Kalp Hastalıkları Bölümü
<< < (2/3) > >>
kezban62:
AORT DARLIĞI
(AS)

Kalbin sol tarafından çıkan ana damardaki darlıktır (Şekil 5). Kalbin sol karıncığının organlara kan göndermek için daha fazla çalışmasına neden olur. Darlık hafif, orta ve ağır derecede olabilir. Hastanın yakınmaları, bulguları, tedavi gerekip gerekmediği ve tedavi şekli tamamen darlığın derecesine bağlıdır.

Tanı nasıl konulabilir ?

Ağır olmayan vakalarda tanı genellikle muayene sırasında üfürümün duyulması ile konur. Ağır vakalarda büyüme gelişme geriliği, halsizlik göğüs ağrısı ve bayılma görülebilir. Kesin tanı çocuk kardiyoloji uzmanınca yapılan muayene ve ekokardiyografi ile konur.

Tedavide ne yapılabilir ?
Hafif olan darlıklarda, çocuğa herhangi bir zarar vermediği için müdahele edilmez. Bununla birlikte bazı vakalarda darlığın derecesi zamanla artabilmektedir. Bu nedenle darlığın derecesi ekokardiyografi ile takip edilmelidir. Orta ve ağır derecede darlığı olan hastalarda balonlu kateter ile darlığı genişletme yöntemi uygulanır. Bu yöntemin sonuçsuz kalması halinde, ameliyat da gerekebilmektedir.

İleriye dönük yapılması gerekenler :

Sünnet, diş çekimi, diş dolgusu gibi bazı girişimler öncesinde endokardite (kalbin iç tabakasının iltihabı) karşı koruyucu tedaviye ihtiyaç gösterirler. Hastaların belli aralıklarla doktor kontrolünde olmalı gerekir. Hastaların ağır egzersiz programları içeren sportif faaliyetlerden uzak durmaları önerilir.
Anjio Nedir?

Kalp-Damar problemi bulunan bir hastanın kasık damarlarından çok ince özel tellerle girilip kalp damarlarına radyoopak madde verilerek, damar tıkanıklıklarının ve problemlerinin teşhis edilmesine yarayan bir tıbbi işlemdir.

Bir Anjio işlemi şu aşamalardan oluşmaktadır:

1- Skopi aşamasında doktor kalp damarlarına girdiği hastanın görüntülerini bir monitörden gözlemektedir

2- Skopi işlemi; sine denilen kayıt aşaması öncesinde bir hazırlık dönemi olup, hastanın durumuna göre işlem zamanı uzamakta veya kısalmaktadır.

3- Skopi aşamasındaki görüntülerden doktor tarafından uygun bulunanlar sine aşamasında kayıt edilmektedir. Bütün bu aşamalar ayak pedalları (foot switch) ile gerçekleştirmektedir. Sine aşamasındaki kayıt işlemi bir hard diske, medikal filme veya başka herhangi bir kayıt ortamına yapılabilir. Günümüzde hem hard diske kayıt yapılmakta, hem de saklanacak görüntüler medikal filme basılmaktadır. Kullanılan hard disklerin kapasitelerinin sınırlı olması bir kaç işlemden sonra hard diskteki bilgilerinin silinerek, yeni işlem için yer açılmasını gerektirmektedir.

4- Sine aşamasında hard disk kaydının yanı sıra filme basılan görüntüler teknisyen tarafından banyo yapılmakta ve makara film olarak hazırlanmaktadır

5- Hazırlanan filmler “Tagarno” denilen bir film gösterme cihazında doktor tarafından izlenmekte, buna göre hastanın kalp damarlarının durumu teşhis edilmektedir

6- Gerekli teşhis yapılıp bittiğinde filmler yasal zorunluluk olarak arşive kaldırılmaktadır. Bir film makarasına en fazla 5-6 hasta bilgisi sığabilmektedir.
Kalp Hastalarında Beslenme
Kalp hastalari sindirimi kolay yiyecekler seçmeli ve özellikle tuz (sodyum) yemekten kaçinmalidirlar. Sindirim ile kalbin çalismasi arasinda siki bir bag vardir.
Kalp hastaliklari belli bir beslenme programma uyulmasini zorunlu kilar. Hangi kalp hastaligi söz konusu olursa olsun, diyet tedavisinin amaci vücut için gerekli besleyici maddeleri saglarken, kalbin yorulmasini olabildigince önlemektir. Vücudun dolasim dengesini yeniden kurabildigi (kompanse) ve kuramadigi (dekompanse) kalp hastaliklarinda beslenmenin niteliginden çok, niceligi degisir.
Dekompanse kalp hastaligi dendiginde kalbin dokularin gereksinimlerini, özellikle de oksijen gereksinimini karsilamada yetersiz kaldigi anlasilir. Baska bir deyisle kalp kendisine ulasan bütün kani pompalayacak ve uygun bir hizla dolasabilmesi için gerekli gücü uygulayacak durumda degildir. Kompanse kalp hastaliginda ise kalp hasta olmakla birlikte dokularin gereksinimlerini karsilamaya yeterli bir kan dolasimi saglayabilir.

KOMPANSE KALP HASTALIGI

Kalp hastasi için uygun besinler seçilirken besinlerin sodyum içermemesine ve kolay sindirilebilir olmasina özellikle dikkat edilmelidir. Sindirim bir istir. Sindirim sirasinda sindirim organlanna önemli miktarda kan gider. Ne kadar çok besin alinir, sindirim ne kadar uzar ve güçlesirse sindirim organlanna da o kadar fazla kan gitmesi gerekir. Kan kütlesinin her hareketi ve genel olarak dolasimdaki her agirlasma, sistemin motor gücü olan kalp üzerinde bir baski yaratir. Bu nedenle kalp hastalarinin tuz yememenin disinda diyet uygulamalari ve ögünlerde çok yememeleri gerekir.
Aynca besinlerin hacmi fazla olmamali, yani çok yer kaplamadan gerekli miktarda kalori içeren besinler seçilmelidir. Böylece mide asiri gerilmez. Bunun iki yarari vardir. Birincisi sindirim sistemine daha az miktarda kan gitmesi gerekir; ikincisi diyafram daha az yükselir. Mide hemen diyaframin altinda yer aldigindan midenin sismesi diyaframm kalkmasma yol açar. Diyafram baslica solunum kasidir; kasildiginda
gögüs kafesiniii kapasitesi artar ve dis ortamdan akcigerlere daha çok oksijen girer. Siskin mide bu hareketi sinirlayan mekanik bir engel olusturur. Bu durumda akcigerlere daha az hava girer ve buna bagli olarak kalp hastasmm zaten yetersiz olan oksijen alimi daha da azahr. Kalp bu eksikligi karsilamak için olabildigince sik ve uzun süreli kasilmak zorunda kalir. Böylece kan akimim hizlandirmaya ve var olan bütün oksijeni alabilmek için akcigerlerden olabildigince çok 'sayida alyuvarin geçmesini saglamaya çalisir. Ama kalbin yedek kapasiteleri azalmis oldugundan, agir bir yemekten sonra kalp hastasinin solunum güçlügü çekmesi kaçinilmazdir; çünkü vücut, solunumu siklastirarak akcigerlere ulasan oksijen miktanni artirmaya çalisir. Kalbin asiri çalismasini önlemek için kalp hastalari çok yememeli, yemeklerde fazla su ve sivi içmemeli, gazli içeceklerden ve bagirsaklarda mayalanmayi artiran sebzelerden kaçinmalidirlar. Bitkisel besinlerden kaçinmak genel olarak yemegin hacmini azaltir; çünkü bunlarin net besin degeri esit hacimdeki hayvansal besinlerden azdir. Ama burada iki sorun ortaya çikar. Bunlardan biri kabizlik, öbürü ise hayvansal besinlerdeki yüksek yag oranidir. Kalp hastasi uygulanan beslenme rejiminden bagimsiz olarak zaten kabizliktan yakinir; bunun nedeni kalp islevinin zayiflamasina bagli olarak sindirim kanalinda gerçeklesen kan göllenmesidir. Bu olay özellikle dekompanse kalp hastaliginda belirgindir. Kabizlik hem atik maddelerin uzak lastirilmasinin yavaslamasi, hem de diskilama sirasindaki zorlamalar nedeniyle sakincalidir. Ikinma kan dolasiminda ani bir yavaslamaya ve kalbin ancak siddetli bir zorlanmayla asabilecegi bir basinç artisina yol açar. Kalp hastasi bu nedenle diskilama sirasinda çok tehlikeli olabilecek kuvvetli ikinmalardan kaçinmalidir. Sorunu bir ölçüde de olsa çözmek, bu arada hastanin yesillik ve sebzelerden yeterli vitamin ve mineralleri almasini saglamak için beslenmenin dengeli olmasi zorunludur. Bir yandan yemegin hacmi azaltilmali, bir yandan da vitamin ve mineral eksikligi ile kabizlik önlenmelidir.
Kalp hastasi aksam yemegini hafif ve yatmadan en az üç saat önce yemelidir. Yatmadan önce sindirim tamamlanmis olmalidir, çünkü yatay konumda zaten hasta olan kalbin yükü daha da artar. Yiyecekleri iyice çigneme ve görece yavas yeme, sindirimi önemli ölçüde kolaylastirir.
Yavas ve zor sindirilen bütün besinlerden, büsta kizartmalar olmak üzere her türiü kati yaglardan, pasta, krema ve kurabiyelerden özellikle kaçinilmalidir; çünkü bunlarin sindirim salgilarinca yumusatilmasi ve islenmesi güçtür. Gene ayni nedenle taze ekmek yerine bayat ekmek, tost ekmegi ya da grissini yeg tutulmalidir. Sebze ve meyveleri pisirmek daha iyidir. Çünkü pisirme bu besinlerin sindirimini kolaylastirir ve hacmini küçültür.
Kalp hastasi genel olarak vücut agirligina ve yasina göre önerilen miktardan biraz az kalori almalidir. Kati yag orani çok azaltilmali, protein orani normal olmali, proteinler özellikle etten alinmali ve yagin azaltilmasini karsilayacak biçimde seker orani artirilmalidir.

