler
-Ailesinde inme öyküsü bulunanlar
-Ritm problemi olanlar(Atrial fibrilasyon)
-Koroner ve periferik bypass ameliyatı olanlar

_________________________________________

Nasıl korunabiliriz?

_________________________________________

-Sigarayı bırakmalıyız.
-Kan basıncını kontrol altına almalıyız.
-Düzenli egzersiz yapmalıyız.
-Kan kolesterolümüzü kontrol altına almalıyız.

_________________________________________

Nasıl teşhis edilir?

_________________________________________

Yakınmalar ve hasta öyküsü muayene sırasında boyun damarlarında üfürüm duyulması dupleks sonografi tetkikleri digital bilgisayarlı anjiyo, manyetik resonans görüntüleme teknikleri veya direkt damarın görüntülenmesi ile tanı konulur.

_________________________________________

Nasıl tedavi edlir?

_________________________________________

Karotis damarlarında saptanan hastalığpın şekliner ve derecesine göre kan akışkanlığını sağlayan ilaçlarla tedavi ve/veya cerrahi tedavi kararı alınır. Cerrahi tedavide genellikle darlık oluşturan damarın açılıp oluşmuş plakların çıkarılması gerekirse yama konulması yöntemi uygulanır.

_________________________________________

Aort hastalıkları

_________________________________________

Anevrizma

_________________________________________

Anevrizma en sık torasik ve abdominal aortada görülür. Aort damarı kalpten diğer organlara, kollara ve bacaklara kan taşır. Abdominal aort anevrizmalasrı aort duvarının giderek zayıflaması sonucu aortun karın içindeki kısmının genişleyerek balonlaşması sonucu oluşur. Anevrizma giderek büyür ve eğer tanı konulup tedavi edilmezse, damar yırtılması ve kanama nedeniyle ölüme kadar giden sonuçlar doğurabilir. Eğer erken dönemde tanı konulursa tedavisi kolayca yapılabilir. Cerrahi olarak suni damarlarla onarılabileceği gibi yeni bir yöntem olaraqk kasıktan damar içine yerleştirilebilen özel suni damarlarla da tedavi edilebilir.

_________________________________________

Risk Faktörleri

_________________________________________

-60 yaş ve üzeri olmak
-Ailesinde anevrizma öyküsünün olması
-Sigara
-Hipertansiyon

_________________________________________

Akut atar damar tıkanıkları

_________________________________________

Nedenleri;

-Kronik arter hastalıkları
-Pıhtılaşmanın arttığı durumlar(protein C, protein S eksikliği)
-Kateter uygulamaları, injeksiyonları
-Kalbe ait nedenler (miyokard infarktüsü, kapak hastalıkları, ritm bozuklukları, kalp kaynakları tümörler)
Ani atar damar tıkanıkları ne gibi yakınmalar oluşturur?
-Etkilenen damarın beslediği bölgeye göre;
Ağrı,
Solukluk,
Soğukluk,
Hissizlik, his azalması,
Felç

Eğer erken tanı konulup tedavi edilmezse ekstremite (kol veya bacak) kayıplarına neden olabilirler. Tanısı için doppler ultrasonografi, MR angiografi ve angiografi tetkikleri yapılabilir.

_________________________________________

Buerger hastalığı

_________________________________________

Buerger hastalığı sigara ile ilişkili olan ve genellikle bacaklarda ve kollarda atar damar, toplar damarları ve sinirlerini tutangenmetik yatkınlık gösteren inflamatuar bir hastalıktır.

_________________________________________

Hastaların yakınmaları nelerdir?

_________________________________________

-His azalması, soğukluk, siyanoz(morarma)
-Gangren, ülser
-Klodikasyo(kesikli topallama)
-İstirahat ağrısı
-Tromboflebit

_________________________________________

Hastalarda sıklıkla görülen etken ve bulgular nelerdir?

_________________________________________

-Sigara öyküsü hemen hepsinde vardır.
-50 yaş altında görülür.
-Popliteal arterin(dizardı atar damar) altında tıkayıcı hastalığı
-Üst ekstremite tutulumu
-Sigara dışında ateroskleroza ait risk faktörlerinin olmaması
Tanı diğer damar hastalıklarında olduğu gibi doppler ultrasonografi ve angiografi ile konur. Biyopsi ile de tanının desteklenmesi yoluna gidilebilir.

_________________________________________

Varis nedir?

_________________________________________

Vücudumuzda iki farklı damar sistemi mevcuttur. Bunlar kalpten kanı vücuda götüren atar damarlar ve vücutta kullanılan oksijeni ve besleme niteliği azalmış kanı kalbe geri getiren toplar damarlardır. Atar damarlar oksijen ve besin içeren kanı dokulara ileterek onların beslenmesini ve oksijenlenmesini sağlarlar. Toplar damarlar ise bu kanı kalbe geri getirirler. Atar damarlar kalbin kasılması ile oluşan basınçla kanı dağıtırken toplar damarlar kan akışının kalbe doğru tek yönlü olmasını sağlayan kapakçıkları, yardımıyla ve çevresinde bulunan kasların uyguladığı basınçla kanı kalbe geri taşırlar. Günlük hayatımızda dururken, otururken ve yürürken bacak damarlarımızdaki kan yer çekimine karşı ve yukarı doğru akmak zorundadır. Damar yapısı bozulduğunda yani kapakçıkların fonksiyonu ve kas pompasında bir yetersizlik olduğunda kan bacak damarlarında göllenir buna bağlı olarak varisler oluşur. Eğer önlem alınmazsa bacak ülserleri ve tedavisi güç yara enfeksiyonları gelişir.

_________________________________________

Varis ve/veya toplar damarlarında (venöz) yetmezlik olan hastaların yakınmaları nelerdir?

_________________________________________

-Ayak altında karıncalanmalar
-Uzun süreli ayakta kalmaya bağlı oluşan ağrılarü
-Gece krampları
-Genişlemiş toplar damarların (varis) gözle görülmesi
-Kaşıntı
-Yanma
-İleri dönemlerde özellikle ayak bileği iç kısımlarında oluşan ve zor iyileşen yaralar.

_________________________________________

Varis oluşumunun nedenleri nelerdir?

_________________________________________

-Genetik:Anne veya babadan birinde varis olması %40-50, ikisinde de olması %90'lara varan risk artışı getirir.
-Damar duvarlarının yapısının bozulması(damar duvarlarında sklerozis)
-Cinsiyet
-Hamilelik(hormonlardaki değişiklik ve rahimin büyümesine bağlı bacak damarlarının karın içindeki kısmına oluştırduğu bası ve hareketsizlik)
-Yaşlılık(kaslarda gelişen zayıflık hareketsizlik ve damar yapısında bozulma)
-Oturarak çalışma(kass pompasındaki yetersizlik)

_________________________________________

Varis veya venöz yetmezlikten korunmak için alınacak önlemler nelerdir?