DEKOMPANSE KALP HASTALIGI

Kompanse kalp hastaligi için yapilan bütün öneriler dekompanse kalp hastaligi için de geçeriidir. Ama bu durumda daha kati kisitlamalara gidilmelidir; çünkü kalp çok daha kötü durumdadir ve her hatanin bedeli hemen ödenir. Günlük kalori miktan 1.500ü asmamalidir. Tedavinin baslangicinda hekim gerekli görürse çok siki bir rejim uygulayabilir ve beslenmeyi yalnizca sivilardan olusan bir diyetle sinirlayabilir.
Dekompanse kalp hastasinin beslenmesinde tuz (sodyum) sorunu çok önemlidir. Her seyden önce ödemlerin
ortaya çikmasini önlemek için kesin bir tuz kisitlamasina gidilir. Hastada ödem varsa kan dolasiminin agirlasmasini önlemek ve ödemlerin çözülmesini saglamak için tuz bütünüyle kesilir. Sodyum baslica hücre disi elektrolittir; belirli bir miktarda suyu kendine bagladigindan hem damar yatagindaki, hem de dokular arasindaki sivi miktarini artiran baslica etkendir. Dekompanse kalp hastaliginda alinan sodyum ve su miktan azaltilsa bile, atilan miktar çok daha fazla azaldigindan vücutta tutulan su ve sodyum miktari artar. Tutulan su belirli sinirlan asarsa ödem ortaya çikar. Bu sorunu önlemenin en temel yolu alman sodyum miktarini atilan sodyum miktannm azalmasiyla orantili olarak azaltmaktir. Hastalik ne kadar agirsa, vücut-ta o kadar fazla sodyum tutulur. Dolayisiyla her durum için uygun olacak bir sodyum miktari vermek olanaksizdir. Ama besinlerin içindeki dogal sodyum milctannin yeterli olacagi ve yemek haziriamrken kesinlikle disandan tuz konmamasi gerektigi genel olarak kabul edilir. Kisacasi kalp hastasi ne yemegine, ne salatasina, ne de baska bir yiyecegine tuz katmalidir. Dekompanse kalp hastaligi olanlarin günde bir litreden fazla su içmemesi önerilir
kezban62:
Elektrokardiyogram (EKG)

Kalbin çalışması sinüs düğümünden çıkan elektrik uyarıları ile olur. Normalde dakikada 60-80 defa çıkan bu uyarılarla önce atriumlar (sol ve sağ kulakçık) kasılır ve içindeki kanı karıncıklara boşaltırlar, daha sonra ise (belli bir gecikmeden sonra) karıncıklar kasılır ve kulakçıklardan kendilerine gelen kanı aorta ve akciğer atardamarına (pulmoner arter) atarlar. Kalpte oluşan bu elektrik akımlarının kağıda yazdırılma işlemine elektrokardiyografi (EKG, elektro, elektrokardiyogram)) denir. Bu akımlar milivoltlar düzeyinde yani oldukça düşük amplitüdlü oldukları için bunların amplifiye edilerek yazdırılmaları gerekir ki bu işi EKG cihazları yaparlar. Pratikte EKG denince bu elektrik akımlarının yazdırıldığı kağıt anlaşılmaktadır.

EKG, kalbin özellikle ritmi, damar hastalıkları, kalp krizi ve kalbin kasının kalınlaşmaları hakkında değerli bilgiler verir. EKG; basit olması, hasta açısından zahmetsiz olması, her yerde uygulanabilir ve ucuz olması nedeniyle yaygın olarak kullanılmaktadır.

Yararlı olduğu durumlar

EKG'nin özellikle yararlı olduğu durumlar:

* Koroner arter hastalığı: kalp damarlarının ateroskleroz sonucunda daralması ve kalbin beslenmesinde problem yaratması,
* Kalp krizi: yeni veya eski,
* Aritmiler: ritim ve iletim bozuklukları (kalbin hızlı çalışması -takikardi- veya yavaş çalışması -bradikardi- ile seyreden hastalıkları, atrial fibrilasyon),
* Kalp kası kalınlaşmaları (hipertrofiler),
* Kardiyomiyopatiler (kalp kasının çeşitli nedenlere bağlı hastalıkları),
* Perikarditler (kalp zarının çeşitli nedenlere bağlı iltihapları),
* Miyokarditler (kalp kasının çeşitli nedenlere bağlı iltihapları),
* Bazı doğumsal kalp hastalıkları.

Bu arada hemen belirtmek gerekir ki EKG, tek başına tanıda yararlı değildir. Özellikle kalp damar hastalıklarında mutlaka hastanın şikayeti, fizik muayene bulguları ve gerekirse diğer laboratuar yöntemleri ile birlikte değerlendirmek gerekir.

Tipik bir EKG. Eski cihazlarda tüm kayıtlar sırayla düz şerit şeklinde bir kağıda alınırken, günümüzde daha modern EKG cihazları tüm kayıtları bir A4 kağıdına alabilmekte ve böylece saklamak daha kolay olmaktadır.

Teknik

EKG çekilmesi için hastanın özel olarak hazırlanmasına gerek yoktur. Ağrılı veya hasta açısından sıkıntılı bir işlem değildir. Her hangi bir yerde, hasta yatar durumdayken çekilebilir. EKG cihazına bağlı olan bir kablo aracılığı ile 2 kola, 2 bacağa ve 6 tane de göğüs bölgesine elektrod denilen metal plakalar tutturulur. Böylece bu elektrodlar aracığı ile kalpte oluşan elektrik potansiyelleri kağıda yazdırılır. Toplam işlem süresi 1-2 dakikadır. Özellikle ritim probleminin olduğu durumlarda dakikalarca ritim kayıtları alınabilir.

EKG'deki bir dalganın ayrıntısı. Kalbin bir atımı süresince oluşan elektrik dalgaları. Bu dalgalar P, Q, R, S, T dalgalarından ve çeşitli aralıklardan (PR intervali, QT intervali gibi) oluşur. P dalgası atriumların (kulakçıklar), QRS dalgası ise ventriküllerin (karıncıklar) kasılması sırasında oluşurlar. Bu dalgaların şekillerine ve bazı aralıkların uzunluklarına bakarak kalpte oluşan bu elektrik olayları hakkında bilgi sahibi oluyoruz.

Gerekli olan durumlarda özel cihazlarla daha uzun süreli (24-72 saat) ritim kayıtları alınabilir.
Ekokardiyografi (eko)

Ekokardiyografide (kısaca eko da denir) ultrasondan (ses ötesi dalgalar) yararlanılır. Ultrason dalgaları, insan kulağının duyma sınırının ötesinde bir sestir (18.000 - 20.000 titreşim/sn). Bu ses dalgaları, tüp şeklinde elle tutulan ve hastanın göğsünde gezdirilen sesi oluşturan duyarlı bir alet yardımıyla kalbe gönderilir. Ses dalgaları kalp duvarlarından, kaslarından, kapakçıklardan alete geri döner. Farklı dokular ses dalgalarını farklı şekillerde yansıtır. Böylece kalpten geri dönen ses dalgaları bilgisayar ile resme çevrilir ve bu görüntüler monitörden izlendiği gibi istenirse kağıda da bastırılır.

Eko, kalp hakkında önemli bilgiler veren, hızlı ve zararı olmayan bir testtir.

Eko ile;

* Kalp kapak hastalıkları,
* Kalp boşluklarının çapları, büyük olup olmadığı,
* Kalp duvarlarının hareketleri, hareket bozukluğu olup olmadığı (kalp damar hastalıklarında ilgili damarın kanlandırdığı yerlerde duvar hareket bozuklukları oluşabilir),
* Kalp içi basınçlar,
* Kalp içi boşluklarda pıhtı (trombüs) araştırılması,
* Kalbin kasılma sırasında bir defada attığı kan miktarı ve yüzdesi (İnsan kalbi kanla dolduktan sonra, kasılma ile içindeki kanın belli bir yüzdesini atar. Her kalp atışında kalbin damarlara attığı kan yüzdesine "ejeksiyon fraksiyonu" denir. Normali % 55-70 civarındadır. Yani kalp bir defada kendine gelen kanın %55-70'ini fırlatabilmektedir.),

araştırılabilir. Kısaca kalp romatizması, kapak hastalıkları, kalp yetersizliği, kalp krizi, doğumsal kalp hastalıkları gibi bir çok konuda eko ile değerli bilgiler alınır.

Ekonun avantajları:

* Özellikle kalbin kapak ve duvar hareketleri hakkında önemli bilgiler verir,
* Bir çok yerde vardır,
* Boya, radyoaktif madde, iğne kullanılmaz,
* Ağrısızdır ve hasta için zararlı değildir.

Eko'nun dezavantajları ise; Testi yapan kişinin yeteneği, test sonuçlarının doğruluk derecesini etkiler. Bazı kişilerde eko görüntüleri kişinin yapısından dolayı iyi olmaz (kişi ekojenik değildir) ve yeterli görüntü elde edilemeyebilir. Kalbin bazı kısımları çok iyi görünmeyebilir.

Ayrıca ilaçla yapılan Stres EKO ile koroner kalp damarları hakkında, kalp kasının canlılığı hakkında da bilgi edinilebilir. Renkli Doppler ekokardiyografi ile kalp içi boşluklarının basınçları, kapak yetmezliklerinin (kaçaklarının) dereceleri, hakkında bilgi elde edilir.

Bazı durumlarda transözofageal (yemek borusu yolu ile) eko ile (TEE olarak kısaltılır) daha detaylı bilgi edinmek gerekebilir. Bu tetkikte boğaz uyuşturularak serçe parmağı kalınlığında bir hortum yemek borusuna sokularak kalp arka taraftan ve daha yakından detaylı olarak incelenir. TEE tetkiki öncesinde aç kalınmalıdır.


Efor Testi
Kalp damar hastalıklarını araştırmada kullanılan testlerden biridir. Hasta, dönen bir bant üzerinde yürütülerek (treadmill) veya sabit bir bisiklette pedal çevirtilerek kalp hızı artırılır. Bu sırada hastadan alınan EKG kayıtlarının bilgisayarda analizi yapılır. Aynı zamanda egzersizle kan basıncı ve nabız değişiklikleri, hastanın göğüs ağrısı ve nefes darlığı gibi şikayetlerinin olup olmadığı da kaydedilir. Normal EKG'de görülmeyen bozukluklar bu test sayesinde ortaya çıkarılabilir.

Bu test;

* Kalp damarlarında darlık olan hastaları ortaya çıkarmak ve hastalığın ciddiyetini tespit etmek,
* Kalp krizi geçiren hastalarda risk belirlemek,
* Tedavi sonuçlarını takip etmek için,
* Eforla tansiyon yükselme derecesini araştırmak,
* Efor kapasitesinin ölçülmesinde,
* Eforla ortaya çıkan ritim bozukluklarının tanısında

önemli rol oynar. Göğüs ağrılarının değerlendirilmesinde önemli bir tanı aracıdır. Göğüs ağrısının kalpten kaynaklanıp kaynaklanmadığını tespit eder. Özellikle 40 yaş üstü hiçbir şikayeti olmayan kişilere de belirgin bir şikayete neden olmayan kalp damar hastalığının tanısı için faydalı olabilir.

Ancak kalp damar hastalıklarını göstermedeki duyarlılığı çok yüksek değildir. Kalp damar hastalığı olanların %60-%80'ninde hastalığı gösterirken, hastalık olmayanların da ancak %80 civarındaki kısmına hastalık yoktur diyebilmektedir. Dolayısıyla da yalancı pozitif ve yalancı negatif sonuçları az olmayan bir tanı yöntemidir
kezban62:
Fallot Tetralojisi

Bu hastalıkta birkaç problem bir arada bulunur:

1. Akciğer atardamarındaki (pulmoner arter) kapakta darlık,
2. Sol ve sağ karıncıklar arasında açıklık (ventriküler septal defekt –VSD-)
3. Aortun uygun yerde olmayıp, sağ karıncığa doğru yer değiştirmesi.
4. Sağ ventrikülün kalınlaşması (hipertrofisi)

Bu hastalığın en önemli bulgusu morarma olup, hastaların bir kısmında doğduğunda fark edilir, bir kısmında ise doğduğunda yoktur, aylar içinde ortaya çıkar. Ayrıca 1 yaşına doğru parmak uçlarında kalınlaşma da bulgulara eklenebilir.

Tanı nasıl konulabilir?

İlk dikkati çeken, bebekte aylar içinde dudaklarında morarma oluşmasıdır. Morarma çocuğun ağlaması sırasında daha belirginleşir. 3-9 ay arasında nefessiz kalma atağı başlayabilir. Özellikle uykudan uyandıktan sonra veya ağlamayı izleyerek bebeğin renginde belirgin koyulaşma, hafif dalgınlaşma veya ağır durumlarda tam bayılmaya kadar giden derecelerde şuur değişiklikleri ortaya çıkar. Eğer böyle bir durum başlamışsa, hemen çocuk kalp hastalıkları uzmanının bilgilendirilmesi gerekir. Bu atakları engellemek için koruyucu ilaç başlamak, ilaç yeterli olmazsa ameliyat gerekli olabilir. Tanı genellikle muayene sırasında morarmanın fark edilmesi ve üfürüm duyulması ile konur. Kesin tanı çocuk kardiyoloji uzmanınca yapılan muayene ve ekokardiyografi ile konur. Ameliyat zamanına kadar mutlaka 2-3 ay arayla izleyerek, kansızlık yönünden ve bayılmalar için kontrolü şarttır. Gerektiğinde mecbur kalındığında ameliyat zamanı erkene çekilebilir.

Tedavide ne yapılabilir?

Bu hastalıkta kendiliğinden düzelme veya açıklığın kapanması söz konusu olmadığından, cerrahi olarak düzeltme ameliyatına kesin gerek vardır. Ameliyat öncesi hastalara genellikle kalp kateterizasyonu uygulamak gerekir. Ameliyat zamanı için ülkemizde genellikle 1 yaşından sonrası tercih edilmektedir. Bazı bebeklerde akciğer atardamarı (pulmoner arter) iyi gelişmemişse, düzeltici ameliyattan önce yardımcı bir şant ameliyatı ile bu damarların gelişmesi sağlanmalıdır.

İleriye dönük yapılması gerekenler?

Düzeltme ameliyatı başarılı olan hastalarda sünnet, diş çekimi, diş dolgusu gibi bazı girişimler öncesinde endokardite (kalbin iç tabakasının iltihabı) karşı koruyucu antibiyotik tedavisine ihtiyaç gösterirler. Ritim bozukluğu açısından izlenmeleri gerekir, hastalar belli aralıklarla doktor kontrolünde olmalıdırlar.
Damar kılavuzu

_________________________________________

Karotis atar damarı hastalıkları

_________________________________________

Karotis atar damarları beyne kan taşıyan ana damarlardır. Bu damarlarda da zamanla ateroskleroza/kireçlenmeye bağlı plaklar ve darlıklar oluşabilir. Plak oluşumuna bağlı olarak strok(inme veya felç) gelişebilir.İnme ölümlere, kol ve bacaklarda felçlere veya güç kayıplarına, konuşö,ma bozukluklarına ve yutma güçlüklerine neden olabilir. İnme ölüm sebebleri arasında 3. sıradadır ve her yıl ülkelerin sağlık harcamalarında önemli bir yer tutar. Bunun için inme geçirmeden önlem alınmalıdır. Çünkü inme geçirdikten sonra yapabileceğpimiz tedaviler sınırlıdır.Bununla beraber inme öncesi alınacak birçok önlem bulunmaktadır.