_________________________________________

-Ayak kaslarını çalıştıracak sporlar yapmak
-Düzenli yürüyüşler(bacaklardaki kan pompasını çalıştırmak)
-Ayaklarımızı kalbimizden daha üst seviyede dinlendirmek
-Aşırı sıcaktan sakınmak
-Fazla kilo almamak ve fazla kilolardan kurtulmak
-Varis çorapları kullanmak
Logged
kezban62
Moderatör
*


Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 11424



Üyelik Bilgileri WWW
« Yanıtla #8 : 06 Mayıs 2010, 18:40:30 »

Atardamar duvarinin sertleserek esnekligini yitirmesiyle olusan ve daha çok erkeklerde görülen bir hastaliktir. Arteriyosklerozun sözdük anlami atardamar sertlesmesidir. Ateroskleroz ise atardamar duvarinda belli bir alanin ezilerek esnekligini yitirmesi ve sertlesmesidir.


Nasil Bir Hastaliktir?

Arteriyoskleroz bütün kalp enfarktüsü, beyin trombozu ve beyin kanamasi olgularinin baslica nedenidir. Ayrica bacak kangrenlerinin büyük bir bölümü de arteriyoskleroz kaynaklidir. Arteriyoskleroz, klinik tablo olarak ortaya çiktigi bu gibi durumlar disinda, genellikle özgün belirti vermeyen bir hastaliktir. Birçok varsayim ileri sürülmesine karsin hastaligin nedenleri tam olarak bilinmemektedir. Bu nedenle hastaligin orta ve büyük atardamarlarda yaptigi lezyonlarla tanimlanmasi egilimi güç kazanmaktadir. Arteriyoskleroz en çok orta ve büyük atardamarlarda görülür.
Olagan durumunda esnek olan atar-damar duvarlari, damardan geçen kan miktarina göre genisler ya da daralir. Atardamarlar bu özellikleriyle dolasimdaki kan miktarini düzenlerler. Arteriyosklerozda, atardamar duvarindaki esnek yapilar çok sert olan bagdokusu tarafindan kaplanir ve esneklik yok olur. Damar duvarinin sertlesmesini, duvardan damar içine dogru büyüyen olusumlar ya da aterom plaklari izler. Ozellilde aterom plaklarinin gelisimi sonucunda damar boslugunun çapi daralir ve geçen kan miktari azalir. Aterom plaklari üzerinde kan pihtilarinin daha kolay olusmasi, daralmayi artirarak damarin tikanmasina neden olur.

-Hastaligin Nedenleri
Arteriyosklerozun olusum süreci ile ilgili birçok varsayim ileri sürülmüstür. Klinik ve deneysel yerlerle desteklenen ancak henüz geçerlilikleri kamtlanmamis iki varsayim önemlidir. Ilk varsayim, arteriyosklerozun olusumundan yaglari sorumlu tutar. Atardamar duvari içten disa dogru iç, orta ve dis olmak üzere üç katmandan olusur. Iç katman bir kat hücre, yani endotel ile onun altinda yer alan elastik bagdokusundan olusur. Orta katmanda daha çok kasdokusu egemendir. Dis katman ise bagdokusu yapisindadir. Yapi olarak bazi açilardan trigliserit, fosfolipit ve lipoproteine benzeyen yaglar damardaki kanin basinciyla atardamar duvarinin iç katmanlanna dogru itilir. Bu yaglar olagan kosullarda atardamar duvarini asarak lenf dolasimina katilirlar. Ama kan dolasimmdaki yaglarin çok fazla, yag moleküllerinin büyük olmasi ve atardamar duvarinin esnekligini yitirmesi durumunda yaglar atardamar duvarinin iç ve orta katmanlarinda sikisip kalirlar. Atar-damar duvarindaki enzimler yag moleküllerini parçalayarak arteriyoskleroz olusumundan daha az önem tasiyan kolesterol, yag asitleri ve baska maddelerin açiga çikmasini saglar. Serbest kalan bu maddeler atardamar duvarini tahris eder. Damar duvari bu uyariya iltihabi bir tepki ile yanit verir. Iltihap sonucu gelisen sert bagdokusu damar duvarini sertlestirir. Bu süreç sirasinda yikima ugrayan atardamar duvarinda, kolayca parçalanabilen yeni kilcal damar-lar belirir. Bu da, iltihaplanmanin daha da artmasina yol açar.
Yaglarin sürekli olarak birikmesi ve atardamar duvarinin belirli noktalarda kalinlasmasi, damar duvarinin içeriye dogru katlanarak aterom plaklarinin olusmasina neden olur. Aterom plaklari parçalanabilir, ülserlesebilir ya da içeriginin bir kismini damara birakabilir (ateromun ezilerek peltelesmesi). Özellikle ülserlesme durumunda, dolasimdaki trombositlerin plak üzerinde birikmesiyle pihtilasma süreci baslar. Bu, daha ileride pihti olusumuna ve damar tikanmasina yol açacaktir. Pihtidan kopan parçalar kan dolasimiyla tasinarak daha küçük çaptaki atardamarlari tikarlar ve ciddi sonuçlara neden olabilirler.
Ikinci varsayima göre, buraya kadar sözü edilen olaylari baslatan süreç farklidir. Arteriyoskleroz olusumunda bozuklugu baslatan etmen, atardamar duyanmn iç katmanmdaki bir lezyona bagli pihtilasmadir. Baska bir deyisle, iç katmandaki küçük bir lezyon burada trombositlerin birikmesine ve hastalik zincirini baslatan olagandisi pihtilasmaya neden olur. Bu durumda yaglarin damar duvarina girerek yerlesmesi nicel açidan önemli görülse de, ikincil bir etkendir.


-Hastaligin Belirtileri

Arteriyosklerozun özgün belirtileri olmadigi vurgulanmisti. Belirtiler ancak damar lezyonlan belirginlestikten sonra ortaya çikar. Arteriyoskleroz lezyonlan olan hastalann yalniz yüzde 5- l0'unda klinik belirtiler gözlenir. Hastaliga bu nedenle "aysberg hastaligi" da denir. Daha çok büyük damarlann iki dala aynldigi noktalarda yerlesir.
Japonlar'da, Yemenliler'de ve Jamaikalilar'da arteriyoskleroz kalbe oranla beyinde daha çok görülmektedir. Arteriyoskleroz belirti verdiginde, belirtiler lezyonun yeri ile iliskilidir. Bunun nedeni dokulara yeterli oksijen iletilememesi ve söz konusu bölgedeki kan dolasiminin engellenmesidir.
Yerlesimin beyinde oldugu durumlarda görme ve konusma bozukluklan,ilerleyici bellek yitimi, anlik bilinç yitimleri, yer ve zaman kavramlannin bozulmasi, kol ya da bacaklarda kas gücünün ani ve geçici olarak zayiflamasi ve son olarak da beyin trombozu gelisir.
Hastalik kalbi tutarsa kalp kasinin kasilma gücü, gelen oksijenin yetersizligi nedeniyle zayiflar. Kalpte ek atimlar (ekstrasistol), kalp atislarinin nöbet halinde hizlanmasi (paroksismal tasikardi) ve kulakçigin hizli kasilmasi (flater) gibi ritim bozukluklari görülür. Koroner damar lezyonlanna, spazma yol açan refleksler de eklenirse anjinaya benzer gögüs agrilari belirir. Son asamada ise miyokart enfarktüsü gelisir.
Arteriyoskleroz bacak damarlarini tutarsa yürüme sirasinda kramp agrilari, deride kalinlasma ve rengin koyulasmasi, bacaklarda isi düsmesi ve zamanla kangren gelisir.
Son olarak, böbrek atardamarlarmnin tutuldugu olgularda kan basinci yükselmesi ve böbrek islevlerinde hafif bozukluklar görülür. Böbregin küçük damarlannin da tutulmasi ile durum daha tehlikeli olabilir.

-Yas ve cinsiyetin etkisi

Arteriyoskleroz eriskin erkeklerde daha yaygindir. Orta yas düzeyinde, erkeklerde kadinlardan daha sik görüldügü uzun süredir bilinmektedir. Menopoz sonrasmda iki cins arasmdaki fark ortadan kalkar. Kadinlarda, östrojenin ve öteki esey hormonlarinin arteriyoskleroza karsi koruyucu rolü oldugu düsünülmektedir.
Arteriyosklerozun orta yasli eriskinlerde daha yaygin olmasi gençlerde görülmeyecegi anlamina gelmez. Kore Savasi'nda ölen askerlerde yapilan otopsi incelemelerinin sonuçlanna göre, arteriyoskleroz lezyonlan bu yas grubunda da oldukça yaygmdir.
Bazi kisilerde arteriyosklerozun dogumdan hemen sonra gelismeye basladigi yolunda görüsler vardir. ABD'de 35 yasinda arteriyoskleroz kaynakli hastaliklardan ölenlerde yapilan arastirmalarda, hiçbir belirti vermedigi anlasilan koroner lezyonlanna rastlanmistir.

Kolesterol ile iliskisi

Kolesterolün arteriyoskleroz olusumundaki etkisi önemli bir tartisma konusudur. Birkaç yil önce neredeyse kolesterol ile arteriyoskleroz özdeslestinlmisti. Daha sonra önemini belki de gereginden çok yitiren kolesterol, günümüzde yeniden ele alinarak gerçek boyutlarda degerlendirilmeye çalisiliyor. Bu konuda birçok deneysel veri vardir. Deney hayvanlanna yag bakimindan zengin bir beslenme rejimi uygulaninca, kan kolesterol düzeyi yükselir. Bu da, arteriyoskleroz lezyonlanna yol açar. Gerçekten de, arteriyoskleroz görülmeyen toplumlarda yagsiz beslenme aliskanliklari yaygindir. Bol yagli besinler tüketen toplumlarda ise bu hastalik oldukça sik görülür. Amerika'ya yerlesmis Yahudi ve Japonlar'da arteriyoskleroz sikligi Amerikalilar'la esdegerdedir. Bundan da anlasilacagi gibi, hastalikta irk etkeninden çok yasam ve beslenme aliskanlildarinin önemi vardir.
Seker hastaligi, böbrek hastaligi ve ksantomatoz (nadir dogumsal bir hastalik) gibi kanda yag düzeyinin yüksek oldugu hastaliklara yakalananlarda arteriyoskleroz yaygindir. Ote yandan miyebm gibi kanm yag düzeyinin düsük oldugu hastaliklarda arteriyosklerozun görülme orani düser. Ozetle, beslemne denetiminin arteriyosklerozdan korunma-da en iyi yöntem oldugu söylenebilir.

Hipertansiyon ile iliskisi

Yüksek tansiyon (kan basinci yüksekligi) kuskusuz arteriyosklerozu ilerleten bir etkendir. Daha önce de belirtildigi gibi Japon ve Yemenliler'de arteriyoskleroz az görülür. Ama bu kisilerin yüksek tansiyonu varsa arteriyoskleroz görülme sikligi önemli ölçüde artmaktadir.
Yüksek tansiyon atardamar duvannda daha çok kolesterol birikmesine neden olur. Daha önce deginildigi gibi kolesterolün zedeleyici etkisi ile ortaya çikan iltihabi tepki olasi bir arteriyoskleroz nedenidir. Süreç burada tamamlanmaz. Atardamar duvarinda da kolesterol üretimi olmasi asin kolesterol birikimine yol açar. Böylece, yüksek tansiyonun yalniz arteriyosklerozu artirmadigi, ayni zamanda arteriyosklerozun gelisimine neden oldugu söylenebilir.
Arastirma sonuçlanna göre, atardamar duvanndaki kolesterol miktan, besinlerle alinan ya da kanda bulunan kolesterol miktarindan çok, yüksek tansi
yonla ilgilidir. Gerçekten de yüksek tansiyonla arteriyosklerozun birlikte görülmesi, damar hastaliklan tehlikesini çok yükseltir. Aynca arteriyosklerozun büyük damarlann esneldigini azaltarak, kan basincini yükselttigi de hatirlanmalidir.
Sismanlik ve seker hastaliginda yaglarla ilgili bozukluklar önem kazanir ve atardamarlan etkiler. Atardamar duvannda yaglar daha kolay birikir ve arteriyoskleroza giden yol açilmis olur. Arteriyoskleroz olusumunda önemli rol oynayan öteki etkenler sigara aliskanligi ve hareketsiz yasamdir.