_________________________________________

Strok(İnme)

_________________________________________

İnme, beynin damarlarında oluşan patolojiye bağlı olarak zarar görmesidir. İnme oluşum mekanizmasına göre ikiye ayrılabilir;

_________________________________________

Kanamya bağlı gelişenler

_________________________________________

Hipertansiyona bağlı olarak veya beynin içindeki küçük damarlarda oluşan baloncukların kanamasına bağlı olarak gelişir. İnmelerin % 20'sini oluşturur.

_________________________________________

Beynin kanlanmasının bozulmasına bağlı olarak gelişenler

_________________________________________

_________________________________________

Strok için uyarıcı belirtiler

_________________________________________

-Elde, kolda ve bacaklarda ani gelişen güçsüzlük
-Konuşmanın anlamsızlaşması veya peltekleşmesi
-Geçici veya kalıcı görme kayıpları
-Şiddetli bağağrısı

_________________________________________

Kimler risk altındadır?

_________________________________________

Aşağıdaki risk faktörlerini taşıyan hastalar risk altındadır;

-Ateroskleroz, hipertansiyon
-Şeker hastaları
-Yüksek kolestrol seviyeleri
-Sigara kullananlar
-Daha önce inme geçirenler
-Ailesinde inme öyküsü bulunanlar
-Ritm problemi olanlar(Atrial fibrilasyon)
-Koroner ve periferik bypass ameliyatı olanlar

_________________________________________

Nasıl korunabiliriz?

_________________________________________

-Sigarayı bırakmalıyız.
-Kan basıncını kontrol altına almalıyız.
-Düzenli egzersiz yapmalıyız.
-Kan kolesterolümüzü kontrol altına almalıyız.

_________________________________________

Nasıl teşhis edilir?

_________________________________________

Yakınmalar ve hasta öyküsü muayene sırasında boyun damarlarında üfürüm duyulması dupleks sonografi tetkikleri digital bilgisayarlı anjiyo, manyetik resonans görüntüleme teknikleri veya direkt damarın görüntülenmesi ile tanı konulur.

_________________________________________

Nasıl tedavi edlir?

_________________________________________

Karotis damarlarında saptanan hastalığpın şekliner ve derecesine göre kan akışkanlığını sağlayan ilaçlarla tedavi ve/veya cerrahi tedavi kararı alınır. Cerrahi tedavide genellikle darlık oluşturan damarın açılıp oluşmuş plakların çıkarılması gerekirse yama konulması yöntemi uygulanır.

_________________________________________

Aort hastalıkları

_________________________________________

Anevrizma

_________________________________________

Anevrizma en sık torasik ve abdominal aortada görülür. Aort damarı kalpten diğer organlara, kollara ve bacaklara kan taşır. Abdominal aort anevrizmalasrı aort duvarının giderek zayıflaması sonucu aortun karın içindeki kısmının genişleyerek balonlaşması sonucu oluşur. Anevrizma giderek büyür ve eğer tanı konulup tedavi edilmezse, damar yırtılması ve kanama nedeniyle ölüme kadar giden sonuçlar doğurabilir. Eğer erken dönemde tanı konulursa tedavisi kolayca yapılabilir. Cerrahi olarak suni damarlarla onarılabileceği gibi yeni bir yöntem olaraqk kasıktan damar içine yerleştirilebilen özel suni damarlarla da tedavi edilebilir.

_________________________________________

Risk Faktörleri

_________________________________________

-60 yaş ve üzeri olmak
-Ailesinde anevrizma öyküsünün olması
-Sigara
-Hipertansiyon

_________________________________________

Akut atar damar tıkanıkları

_________________________________________

Nedenleri;

-Kronik arter hastalıkları
-Pıhtılaşmanın arttığı durumlar(protein C, protein S eksikliği)
-Kateter uygulamaları, injeksiyonları
-Kalbe ait nedenler (miyokard infarktüsü, kapak hastalıkları, ritm bozuklukları, kalp kaynakları tümörler)
Ani atar damar tıkanıkları ne gibi yakınmalar oluşturur?
-Etkilenen damarın beslediği bölgeye göre;
Ağrı,
Solukluk,
Soğukluk,
Hissizlik, his azalması,
Felç

Eğer erken tanı konulup tedavi edilmezse ekstremite (kol veya bacak) kayıplarına neden olabilirler. Tanısı için doppler ultrasonografi, MR angiografi ve angiografi tetkikleri yapılabilir.

_________________________________________

Buerger hastalığı

_________________________________________

Buerger hastalığı sigara ile ilişkili olan ve genellikle bacaklarda ve kollarda atar damar, toplar damarları ve sinirlerini tutangenmetik yatkınlık gösteren inflamatuar bir hastalıktır.

_________________________________________

Hastaların yakınmaları nelerdir?

_________________________________________

-His azalması, soğukluk, siyanoz(morarma)
-Gangren, ülser
-Klodikasyo(kesikli topallama)
-İstirahat ağrısı
-Tromboflebit

_________________________________________

Hastalarda sıklıkla görülen etken ve bulgular nelerdir?

_________________________________________

-Sigara öyküsü hemen hepsinde vardır.
-50 yaş altında görülür.
-Popliteal arterin(dizardı atar damar) altında tıkayıcı hastalığı
-Üst ekstremite tutulumu
-Sigara dışında ateroskleroza ait risk faktörlerinin olmaması
Tanı diğer damar hastalıklarında olduğu gibi doppler ultrasonografi ve angiografi ile konur. Biyopsi ile de tanının desteklenmesi yoluna gidilebilir.

_________________________________________

Varis nedir?

_________________________________________

Vücudumuzda iki farklı damar sistemi mevcuttur. Bunlar kalpten kanı vücuda götüren atar damarlar ve vücutta kullanılan oksijeni ve besleme niteliği azalmış kanı kalbe geri getiren toplar damarlardır. Atar damarlar oksijen ve besin içeren kanı dokulara ileterek onların beslenmesini ve oksijenlenmesini sağlarlar. Toplar damarlar ise bu kanı kalbe geri getirirler. Atar damarlar kalbin kasılması ile oluşan basınçla kanı dağıtırken toplar damarlar kan akışının kalbe doğru tek yönlü olmasını sağlayan kapakçıkları, yardımıyla ve çevresinde bulunan kasların uyguladığı basınçla kanı kalbe geri taşırlar. Günlük hayatımızda dururken, otururken ve yürürken bacak damarlarımızdaki kan yer çekimine karşı ve yukarı doğru akmak zorundadır. Damar yapısı bozulduğunda yani kapakçıkların fonksiyonu ve kas pompasında bir yetersizlik olduğunda kan bacak damarlarında göllenir buna bağlı olarak varisler oluşur. Eğer önlem alınmazsa bacak ülserleri ve tedavisi güç yara enfeksiyonları gelişir.

_________________________________________

Varis ve/veya toplar damarlarında (venöz) yetmezlik olan hastaların yakınmaları nelerdir?

_________________________________________

-Ayak altında karıncalanmalar
-Uzun süreli ayakta kalmaya bağlı oluşan ağrılarü
-Gece krampları
-Genişlemiş toplar damarların (varis) gözle görülmesi
-Kaşıntı
-Yanma
-İleri dönemlerde özellikle ayak bileği iç kısımlarında oluşan ve zor iyileşen yaralar.

_________________________________________

Varis oluşumunun nedenleri nelerdir?

_________________________________________

-Genetik:Anne veya babadan birinde varis olması %40-50, ikisinde de olması %90'lara varan risk artışı getirir.
-Damar duvarlarının yapısının bozulması(damar duvarlarında sklerozis)
-Cinsiyet
-Hamilelik(hormonlardaki değişiklik ve rahimin büyümesine bağlı bacak damarlarının karın içindeki kısmına oluştırduğu bası ve hareketsizlik)
-Yaşlılık(kaslarda gelişen zayıflık hareketsizlik ve damar yapısında bozulma)
-Oturarak çalışma(kass pompasındaki yetersizlik)

_________________________________________

Varis veya venöz yetmezlikten korunmak için alınacak önlemler nelerdir?