Hastaligin Tedavisi

Arteriyosklerozun nedenleri bilinmediginden, bu hastaliga özgü tedavi yöntemleri uygulamak olanaksizdir. Hastalann belli bir beslenme programi izlemeleri gene de önemlidir.
Arteriyoskleroz olusumunu açiklayan kuramlar arasmda en geçerli olani hastalikla yaglar arasinda iliski kuran yaklasimdir. Bu yaklasimi destekleyen birçok veri vardir: Asin yagli besinler verilen deney hayvanlannda mutlaka arteriyoskleroz gelismektedir. Degisik çevrelerde yasayan ayni irktan bireyler, beslenme aliskanliklarinda yag bakimmdan zengin besinler çogunluktaysa genellikle arteriyoskleroza yakalanirlar. Seker hastaligi ve hipotiroidizm (tiroit salgisi yetersizligi) gibi kanda yag düzeyini yükselten hastaliklar arteriyosklerozu hazirlayici etki yapar. Incelenen bütün kosullar, yaglarm arteriyoskleroz olusumunda önemli bir etkisi oldugunu gösterir. Ama bu etkinin bütün boyutlan gene de açiklikla bilinmemektedir.Ilk iki veriden çikarilabilecek sonuç, besinlerle alman yaglarin arteriyoskleroz olusumunda belirleyici oldugudur. Arastirmacilar bu konuda dikkatlerini iki yag bilesiginde yogunlastinr: Yag asitleri ve kolesterol.Arteriyoskleroz tedavisine, hastalik klinik belirtiler vermeden önce baslamak gerekir. Tedavide beslenme aliskanliklan yeniden düzenlenir; pihtilasma önleyici ve pihti çözücü (fibrinolitik) ilaçlar, aynca lipoprotein miktanni azaltarak kolesterol sentezini ve tasinmasmi önleyen ilaçlar kullanilir.
Arteriyosklerozda cerrahi tedavi de uygulanabilir. Koroner damar ya da büyük atardamarlann arteriyoskleroz sonucunda tikandigi olgularda cerrahi girisime basvurulabilir. Günümüzde koroner baypas ameliyati ya da tikanan damarin vücuttan alman bir baska damar parçasiyla degistirilmesi gibi uygulamalar yapilmaktadir.
Hipertansiyon, kan basincinin normal kabul edilen degerlerin üzerine çikmasi ve sebat etmesidir. Genellikle arteriol denen küçük kan damarlarinin daralmasi sonucu kanin damar duvarina daha fazla basinç yapmasiyla ortaya çikar. Bu daralan damarlardan kani geçirebilmek için kalp daha çok çalisir ve sonuçta kalp yetmezligine kadar varan problemler ortaya çikar. Ayrica yüksek tansiyon böbrek, beyin ve göz damarlarinda hasarlara yol açarak bu organlarda kanama ve bozukluklara da yol açabilir.

Kan basinci iki terimle ifade edilir: Sistolik (büyük tansiyon) ve diastolik (küçük tansiyon). Sistolik tansiyon kalbin vücuda kani pompaladigi -yani kasildigi- anki damar duvarina kanin uyguladigi basinci ifade ederken, diastolik tansiyon kalbin gevsedigi anda damar duvarina uygulanan basinci ifade eder. Sistolik basincin normali 130 mmHg ve alti, diastolik basincin normali ise 85 mmHg ve altidir. 140/90 mmHg degerinin üstü ise Hipertansiyon sayilir ve sebat etmesi durumunda tedaviyi gerektirir. (Tabloya bakiniz)

Büyük kan basinci (büyük tansiyon) kaç olursa olsun, küçük kan basinci (küçük tansiyon) 90 mmHg ya da daha yüksekse sistemik yüksek tansiyon söz konusudur ve tedavi edilmesi gerekir. Son istatistiklere göre normalin üst sinirina yakin küçük kan basincinin (85-89 mmHg) bile bir risk etkeni oldugu anlasilmaktadir.

Küçük (diyastolik) tansiyonun yüksek olmadigi, yani 90 mmHg'nin altinda kaldigi, yalniz büyük (sistolik) tansiyonun yükseldigi durumlarda sistolik yüksek tansiyon söz konusudur. 70 yasin altindaki kisilerde küçük tansiyon 90 mmHg'nin altinda kalirken büyük tansiyon 160 mmHg ve daha yüksekse tedavi edilmesi gerekir. 70 yasin üzerinde tedaviyi baslatacak büyük tansiyon degeri 170 mmHg ve daha üstüdür.

Hipertiroidizm, aort kapak yetmezligi ve atar-toplar damar baglantilarinda büyük tansiyon yüksek olmasina karsin ilaç tedavisi gerekmez. Bu durumlarda asil hastalik tedavi edilmelidir.

Yüksek tansiyon günümüzde hala beyin damarlarindaki tikaniklik ve kanamalar açisindan baslica risk faktörüdür. Ayrica, kolesterol ve sigara aliskanliginin yani sira miyokart enfarktüsünün baslica nedenleri arasinda yer alir; kalp ve dolasim yetmezligi olan kisilerin yüzde 75'inde bu hastaliklara neden oldugu bildirilmistir. Ayrica tansiyon yükselmesinin damar duvarinda kalinlasma gibi belirgin degisikliklere yol açarak tikayici damar hastaliklari, anevrizmalar ve böbrek yetmezligi gibi bir dizi doku bozukluklarina neden oldugu kanitlanmistir.

Son 35 yil içinde yüksek tansiyonun ilaçla tedavisinde dev adimlar atilmis olmasina karsin, yukarida belirtilen olgular güncelliklerini korumaktadir. Günümüzde fazla yan etkisi olmayan, buna karsilik son derece etkili ilaçlar vardir. Son yillarda bu tedaviler sonucunda kan basincinin düsürülmesiyle kalp ve damar hastaliklarina yakalanma ve bu hastaliklardan ölme oraninin belirgin ölçüde azaldigi kanitlanmistir. Bu tedavilerin yüksek tansiyonlu hastalarin tedaviden sonraki yasamlari üzerindeki etkileri incelenmis ve özellikle felç, kalp ve dolasim yetmezligi ile böbrek yetmezliginin ortaya çikma sikliginin azaldigi, buna karsilik, söz konusu ilaçlarin yüksek tansiyonlu hastada miyokart enfarktüsü yada anjina pektoris gibi kalp kasinin yeterince kanlanamamasina bagli hastaliklarin önüne geçilmesinde daha az yararli olduklari belirlenmistir.
Hipertansiyon tanisi nasil konur?
Tani konmasi için kan basinci; hasta yaklasik 20 dakika direndikten sonra teknigine uygun ölçülmeli ve birbirinden farkli zamanlarda yapilan üç ari ölçümde de kan basinci yüksek çikmalidir.
Kan basinci ölçümlerinde pek çok kisitlama ve hata olasiligi vardir. Bunlarin basinda hastanin muayeneye ve hekime olan tepkisi gelir. Burada tansiyon heyecan nedeniyle tepkisel olarak yükseldigi halde, kisiye yanlislikla yüksek tansiyon tanisi konur.

Son yillarda bu yanlisliklardan kaçinmak için günlük etkinlikleri engellemeden kan basincinin otamatik olarak kaydedilmesini saglayan birçok teknik gelistirilmis ve uygulanmaya baslamistir. Böylece elde edilen 24 saatlik tansiyon degerleri, yüksek tansiyon organlarda yol açtigi zararlari tansiyon aleti ile elde edilen degerlerin ortaya koymadigi kadar belirgin olarak sergiler. Bununla birlikte, kan basincinin dinamik olarak monitörle izlenmesinin tani açisindan üstün olduguna iliskin bir kanit elde edilememistir. Bu nedenle bu yöntem yalniz bazi seçilmis yüksek tansiyon olgulariyla sinirli kalacak biçimde uygulanmaktadir; bunlar kan basinci sik sik degisen hastalar, yüksek tansiyon ile organlardaki örselenme arasinda baglantinin tam kurulamadigi olgular, sik sik tansiyonu yükselenler ile tedavi sonuçlarinin degerlendirilmesi istenen olgulardir.