_________________________________________

-Ayak kaslarını çalıştıracak sporlar yapmak
-Düzenli yürüyüşler(bacaklardaki kan pompasını çalıştırmak)
-Ayaklarımızı kalbimizden daha üst seviyede dinlendirmek
-Aşırı sıcaktan sakınmak
-Fazla kilo almamak ve fazla kilolardan kurtulmak
-Varis çorapları kullanmak
kezban62:
Atardamar duvarinin sertleserek esnekligini yitirmesiyle olusan ve daha çok erkeklerde görülen bir hastaliktir. Arteriyosklerozun sözdük anlami atardamar sertlesmesidir. Ateroskleroz ise atardamar duvarinda belli bir alanin ezilerek esnekligini yitirmesi ve sertlesmesidir.


Nasil Bir Hastaliktir?

Arteriyoskleroz bütün kalp enfarktüsü, beyin trombozu ve beyin kanamasi olgularinin baslica nedenidir. Ayrica bacak kangrenlerinin büyük bir bölümü de arteriyoskleroz kaynaklidir. Arteriyoskleroz, klinik tablo olarak ortaya çiktigi bu gibi durumlar disinda, genellikle özgün belirti vermeyen bir hastaliktir. Birçok varsayim ileri sürülmesine karsin hastaligin nedenleri tam olarak bilinmemektedir. Bu nedenle hastaligin orta ve büyük atardamarlarda yaptigi lezyonlarla tanimlanmasi egilimi güç kazanmaktadir. Arteriyoskleroz en çok orta ve büyük atardamarlarda görülür.
Olagan durumunda esnek olan atar-damar duvarlari, damardan geçen kan miktarina göre genisler ya da daralir. Atardamarlar bu özellikleriyle dolasimdaki kan miktarini düzenlerler. Arteriyosklerozda, atardamar duvarindaki esnek yapilar çok sert olan bagdokusu tarafindan kaplanir ve esneklik yok olur. Damar duvarinin sertlesmesini, duvardan damar içine dogru büyüyen olusumlar ya da aterom plaklari izler. Ozellilde aterom plaklarinin gelisimi sonucunda damar boslugunun çapi daralir ve geçen kan miktari azalir. Aterom plaklari üzerinde kan pihtilarinin daha kolay olusmasi, daralmayi artirarak damarin tikanmasina neden olur.

-Hastaligin Nedenleri
Arteriyosklerozun olusum süreci ile ilgili birçok varsayim ileri sürülmüstür. Klinik ve deneysel yerlerle desteklenen ancak henüz geçerlilikleri kamtlanmamis iki varsayim önemlidir. Ilk varsayim, arteriyosklerozun olusumundan yaglari sorumlu tutar. Atardamar duvari içten disa dogru iç, orta ve dis olmak üzere üç katmandan olusur. Iç katman bir kat hücre, yani endotel ile onun altinda yer alan elastik bagdokusundan olusur. Orta katmanda daha çok kasdokusu egemendir. Dis katman ise bagdokusu yapisindadir. Yapi olarak bazi açilardan trigliserit, fosfolipit ve lipoproteine benzeyen yaglar damardaki kanin basinciyla atardamar duvarinin iç katmanlanna dogru itilir. Bu yaglar olagan kosullarda atardamar duvarini asarak lenf dolasimina katilirlar. Ama kan dolasimmdaki yaglarin çok fazla, yag moleküllerinin büyük olmasi ve atardamar duvarinin esnekligini yitirmesi durumunda yaglar atardamar duvarinin iç ve orta katmanlarinda sikisip kalirlar. Atar-damar duvarindaki enzimler yag moleküllerini parçalayarak arteriyoskleroz olusumundan daha az önem tasiyan kolesterol, yag asitleri ve baska maddelerin açiga çikmasini saglar. Serbest kalan bu maddeler atardamar duvarini tahris eder. Damar duvari bu uyariya iltihabi bir tepki ile yanit verir. Iltihap sonucu gelisen sert bagdokusu damar duvarini sertlestirir. Bu süreç sirasinda yikima ugrayan atardamar duvarinda, kolayca parçalanabilen yeni kilcal damar-lar belirir. Bu da, iltihaplanmanin daha da artmasina yol açar.
Yaglarin sürekli olarak birikmesi ve atardamar duvarinin belirli noktalarda kalinlasmasi, damar duvarinin içeriye dogru katlanarak aterom plaklarinin olusmasina neden olur. Aterom plaklari parçalanabilir, ülserlesebilir ya da içeriginin bir kismini damara birakabilir (ateromun ezilerek peltelesmesi). Özellikle ülserlesme durumunda, dolasimdaki trombositlerin plak üzerinde birikmesiyle pihtilasma süreci baslar. Bu, daha ileride pihti olusumuna ve damar tikanmasina yol açacaktir. Pihtidan kopan parçalar kan dolasimiyla tasinarak daha küçük çaptaki atardamarlari tikarlar ve ciddi sonuçlara neden olabilirler.
Ikinci varsayima göre, buraya kadar sözü edilen olaylari baslatan süreç farklidir. Arteriyoskleroz olusumunda bozuklugu baslatan etmen, atardamar duyanmn iç katmanmdaki bir lezyona bagli pihtilasmadir. Baska bir deyisle, iç katmandaki küçük bir lezyon burada trombositlerin birikmesine ve hastalik zincirini baslatan olagandisi pihtilasmaya neden olur. Bu durumda yaglarin damar duvarina girerek yerlesmesi nicel açidan önemli görülse de, ikincil bir etkendir.


-Hastaligin Belirtileri

Arteriyosklerozun özgün belirtileri olmadigi vurgulanmisti. Belirtiler ancak damar lezyonlan belirginlestikten sonra ortaya çikar. Arteriyoskleroz lezyonlan olan hastalann yalniz yüzde 5- l0'unda klinik belirtiler gözlenir. Hastaliga bu nedenle "aysberg hastaligi" da denir. Daha çok büyük damarlann iki dala aynldigi noktalarda yerlesir.
Japonlar'da, Yemenliler'de ve Jamaikalilar'da arteriyoskleroz kalbe oranla beyinde daha çok görülmektedir. Arteriyoskleroz belirti verdiginde, belirtiler lezyonun yeri ile iliskilidir. Bunun nedeni dokulara yeterli oksijen iletilememesi ve söz konusu bölgedeki kan dolasiminin engellenmesidir.
Yerlesimin beyinde oldugu durumlarda görme ve konusma bozukluklan,ilerleyici bellek yitimi, anlik bilinç yitimleri, yer ve zaman kavramlannin bozulmasi, kol ya da bacaklarda kas gücünün ani ve geçici olarak zayiflamasi ve son olarak da beyin trombozu gelisir.
Hastalik kalbi tutarsa kalp kasinin kasilma gücü, gelen oksijenin yetersizligi nedeniyle zayiflar. Kalpte ek atimlar (ekstrasistol), kalp atislarinin nöbet halinde hizlanmasi (paroksismal tasikardi) ve kulakçigin hizli kasilmasi (flater) gibi ritim bozukluklari görülür. Koroner damar lezyonlanna, spazma yol açan refleksler de eklenirse anjinaya benzer gögüs agrilari belirir. Son asamada ise miyokart enfarktüsü gelisir.
Arteriyoskleroz bacak damarlarini tutarsa yürüme sirasinda kramp agrilari, deride kalinlasma ve rengin koyulasmasi, bacaklarda isi düsmesi ve zamanla kangren gelisir.
Son olarak, böbrek atardamarlarmnin tutuldugu olgularda kan basinci yükselmesi ve böbrek islevlerinde hafif bozukluklar görülür. Böbregin küçük damarlannin da tutulmasi ile durum daha tehlikeli olabilir.

-Yas ve cinsiyetin etkisi

Arteriyoskleroz eriskin erkeklerde daha yaygindir. Orta yas düzeyinde, erkeklerde kadinlardan daha sik görüldügü uzun süredir bilinmektedir. Menopoz sonrasmda iki cins arasmdaki fark ortadan kalkar. Kadinlarda, östrojenin ve öteki esey hormonlarinin arteriyoskleroza karsi koruyucu rolü oldugu düsünülmektedir.
Arteriyosklerozun orta yasli eriskinlerde daha yaygin olmasi gençlerde görülmeyecegi anlamina gelmez. Kore Savasi'nda ölen askerlerde yapilan otopsi incelemelerinin sonuçlanna göre, arteriyoskleroz lezyonlan bu yas grubunda da oldukça yaygmdir.
Bazi kisilerde arteriyosklerozun dogumdan hemen sonra gelismeye basladigi yolunda görüsler vardir. ABD'de 35 yasinda arteriyoskleroz kaynakli hastaliklardan ölenlerde yapilan arastirmalarda, hiçbir belirti vermedigi anlasilan koroner lezyonlanna rastlanmistir.

Kolesterol ile iliskisi

Kolesterolün arteriyoskleroz olusumundaki etkisi önemli bir tartisma konusudur. Birkaç yil önce neredeyse kolesterol ile arteriyoskleroz özdeslestinlmisti. Daha sonra önemini belki de gereginden çok yitiren kolesterol, günümüzde yeniden ele alinarak gerçek boyutlarda degerlendirilmeye çalisiliyor. Bu konuda birçok deneysel veri vardir. Deney hayvanlanna yag bakimindan zengin bir beslenme rejimi uygulaninca, kan kolesterol düzeyi yükselir. Bu da, arteriyoskleroz lezyonlanna yol açar. Gerçekten de, arteriyoskleroz görülmeyen toplumlarda yagsiz beslenme aliskanliklari yaygindir. Bol yagli besinler tüketen toplumlarda ise bu hastalik oldukça sik görülür. Amerika'ya yerlesmis Yahudi ve Japonlar'da arteriyoskleroz sikligi Amerikalilar'la esdegerdedir. Bundan da anlasilacagi gibi, hastalikta irk etkeninden çok yasam ve beslenme aliskanlildarinin önemi vardir.
Seker hastaligi, böbrek hastaligi ve ksantomatoz (nadir dogumsal bir hastalik) gibi kanda yag düzeyinin yüksek oldugu hastaliklara yakalananlarda arteriyoskleroz yaygindir. Ote yandan miyebm gibi kanm yag düzeyinin düsük oldugu hastaliklarda arteriyosklerozun görülme orani düser. Ozetle, beslemne denetiminin arteriyosklerozdan korunma-da en iyi yöntem oldugu söylenebilir.

Hipertansiyon ile iliskisi

Yüksek tansiyon (kan basinci yüksekligi) kuskusuz arteriyosklerozu ilerleten bir etkendir. Daha önce de belirtildigi gibi Japon ve Yemenliler'de arteriyoskleroz az görülür. Ama bu kisilerin yüksek tansiyonu varsa arteriyoskleroz görülme sikligi önemli ölçüde artmaktadir.
Yüksek tansiyon atardamar duvannda daha çok kolesterol birikmesine neden olur. Daha önce deginildigi gibi kolesterolün zedeleyici etkisi ile ortaya çikan iltihabi tepki olasi bir arteriyoskleroz nedenidir. Süreç burada tamamlanmaz. Atardamar duvarinda da kolesterol üretimi olmasi asin kolesterol birikimine yol açar. Böylece, yüksek tansiyonun yalniz arteriyosklerozu artirmadigi, ayni zamanda arteriyosklerozun gelisimine neden oldugu söylenebilir.
Arastirma sonuçlanna göre, atardamar duvanndaki kolesterol miktan, besinlerle alinan ya da kanda bulunan kolesterol miktarindan çok, yüksek tansi
yonla ilgilidir. Gerçekten de yüksek tansiyonla arteriyosklerozun birlikte görülmesi, damar hastaliklan tehlikesini çok yükseltir. Aynca arteriyosklerozun büyük damarlann esneldigini azaltarak, kan basincini yükselttigi de hatirlanmalidir.
Sismanlik ve seker hastaliginda yaglarla ilgili bozukluklar önem kazanir ve atardamarlan etkiler. Atardamar duvannda yaglar daha kolay birikir ve arteriyoskleroza giden yol açilmis olur. Arteriyoskleroz olusumunda önemli rol oynayan öteki etkenler sigara aliskanligi ve hareketsiz yasamdir.

Hastaligin Tedavisi

Arteriyosklerozun nedenleri bilinmediginden, bu hastaliga özgü tedavi yöntemleri uygulamak olanaksizdir. Hastalann belli bir beslenme programi izlemeleri gene de önemlidir.
Arteriyoskleroz olusumunu açiklayan kuramlar arasmda en geçerli olani hastalikla yaglar arasinda iliski kuran yaklasimdir. Bu yaklasimi destekleyen birçok veri vardir: Asin yagli besinler verilen deney hayvanlannda mutlaka arteriyoskleroz gelismektedir. Degisik çevrelerde yasayan ayni irktan bireyler, beslenme aliskanliklarinda yag bakimmdan zengin besinler çogunluktaysa genellikle arteriyoskleroza yakalanirlar. Seker hastaligi ve hipotiroidizm (tiroit salgisi yetersizligi) gibi kanda yag düzeyini yükselten hastaliklar arteriyosklerozu hazirlayici etki yapar. Incelenen bütün kosullar, yaglarm arteriyoskleroz olusumunda önemli bir etkisi oldugunu gösterir. Ama bu etkinin bütün boyutlan gene de açiklikla bilinmemektedir.Ilk iki veriden çikarilabilecek sonuç, besinlerle alman yaglarin arteriyoskleroz olusumunda belirleyici oldugudur. Arastirmacilar bu konuda dikkatlerini iki yag bilesiginde yogunlastinr: Yag asitleri ve kolesterol.Arteriyoskleroz tedavisine, hastalik klinik belirtiler vermeden önce baslamak gerekir. Tedavide beslenme aliskanliklan yeniden düzenlenir; pihtilasma önleyici ve pihti çözücü (fibrinolitik) ilaçlar, aynca lipoprotein miktanni azaltarak kolesterol sentezini ve tasinmasmi önleyen ilaçlar kullanilir.
Arteriyosklerozda cerrahi tedavi de uygulanabilir. Koroner damar ya da büyük atardamarlann arteriyoskleroz sonucunda tikandigi olgularda cerrahi girisime basvurulabilir. Günümüzde koroner baypas ameliyati ya da tikanan damarin vücuttan alman bir baska damar parçasiyla degistirilmesi gibi uygulamalar yapilmaktadir.
Hipertansiyon, kan basincinin normal kabul edilen degerlerin üzerine çikmasi ve sebat etmesidir. Genellikle arteriol denen küçük kan damarlarinin daralmasi sonucu kanin damar duvarina daha fazla basinç yapmasiyla ortaya çikar. Bu daralan damarlardan kani geçirebilmek için kalp daha çok çalisir ve sonuçta kalp yetmezligine kadar varan problemler ortaya çikar. Ayrica yüksek tansiyon böbrek, beyin ve göz damarlarinda hasarlara yol açarak bu organlarda kanama ve bozukluklara da yol açabilir.

Kan basinci iki terimle ifade edilir: Sistolik (büyük tansiyon) ve diastolik (küçük tansiyon). Sistolik tansiyon kalbin vücuda kani pompaladigi -yani kasildigi- anki damar duvarina kanin uyguladigi basinci ifade ederken, diastolik tansiyon kalbin gevsedigi anda damar duvarina uygulanan basinci ifade eder. Sistolik basincin normali 130 mmHg ve alti, diastolik basincin normali ise 85 mmHg ve altidir. 140/90 mmHg degerinin üstü ise Hipertansiyon sayilir ve sebat etmesi durumunda tedaviyi gerektirir. (Tabloya bakiniz)

Büyük kan basinci (büyük tansiyon) kaç olursa olsun, küçük kan basinci (küçük tansiyon) 90 mmHg ya da daha yüksekse sistemik yüksek tansiyon söz konusudur ve tedavi edilmesi gerekir. Son istatistiklere göre normalin üst sinirina yakin küçük kan basincinin (85-89 mmHg) bile bir risk etkeni oldugu anlasilmaktadir.

Küçük (diyastolik) tansiyonun yüksek olmadigi, yani 90 mmHg'nin altinda kaldigi, yalniz büyük (sistolik) tansiyonun yükseldigi durumlarda sistolik yüksek tansiyon söz konusudur. 70 yasin altindaki kisilerde küçük tansiyon 90 mmHg'nin altinda kalirken büyük tansiyon 160 mmHg ve daha yüksekse tedavi edilmesi gerekir. 70 yasin üzerinde tedaviyi baslatacak büyük tansiyon degeri 170 mmHg ve daha üstüdür.