Olgularin büyük bir bölümünde dikkatli bir ölçümle yüksek tansiyon tehlikesi olup olmadigi belirlenebilir; gerekirse hasta kan basincini evde kendi kendine de ölçebilir.

Ikincil yüksek tansiyonun nedenlerini saptayabilmek için genel bir muayene yapilmasi önemlidir. Özellikle kol ve bacak atardamar nabizlarinin kolayca alinip alinamamasi, atardamarlardaki nabiz vurus siddetinin birbirinden farkli olup olmamasi, böbrek atardamarinin karindan stetostopla iyiye dinlenmesi gereklidir. Ayrica idrar tahlili yapilir ve kanda üre, ürik asit , kreatinin, sodyum ve potasyum gibi elektrolitlerin düzeyi belirlenir.

Kan basinci normal seyreden kisiler (130/85'in alti) iki yilda bir, sinirda olanlar (130/89) ise en az yilda bir check-up yaptirmalidirlar.

Tansiyon ölçümleri mutlaka bir saglik personeli tarafindan yapilmalidir. Elektronik ölçüm cihazlari yerine basinçli ve klasik kola sarilan mansonu olan ve steteskop yardimiyla ölçümler yapilmalidir.

Logged
kezban62
Moderatör
*


Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 11424



Üyelik Bilgileri WWW
« Yanıtla #9 : 06 Mayıs 2010, 18:40:41 »


Hipertansiyonun belirtileri nelerdir?
Hipertansiyon çogu zaman belirti vermez. Bu sebeple dikkatli olmakta ve belli araliklarla ölçüm yaptirmakta fayda vardir. Özellikle ailesinde hipertansiyon hikayesi olanlar, 40 yasindan yaslilar, sisman kisiler, seker hastalari ve gebelerin daha sik araliklarla ölçüm yaptirmalari çok faydali olur.

Zaman zaman ense kökünde siddetli zonklayici tarzda bas agrisi, bulanti-kusma, burun kanamasi, uyusukluk, yorgunluk, endise, tatliya düskünlük, kulak çinlamasi, bulanik görme, fazla idrar çikarma gibi belirtiler hipertansiyon belirtisi olabilir. Bu sikayetleri olan kisiler tansiyon ölçümü yaptirmalidirlar.
Hipertansiyonun sebebi nedir?
Hipertansiyonun tek bir sebebi yoktur.
Olusum mekanizmasi bakimindan iki tür yüksek tansiyon vardir: Birincil (ya da esansiyel) ve ikincil. Birincil yüksek tansiyonun nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte, hastaligin olusumunda kalitim, ruhsal açidan çabuk etkilenen heyecanli kisilik, sismanlik gibi bazi etkenler saptanmistir. Ikincil yüksek tansiyon asagidaki hastaliklardan sonra ortaya çikabilir: Böbrek dokusu ve böbrek atardamarlarinda yerlesen hastaliklar (akut ve kronik böbrek iltihabi, polikistik böbrek), böbreküstü bezinin kabuk bölümündeki hastalik nedeniyle kortizon ya da aldesteron hormonlarinin fazla salgilanmasi sonucu görülen Cushing hastaligi ve Crohn hastaligi, böbreküstü bezinin iç kisminin (medulla) tümörü (feokromositom), aortun kalpten çiktigi bölgedeki darligi, kafa içi basincinin artmasi.

Yüksek tansiyonla basinç reaksiyonu arasindaki ayrimin da yapilmasi gerekir. Yüksek tansiyon terimi kan basincinin sürekli olarak bazi sinirlarin üzerinde kaldigini belirtirken, basinç reaksiyonu tansiyonun heyecanlanma ya da kan içine ilaç siringa edilmesi gibi bir uyaran nedeniyle geçici olarak yükselmesidir. Yükselmeye yol açan uyaranin etkisi kaybolunca tansiyon normale döner.
Hipertansiyon vücuda nasil zarar verir?
Bir kimsede arteriyol denen küçük kan damarlari herhangi bir sebeple daraldigi zaman kalp daha kuvvetli kasilarak kanin basincini yükseltir ve daralmis damardan geçmesini saglar. Bu durum tedavi edilmez ve uzun süre devam ederse degisik organlarin kan damarlarinda bozukluklar olusmaya baslar. Kanama, dolasim bozukluklari ve fonksiyon bozukluklari görülebilir.

Hipertansiyonun zamanla vücutta yol açabilecegi bazi problemler sunlardir:
Arteriyoskleroz(Damar sertligi): Bu durum da sonuçta kalp krizi, felç gibi problemlere yol açar.
Kalp büyümesi: Sürekli yüksek basinçta kan pompalamak zorunda kalan kalbin kendi kaslari büyür ve kalinlasir, bir müddet sonra da kalp yetmezligi gelisir.
Kalp krizi
Böbrek hasari
Felç ve beyin kanamasi
Görme bozukluklari
Cinsel yetmezlik
Mental bozukluklar
Kimler Hipertansiyon riski altindadir?
Aslinda herkes. Ama bazilari daha fazla risk altindadir:
Menapoz dönemindeki kadinlar, yaslilar, sigara içenler, sismanlar, ailesinde hipertansiyon olanlar, yogun stress altinda olanlar, seker hastalari, alkol kullananlar, gebeler.
Hipertansiyon nasil tedavi edilir?
Belirti ve yakinmalarin az yada çok olmasina bakilmaksizin tüm yüksek tansiyonlulari tedavi etmek gerekip gerekmedigi tartismasi su çözüme baglanmistir: Küçük kan basinci 90 mmHg'nin (mm civa basinci) üstünde olan tüm hastalarin tansiyonu 85 mmHg düzeyinde tutulacak biçimde tedavi uygulanmalidir.

Ikincil yüksek tansiyonda tedavi öncelikle temelde yatan hastaligin tedavisine yöneliktir; birincil yüksek tansiyonla ve basinci normale inmesiyle sorun çözülemezse komplikasyonlarin tedavi edilmesi gerekir.
Birincil yüksek tansiyonun tedavisinde genel önlemlerin yani sira ilaç tedavisi uygulanir. Genel önlemler kisaca sunlardir:

Beslenme - Bazi istatistikler sanayilesmis toplumlarda nüfusun yarisindan çogunun fazla kilolu oldugunu göstermektedir. Bu durum genellikle yüksek tansiyon, seker hastaligi ve damar sertligiyle birlikte görülür; öte yandan tek basina da kalp ve dolasim sistemi hastaliklari için bir risk faktörüdür. Bu nedenle yüksek tansiyonlu, sisman hastanin normal kilosuna getirilmesi büyük önem tasir. Hafif ya da orta derecede yüksek tansiyonlu hasta, çogu zaman yalnizca kilo vererek kan basincini normal degerlere düsürebilir. Verilen her kilo için diyastolik (küçük) kan basincinin 2-3 mmHg azaldigi saptanmistir.