Hipertiroidizm, aort kapak yetmezligi ve atar-toplar damar baglantilarinda büyük tansiyon yüksek olmasina karsin ilaç tedavisi gerekmez. Bu durumlarda asil hastalik tedavi edilmelidir.

Yüksek tansiyon günümüzde hala beyin damarlarindaki tikaniklik ve kanamalar açisindan baslica risk faktörüdür. Ayrica, kolesterol ve sigara aliskanliginin yani sira miyokart enfarktüsünün baslica nedenleri arasinda yer alir; kalp ve dolasim yetmezligi olan kisilerin yüzde 75'inde bu hastaliklara neden oldugu bildirilmistir. Ayrica tansiyon yükselmesinin damar duvarinda kalinlasma gibi belirgin degisikliklere yol açarak tikayici damar hastaliklari, anevrizmalar ve böbrek yetmezligi gibi bir dizi doku bozukluklarina neden oldugu kanitlanmistir.

Son 35 yil içinde yüksek tansiyonun ilaçla tedavisinde dev adimlar atilmis olmasina karsin, yukarida belirtilen olgular güncelliklerini korumaktadir. Günümüzde fazla yan etkisi olmayan, buna karsilik son derece etkili ilaçlar vardir. Son yillarda bu tedaviler sonucunda kan basincinin düsürülmesiyle kalp ve damar hastaliklarina yakalanma ve bu hastaliklardan ölme oraninin belirgin ölçüde azaldigi kanitlanmistir. Bu tedavilerin yüksek tansiyonlu hastalarin tedaviden sonraki yasamlari üzerindeki etkileri incelenmis ve özellikle felç, kalp ve dolasim yetmezligi ile böbrek yetmezliginin ortaya çikma sikliginin azaldigi, buna karsilik, söz konusu ilaçlarin yüksek tansiyonlu hastada miyokart enfarktüsü yada anjina pektoris gibi kalp kasinin yeterince kanlanamamasina bagli hastaliklarin önüne geçilmesinde daha az yararli olduklari belirlenmistir.
Hipertansiyon tanisi nasil konur?
Tani konmasi için kan basinci; hasta yaklasik 20 dakika direndikten sonra teknigine uygun ölçülmeli ve birbirinden farkli zamanlarda yapilan üç ari ölçümde de kan basinci yüksek çikmalidir.
Kan basinci ölçümlerinde pek çok kisitlama ve hata olasiligi vardir. Bunlarin basinda hastanin muayeneye ve hekime olan tepkisi gelir. Burada tansiyon heyecan nedeniyle tepkisel olarak yükseldigi halde, kisiye yanlislikla yüksek tansiyon tanisi konur.

Son yillarda bu yanlisliklardan kaçinmak için günlük etkinlikleri engellemeden kan basincinin otamatik olarak kaydedilmesini saglayan birçok teknik gelistirilmis ve uygulanmaya baslamistir. Böylece elde edilen 24 saatlik tansiyon degerleri, yüksek tansiyon organlarda yol açtigi zararlari tansiyon aleti ile elde edilen degerlerin ortaya koymadigi kadar belirgin olarak sergiler. Bununla birlikte, kan basincinin dinamik olarak monitörle izlenmesinin tani açisindan üstün olduguna iliskin bir kanit elde edilememistir. Bu nedenle bu yöntem yalniz bazi seçilmis yüksek tansiyon olgulariyla sinirli kalacak biçimde uygulanmaktadir; bunlar kan basinci sik sik degisen hastalar, yüksek tansiyon ile organlardaki örselenme arasinda baglantinin tam kurulamadigi olgular, sik sik tansiyonu yükselenler ile tedavi sonuçlarinin degerlendirilmesi istenen olgulardir.

Olgularin büyük bir bölümünde dikkatli bir ölçümle yüksek tansiyon tehlikesi olup olmadigi belirlenebilir; gerekirse hasta kan basincini evde kendi kendine de ölçebilir.

Ikincil yüksek tansiyonun nedenlerini saptayabilmek için genel bir muayene yapilmasi önemlidir. Özellikle kol ve bacak atardamar nabizlarinin kolayca alinip alinamamasi, atardamarlardaki nabiz vurus siddetinin birbirinden farkli olup olmamasi, böbrek atardamarinin karindan stetostopla iyiye dinlenmesi gereklidir. Ayrica idrar tahlili yapilir ve kanda üre, ürik asit , kreatinin, sodyum ve potasyum gibi elektrolitlerin düzeyi belirlenir.

Kan basinci normal seyreden kisiler (130/85'in alti) iki yilda bir, sinirda olanlar (130/89) ise en az yilda bir check-up yaptirmalidirlar.

Tansiyon ölçümleri mutlaka bir saglik personeli tarafindan yapilmalidir. Elektronik ölçüm cihazlari yerine basinçli ve klasik kola sarilan mansonu olan ve steteskop yardimiyla ölçümler yapilmalidir.

kezban62:

Hipertansiyonun belirtileri nelerdir?
Hipertansiyon çogu zaman belirti vermez. Bu sebeple dikkatli olmakta ve belli araliklarla ölçüm yaptirmakta fayda vardir. Özellikle ailesinde hipertansiyon hikayesi olanlar, 40 yasindan yaslilar, sisman kisiler, seker hastalari ve gebelerin daha sik araliklarla ölçüm yaptirmalari çok faydali olur.

Zaman zaman ense kökünde siddetli zonklayici tarzda bas agrisi, bulanti-kusma, burun kanamasi, uyusukluk, yorgunluk, endise, tatliya düskünlük, kulak çinlamasi, bulanik görme, fazla idrar çikarma gibi belirtiler hipertansiyon belirtisi olabilir. Bu sikayetleri olan kisiler tansiyon ölçümü yaptirmalidirlar.
Hipertansiyonun sebebi nedir?
Hipertansiyonun tek bir sebebi yoktur.
Olusum mekanizmasi bakimindan iki tür yüksek tansiyon vardir: Birincil (ya da esansiyel) ve ikincil. Birincil yüksek tansiyonun nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte, hastaligin olusumunda kalitim, ruhsal açidan çabuk etkilenen heyecanli kisilik, sismanlik gibi bazi etkenler saptanmistir. Ikincil yüksek tansiyon asagidaki hastaliklardan sonra ortaya çikabilir: Böbrek dokusu ve böbrek atardamarlarinda yerlesen hastaliklar (akut ve kronik böbrek iltihabi, polikistik böbrek), böbreküstü bezinin kabuk bölümündeki hastalik nedeniyle kortizon ya da aldesteron hormonlarinin fazla salgilanmasi sonucu görülen Cushing hastaligi ve Crohn hastaligi, böbreküstü bezinin iç kisminin (medulla) tümörü (feokromositom), aortun kalpten çiktigi bölgedeki darligi, kafa içi basincinin artmasi.

Yüksek tansiyonla basinç reaksiyonu arasindaki ayrimin da yapilmasi gerekir. Yüksek tansiyon terimi kan basincinin sürekli olarak bazi sinirlarin üzerinde kaldigini belirtirken, basinç reaksiyonu tansiyonun heyecanlanma ya da kan içine ilaç siringa edilmesi gibi bir uyaran nedeniyle geçici olarak yükselmesidir. Yükselmeye yol açan uyaranin etkisi kaybolunca tansiyon normale döner.
Hipertansiyon vücuda nasil zarar verir?
Bir kimsede arteriyol denen küçük kan damarlari herhangi bir sebeple daraldigi zaman kalp daha kuvvetli kasilarak kanin basincini yükseltir ve daralmis damardan geçmesini saglar. Bu durum tedavi edilmez ve uzun süre devam ederse degisik organlarin kan damarlarinda bozukluklar olusmaya baslar. Kanama, dolasim bozukluklari ve fonksiyon bozukluklari görülebilir.