Özellikle hayvansal kökenli doymus yaglar (tereyag, içyagi) az kullanilmalidir. Bu maddeler asiri miktarda alinirsa kandaki kolesterol düzeyi artar; buna bagli olarak yüksek tansiyon ve öteki kalp ve dolasim sistemi hastaliklari açisindan risk yükselir. Sebzeyle beslenen topluluklarda çok az kiside yüksek tansiyon görüldügü gözlenmistir.
Besinlerde asiri tuz alimi da engellenmelidir. Tuz kendi basina güçlü bir damar büzücüdür ve tansiyonu düzenleyen bazi sistemleri etkiler. Ama yapilan son arastirmalar tuz kisitlamasinin bütün birincil yüksek tansiyon durumlarinda ekili olmadigini göstermektedir. Sonuç olarak tuz kisitlamasina yanit veren ve vermeyen birincil yüksek tansiyon çesitlerinden söz edilebilir. Son zamanlarda dikkatlerin odaklastigi bir baska nokta ise potasyumdur. Potasyumca biraz zengin bir diyetin henüz tam olarak aydinlatilamamis mekanizmalarla tansiyonu düsürdügü gözlenmistir. Kahve de kan basincinda birkaç saat süren 5-20 mmHg'lik yükselmelere yol açtigindan kisitli miktarda alinmalidir. Asiri alkol alimi da zararli olabilir, asiri alkol alindiginda sempatik sinir sisteminin uyarilmasina bagli olarak uzun süreli yüksek tansiyon görülür.

Sonuçta, yüksek tansiyonlu hasta peynir ve öbür süt ürünleri de içinde olmak üzere çok az hayvansal yag ve tuz tüketmeli, bol meyve ve sebze yemelidir. Gerekenden çok kalori almamalidir.

Hareketsiz yasamla savas - Yüksek tansiyonlu kisiye önerilen yüzme, yürüyüs, jogging, bisiklet ve kayak gibi sporlar izotonik tiptedir. Izometrik egzersizler (agirlik kaldirma) önerilmez. Tansiyonu sürekli yüksek olan kisi, önerilen egzersizleri uygularsa, sistolik ve diyastolik kan basinciyla, kalp atim hizinin düstügünü görecektir.

Gevseme teknikleri - Sanayilesmis toplumlarda çok yüksek düzeyde olan ruhsal gerilim tansiyonun yükselmesine neden olabilir. Bu nedenle son yillarda tansiyonun düsmesinde yararli oldugu saptanan gevseme tekniklerinin kullanimi gündeme gelmistir.

Sigara dumanindan uzak durma - Tek bir sigaranin dumaninin tansiyonda 15-20 dakika süreyle ani ve birkaç mmHg'lik yükselmeye yol açtigi kanitlanmistir. Asiri sigara içen kisinin sürekli yüksek tansiyon tehlikesiyle ne ölçüde karsi karsiya kaldigi kolayca anlasilabilir.

Birincil yüksek tansiyonun tedavisinde yalnizca deneyimler sonucunda seçilen bazi ilaçlar kullanilir. Sabit bir tedavi tablosu yeglenmemekle birlikte, kan basincini düzenleyen mekanizmalar hakkinda kazanilan bilgilerin yardimiyla degismeyen bir tedavi planinin uygulanmaya sokulabilecegi düsünülmektedir.

Kan basincini düzenleyen pek çok mekanizma olmasina karsin, en önemli ve uzun süreli etkiyi saglayan, damarlarin büzüsmesini ve dolasimdaki kanin hacmini düzenleyen sitemdir. Kan basinci kalbin damarlara pompaladigi kan miktari ile arteriyollerin (küçük atardamarlar) duvarlarindaki direncin bir ürünüdür. Bu düzenleme sisteminde, böbrekte ve böbreküstü bezinin kabuk bölümünde odaklasan iki merkez vardir. Bunlarin arasindaki dengenin bozulmasi iki farkli mekanizmayla yüksek tansiyona yol açar ve uygulanmasi gerekli tedavi her iki durumda farklidir. Bunlarin ayni anda etkili olmasi ise daha karmasik bir yüksek tansiyon biçimine neden olur. Yüksek tansiyon, vücutta asiri su ve sodyum tutulmasina bagli anormal bir sivi birikiminden kaynaklaniyorsa; tedavide idrar söktürücü ilaçlar kullanilir; yüksek tansiyon damar büzüsmesine bagliysa, bunu önlemeye, çözmeye yönelik ilaçlar öncelik kazanir. Ara biçimlerde ise her iki tür ilaç birden kullanilir.

Tansiyonun düsürülmesi gereken bazi özel durumlari da ele alalim:

Yüksek tansiyon ve yaslilar - Bir zamanlar yaslilarda dogal bir olgu olarak kabul edilmis olsa da, yüksek tansiyon damarlardaki yasliliga özgü degisiklikleri hizlandirir. Yaslilarda sürekli ve sabit yüksek tansiyonun etkilerinin en çok görüldügü organlar beyin, göz, kalp ve böbrektir. Damar sistemindeki degisikliklere bagli olarak bu organlarda islev bozuklugu görülür. Vücutta güç harcadiktan sonra ortaya çikan degisiklikleri degerlendirirken, tansiyonun ayni kosullarda saglikli kisilerde de yükseldigi unutulmamalidir. Yasli hastalarin tedavisinde amaç, sistolik kan basincinin 170 mmHg'nin, diyastolik kan basincinin ise 90 mmHg'nin altina düsürülmesidir. Yaslilarda tedavi, baska hastaliklarin da varligi nedeniyle gençlere göre daha zordur.

Ani tansiyon düsüsleri beyin dolasiminda zaten var olan yetmezligi kötülestirdiginden, bu durumun önlenmesi gerekir. Tedavinin asamali ve "yumusak" bir tansiyon düsürücüyle baslanip sürdürülmesi önerilir.

Yaslilarda yalnizca sistolik tansiyonun yükselmesi de sik görülür. Sistolik tansiyon yasla birlikte yükselir. Bu durum, aortun ve baslica atardamarlarin esnekliginin azalmasina ya da yok olmasina baglidir. Yaslilarda sistolik kan basinci 170 mmHg'nin üstünde, diyastolik basinç 90 mmHg'nin altinda ise baslangiçta olabildigince düsük dozda idrar söktürücülerle tedaviye baslamak gerekir.

Yüksek tansiyon ve seker hastaligi - Yüksek tansiyon seker hastalarinda, seker hastaligi olmayanlara oranla iki kat sik görülür. Eriskin tip seker hastaligi olanlarda yüksek tansiyonu açiklamak için bir çok varsayim ortaya atilmistir. Sismanlik her iki hastalikta da görülür. Seker hastalarinda tansiyonun kontrol altinda tutulmasi böbrekteki örselenmeyi yavaslatir ve hastaligin gidisini düzeltir.

Yüksek tansiyon ve gebelik - Gebelikte yüksek tansiyon tek basina ya da gebelik eklampsisi tablosunda vücutta sivi birikimiyle birlikte ortaya çikabilir. Bu durumun özellikle bebek için olumsuz sonuçlari olacagindan, tansiyonun dikkatle kontrol altinda tutulmasi gerekir.

Yüksek tansiyon ve çocukluk - Çocuklukta yüksek tansiyon oldukça ender görülür. Tansiyonun normal degerlerin disinda olmasi iç salgi hastaliklari, böbrek hastaliklarini ve aort damari darligini düsündürmelidir; ruhsal nedenler yada yanlis ölçüm gibi teknik nedenler de rol oynayabilir. Genellikle sorun kilo vermeyle düzelirse de, çocuklarda ve gençlerde görülen yüksek tansiyon olgularinin çok büyük bir bölümünde sorunun baska bir hastaliktan kaynaklandigi ve bu nedenle taniya yönelik bir arastirma özgül bir tedavi gerektigi unutulmamalidir.

Yüksek tansiyon ve böbrek yetmezligi - Böbrek hastaliginin agirlasmasini önlemek için tansiyonun denetim altinda tutulmasi gereklidir. Hekim tansiyonu düsürecek ilaçlari seçerken ve dozlarini ayarlarken dikkatli olmali ve böbrek islevleri üzerinde olumsuz etkisi olacak maddeleri kullanmaktan kaçinmalidir.
Hipertansiyondan korunmak mümkün mü?
Genellikle evet. Baska bir sebebe bagli (ikincil) hipertansiyondan korunma ve tedavi, altta yatan sebebin tespiti ve tedavisiyle mümkündür.

Yas, irk, cinsiyet, irsiyet gibi özelliklere bakmaksizin herkes için yüksek tansiyon önlemede altin kurallar sunlardir:

1- Ideal kilonuzu koruyun. Bu sebeple dengeli ve yeterli beslenmek esastir. Fazla kilonuz varsa mutlaka zayiflamalisiniz.
2- Fiziksel olarak daha hareketli olun. Bol bol yürüyün. Düzenli spor yapin. Asla hareketsiz ve hantal olmayin.
3- Sigara içmeyin. Içiyorsaniz mutlaka birakin.
4- Alkolden uzak durun. Alkole asla prim vermeyin.
5- Tuz ve Sodyumu az besinlerle beslenin.
6- Strese prim vermeyin, sakin olun.
7- Huzurlu ve mutlu bir ortamda yasamaya gayret edin.
8- Düzenli saglik kontrolleri yaptirin.


ANGINA PEKTORIS, GÖGÜS AGRISI, ANGINA, ANJIN DÖ PUATRIN
TANIM

Angina kalbin, yeterli oksijen alamadigini gösteren bir belirtidir. Bu durum, kalbi besleyen koroner damarlarin daralmasi ve/veya tikanmasindan ya da kalbin asiri çalismasindan kaynaklanir. Dolayisiyla kalbin normalden daha fazla oksijene ihtiyaci vardir. Angina pektoris kalp kasinin oksijen ihtiyaci ile kalbi besleyen damarlardaki kan akimi arasinda uyumsuzluk sonucu ortaya çikan agridir.

Angina pektoris terimi, tibbi olarak "gögüste sikisma, bogulma hissi" demektir. Genellikle gögsün orta kisminda baslayan baski, sikisma, yanma tarzinda bir agridir ve vücudun üst kisimlarina dogru yayilabilir. Kisi agriyi, "sanki gögsümün üstüne birisi oturmus" veya "gögsümü sanki mengene sikiyor" diye tanimlar. Bazi kisiler angina agrisini, sadece çene, omuz veya kol gibi kalpten uzak bölgelerde hisseder. Angina agrisi bazen, hazimsizlik hissiyle karisir. Çünkü ikisinde de yanma tarzinda bir agri vardir. Yemek borusu hastaliklarinaki agri da angina ile karisabilir.

Angina, ayni zamanda kalp krizi gibi yorumlanabilir. Kalp krizinde hissedilen agri ve angina agrisi birbirine çok benzer. Fakat angina agrisi 5 dakikadan fazla sürmez.
BELIRTI ve BULGULAR

• Yanma, sikisma, batma tarzinda keskin gögüs agrisi. Genellikle gögsün orta kisminda hissedilir fakat çene, omuz, sirt veya sol kol gibi bölgelerde de görülebilir. Agrinin yeri ve tarzi kisiden kisiye degisebilir.

• Yürüme, yokus-merdiven çikma gibi eforla gelen ve durup dinlenmekle birkaç dakika içinde geçen gögüs agrisi

• Efor disinda soguk hava, agir yemekler, sigara, ani öfke, heyecan gibi sebepler de agriyi baslatabilir.

• Agri sirasinda tansiyon yükselebilir.

• Halsizlik, terleme, nefes darligi, çarpinti, bulanti anginaya eslik edebilir.
NEDENLERI

Temel neden koroner kalp hastaligidir. Kalbi besleyen koroner damarlarda yag birikimi (ateroskleroz) sonucu tikanma meydana gelir ve kalp yeterince oksijen alamaz. Diger nedenler:

• Aort kapagi hastaliklari - aort yetmezligi

• Kalp ritim bozukluklari

• Yüksek kan basinci (hipertansiyon)

• Yüksek kolesterol veya yag bozukluklari

• Metabolizma artisina sebep olan hastaliklar (örn; tiroid bezinin asiri çalismasi, agir anemi)

• Sigara içmek, sismanlik
TESHIS YÖNTEMLERI ve LABORATUAR BULGULARI

Tam bir fizik muayene, çesitli test ve incelemeler yapilir

• EKG: Hastalirn dörtte birinde istirahat esnasinda çekilen kalp elektrosu normaldir.

• Egzersiz "stres" testi (eforlu elektro): Bir kardiyoloji uzmanina danisilarak, hekim tarafindan veya hekim gözetiminde yapilmalidir.

• Koroner anjiyo: Koroner damarlardaki tikanikligin yerini ve siddetini belirlemek amaciyla yapilir.

• Kan yaglari ölçümü Ayrica doktor gerek gördügünde radyoizotop taramalar (talyum 201) ve kalp ekokardiyografisi yapilabilir.
TEDAVI

Ilaç tedavisi uygulanir. Ancak beslenme seklindeki ve hayat tarzindaki radikal degisiklikler de tedavi programinin önemli parçalaridir. Eger angina sikayetiniz varsa; doktorunuz mutlaka dogru beslenmenizi, düzenli egzersiz yapmanizi, kilonuzu kontrol altina almanizi ve sigara içmemenizi önerecektir.

Angina tedavisinde kullanilan ilaçlar 3 ana grupta toplanabilir.
1. Nitratlar: Koroner damarlari genisletir ve kalp kasina daha fazla kan gitmesini saglarlar. Dil altinda eritilmek veya çignenmek suretiyle kullanilirlar.
2. Beta- blokerler: Kalp atimini ve kan basincini düsürerek kalbin oksijen tüketimini azaltirlar.
3. Kalsiyum kanal blokerleri: Koroner damar spazmini azaltirlar. Bazilari ayni zamanda kalp atim hizini da yavaslatir.

Yukaridaki ilaçlar haricinde, kanin pihtilasmasini azaltan ilaçlar (heparin) kullanilabilir. Ayni zamanda; doktorlarin büyük bir çogunlugu, angina sikayeti olan hastalarin önlem amaciyla günde bir tablet aspirin almasini önermektedir.

Bu ilaçlardan hiçbiri doktor kontrolü ve tavsiyesi disinda kullanilmamalidir. Ilaç tedavisine cevap vermeyen veya ilaçlarin yetersiz kaldigi vakalarda; koroner damar anjioplastisi veya koroner by-pass ameliyatlari düsünülür.
NELER YAPMALISINIZ?

• Geceleri angina nöbeti geçiriyorsaniz, yataginizin bas kismini biraz yükseltmelisiniz. Böylece kalbinize binen yük azalacaktir.

• Yatar durumdayken nöbet geldigini hissederseniz, ayaklariniz yere degecek sekilde oturmalisiniz. Eger agri devam ederse doktorunuzun uygun gördügü ilaçlari almalisiniz.

• Doktorunuz uygun görüyorsa, her gün bir aspirin içmelisiniz.

• Agir yemekleri yavas yavas ve sindirerek yemelisiniz.

• Sigarayi birakmalisiniz.

• Angina sikayetiniz varsa, dogum kontrol haplari kullanmamalisiniz.

• Az yagli ve kolesterolü düsük gidalar almalisiniz.

• Her gün düzenli egzersiz yapmalisiniz.

• Fazla kilolarinizi vermelisiniz ve kilonuzu kontrol altinda tutmalisiniz.

• Stresten kaçinmalisiniz.
DOKTORA BASVURULMASI GEREKEN DURUMLAR

• Angina nöbeti 5 dakikadan daha uzun sürmüsse ve ilaç almaniza ragmen geçmemisse. Bu durumda bir kalp krizi geçiriyor olabilirsiniz.

• Bunun, ilk angina nöbeti oldugunu düsünüyorsaniz. Böyle oldugundan emin olmalisiniz.

• Nöbetler siddetlenmisse, daha sik oluyorsa, daha uzun sürüyorsa, beklemediginiz anda basliyorsa.

• Beta- bloker aliyor ve bir takim yan etkiler gözlüyorsaniz.

• Nitrat kullaniyor ve bayginlik, halsizlik, sersemlik, huzursuzluk hissediyor veya kusuyor veya siddetli sekilde terliyorsaniz.

• Kalsiyum kanal blokeri kullaniyor ve mide krampi, düsük nabiz, kalp ritim bozuklugu, bas agrisi, kabizlik, siskinlik, bayginlik ve nefes darligi gibi yan etkilerden sikayet ediyorsaniz.

PATENT DUKTUS ARTERİOZUS
(PDA)
Anne karnında kalpten çıkan iki büyük atardamar arasındaki açıklığın doğumdan sonra da kapanmayıp açık kalmasıdır(Şekil 6). Zamanından erken doğan prematüre bebeklerde açık kalma oranı daha yüksektir. Fakat bunların çoğu zamanla kendiliğinden kapanabilmektedir. Bu açıklık vasıtasıyla vücuda gitmesi gereken temiz kanın bir kısmı akciğerlere gider. Bu olay bir yandan akciğer atardamarında basınç yükselmesine sebep olurken, diğer yandan artan kan akımı kalbin daha fazla çalışmasına ve daha fazla yorulmasına sebep olmaktadır.

Tanı nasıl konulabilir ?

Açıklığın küçük olduğu vakalarda tanı genellikle muayene sırasında üfürümün duyulması ile tesadüfen konur. Büyük açıklığı olan bebeklerde hızlı nefes alıp verme, özellikle emerken aşırı terleme, yeterli kilo alamama ve emme sırasında yorulma dikkati çeker. Tanı, muayene sırasında üfürüm duyulması ile ve kalp yetersizliği bulgularını belirleme ile konur. Bu hastalarda sık sık zatürre, bronşit gibi akciğer hastalıkları da sık görülür. Genellikle çocuk doktora hasta olduğunda götürüldüğünden, böyle ağır hasta ve huzursuz bir bebekte diğer bulgular zor farkedilir. Bu hastaların bir kısmı akciğer enfeksiyonu tadavileri ile kısmen düzelmekle birlikte, kesin tanı konulması bu nedenle çok gecikebilmektedir. Erken tanı için ülkemizde sağlıklı çocukların da doktor kontrolüne götürülmesi alışkanlığının kazanılması şarttır. Kesin tanı çocuk kardiyoloji uzmanınca yapılan muayene ve ekokardiyografi ile konur.

Tedavide ne yapılabilir ?

Kendiliğinden kapanmayan vakalarda, tedavide birinci seçenek kateter vasıtasıyla açıklığın coil veya şemsiye ile kapatılmasıdır. Açıklığın çok geniş olduğu hastalarda ameliyatla açık kalan damar bağlanarak kan geçişi engellenir.

İleriye dönük yapılması gerekenler :

Sünnet, diş çekimi, diş dolgusu gibi bazı girişimler öncesinde endokardite (kalbin iç tabakasının iltihabı) karşı koruyucu tedaviye ihtiyaç gösterirler. Hastaların belli aralıklarla doktor kontrolünde olmalı gerekir.
Logged
Sayfa: [1] 2   Yukarı Çık :)
 
Gitmek istediğiniz yer:  


Benzer Konular
Konu Başlığı Başlatan Yanıtlar Görüntü Son Mesaj
Sevgilinizle / Eşinizle Yaşadığınız Problemlere Çözümler Bölümü Yeni
Öneri
Alyssa Collins 3 4409 Son Mesaj 14 Mayıs 2012, 19:23:24
Gönderen : KadincaForum
Avrupa Akademi Kalp Hastalıkları Merkezi Yeni
Sağlık Kuruluşları
Honey_Face 0 1873 Son Mesaj 16 Mayıs 2013, 11:50:31
Gönderen : Honey_Face
Kalp Hastalıkları Kalıtımsal Olmayabilir Yeni
Kalp ve Damar Hastalıkları
imge34 0 2126 Son Mesaj 29 Nisan 2014, 10:22:06
Gönderen : imge34