Hipertansiyonun zamanla vücutta yol açabilecegi bazi problemler sunlardir:
Arteriyoskleroz(Damar sertligi): Bu durum da sonuçta kalp krizi, felç gibi problemlere yol açar.
Kalp büyümesi: Sürekli yüksek basinçta kan pompalamak zorunda kalan kalbin kendi kaslari büyür ve kalinlasir, bir müddet sonra da kalp yetmezligi gelisir.
Kalp krizi
Böbrek hasari
Felç ve beyin kanamasi
Görme bozukluklari
Cinsel yetmezlik
Mental bozukluklar
Kimler Hipertansiyon riski altindadir?
Aslinda herkes. Ama bazilari daha fazla risk altindadir:
Menapoz dönemindeki kadinlar, yaslilar, sigara içenler, sismanlar, ailesinde hipertansiyon olanlar, yogun stress altinda olanlar, seker hastalari, alkol kullananlar, gebeler.
Hipertansiyon nasil tedavi edilir?
Belirti ve yakinmalarin az yada çok olmasina bakilmaksizin tüm yüksek tansiyonlulari tedavi etmek gerekip gerekmedigi tartismasi su çözüme baglanmistir: Küçük kan basinci 90 mmHg'nin (mm civa basinci) üstünde olan tüm hastalarin tansiyonu 85 mmHg düzeyinde tutulacak biçimde tedavi uygulanmalidir.

Ikincil yüksek tansiyonda tedavi öncelikle temelde yatan hastaligin tedavisine yöneliktir; birincil yüksek tansiyonla ve basinci normale inmesiyle sorun çözülemezse komplikasyonlarin tedavi edilmesi gerekir.
Birincil yüksek tansiyonun tedavisinde genel önlemlerin yani sira ilaç tedavisi uygulanir. Genel önlemler kisaca sunlardir:

Beslenme - Bazi istatistikler sanayilesmis toplumlarda nüfusun yarisindan çogunun fazla kilolu oldugunu göstermektedir. Bu durum genellikle yüksek tansiyon, seker hastaligi ve damar sertligiyle birlikte görülür; öte yandan tek basina da kalp ve dolasim sistemi hastaliklari için bir risk faktörüdür. Bu nedenle yüksek tansiyonlu, sisman hastanin normal kilosuna getirilmesi büyük önem tasir. Hafif ya da orta derecede yüksek tansiyonlu hasta, çogu zaman yalnizca kilo vererek kan basincini normal degerlere düsürebilir. Verilen her kilo için diyastolik (küçük) kan basincinin 2-3 mmHg azaldigi saptanmistir.

Özellikle hayvansal kökenli doymus yaglar (tereyag, içyagi) az kullanilmalidir. Bu maddeler asiri miktarda alinirsa kandaki kolesterol düzeyi artar; buna bagli olarak yüksek tansiyon ve öteki kalp ve dolasim sistemi hastaliklari açisindan risk yükselir. Sebzeyle beslenen topluluklarda çok az kiside yüksek tansiyon görüldügü gözlenmistir.
Besinlerde asiri tuz alimi da engellenmelidir. Tuz kendi basina güçlü bir damar büzücüdür ve tansiyonu düzenleyen bazi sistemleri etkiler. Ama yapilan son arastirmalar tuz kisitlamasinin bütün birincil yüksek tansiyon durumlarinda ekili olmadigini göstermektedir. Sonuç olarak tuz kisitlamasina yanit veren ve vermeyen birincil yüksek tansiyon çesitlerinden söz edilebilir. Son zamanlarda dikkatlerin odaklastigi bir baska nokta ise potasyumdur. Potasyumca biraz zengin bir diyetin henüz tam olarak aydinlatilamamis mekanizmalarla tansiyonu düsürdügü gözlenmistir. Kahve de kan basincinda birkaç saat süren 5-20 mmHg'lik yükselmelere yol açtigindan kisitli miktarda alinmalidir. Asiri alkol alimi da zararli olabilir, asiri alkol alindiginda sempatik sinir sisteminin uyarilmasina bagli olarak uzun süreli yüksek tansiyon görülür.

Sonuçta, yüksek tansiyonlu hasta peynir ve öbür süt ürünleri de içinde olmak üzere çok az hayvansal yag ve tuz tüketmeli, bol meyve ve sebze yemelidir. Gerekenden çok kalori almamalidir.

Hareketsiz yasamla savas - Yüksek tansiyonlu kisiye önerilen yüzme, yürüyüs, jogging, bisiklet ve kayak gibi sporlar izotonik tiptedir. Izometrik egzersizler (agirlik kaldirma) önerilmez. Tansiyonu sürekli yüksek olan kisi, önerilen egzersizleri uygularsa, sistolik ve diyastolik kan basinciyla, kalp atim hizinin düstügünü görecektir.

Gevseme teknikleri - Sanayilesmis toplumlarda çok yüksek düzeyde olan ruhsal gerilim tansiyonun yükselmesine neden olabilir. Bu nedenle son yillarda tansiyonun düsmesinde yararli oldugu saptanan gevseme tekniklerinin kullanimi gündeme gelmistir.

Sigara dumanindan uzak durma - Tek bir sigaranin dumaninin tansiyonda 15-20 dakika süreyle ani ve birkaç mmHg'lik yükselmeye yol açtigi kanitlanmistir. Asiri sigara içen kisinin sürekli yüksek tansiyon tehlikesiyle ne ölçüde karsi karsiya kaldigi kolayca anlasilabilir.

Birincil yüksek tansiyonun tedavisinde yalnizca deneyimler sonucunda seçilen bazi ilaçlar kullanilir. Sabit bir tedavi tablosu yeglenmemekle birlikte, kan basincini düzenleyen mekanizmalar hakkinda kazanilan bilgilerin yardimiyla degismeyen bir tedavi planinin uygulanmaya sokulabilecegi düsünülmektedir.

Kan basincini düzenleyen pek çok mekanizma olmasina karsin, en önemli ve uzun süreli etkiyi saglayan, damarlarin büzüsmesini ve dolasimdaki kanin hacmini düzenleyen sitemdir. Kan basinci kalbin damarlara pompaladigi kan miktari ile arteriyollerin (küçük atardamarlar) duvarlarindaki direncin bir ürünüdür. Bu düzenleme sisteminde, böbrekte ve böbreküstü bezinin kabuk bölümünde odaklasan iki merkez vardir. Bunlarin arasindaki dengenin bozulmasi iki farkli mekanizmayla yüksek tansiyona yol açar ve uygulanmasi gerekli tedavi her iki durumda farklidir. Bunlarin ayni anda etkili olmasi ise daha karmasik bir yüksek tansiyon biçimine neden olur. Yüksek tansiyon, vücutta asiri su ve sodyum tutulmasina bagli anormal bir sivi birikiminden kaynaklaniyorsa; tedavide idrar söktürücü ilaçlar kullanilir; yüksek tansiyon damar büzüsmesine bagliysa, bunu önlemeye, çözmeye yönelik ilaçlar öncelik kazanir. Ara biçimlerde ise her iki tür ilaç birden kullanilir.

Tansiyonun düsürülmesi gereken bazi özel durumlari da ele alalim:

Yüksek tansiyon ve yaslilar - Bir zamanlar yaslilarda dogal bir olgu olarak kabul edilmis olsa da, yüksek tansiyon damarlardaki yasliliga özgü degisiklikleri hizlandirir. Yaslilarda sürekli ve sabit yüksek tansiyonun etkilerinin en çok görüldügü organlar beyin, göz, kalp ve böbrektir. Damar sistemindeki degisikliklere bagli olarak bu organlarda islev bozuklugu görülür. Vücutta güç harcadiktan sonra ortaya çikan degisiklikleri degerlendirirken, tansiyonun ayni kosullarda saglikli kisilerde de yükseldigi unutulmamalidir. Yasli hastalarin tedavisinde amaç, sistolik kan basincinin 170 mmHg'nin, diyastolik kan basincinin ise 90 mmHg'nin altina düsürülmesidir. Yaslilarda tedavi, baska hastaliklarin da varligi nedeniyle gençlere göre daha zordur.

Ani tansiyon düsüsleri beyin dolasiminda zaten var olan yetmezligi kötülestirdiginden, bu durumun önlenmesi gerekir. Tedavinin asamali ve "yumusak" bir tansiyon düsürücüyle baslanip sürdürülmesi önerilir.

Yaslilarda yalnizca sistolik tansiyonun yükselmesi de sik görülür. Sistolik tansiyon yasla birlikte yükselir. Bu durum, aortun ve baslica atardamarlarin esnekliginin azalmasina ya da yok olmasina baglidir. Yaslilarda sistolik kan basinci 170 mmHg'nin üstünde, diyastolik basinç 90 mmHg'nin altinda ise baslangiçta olabildigince düsük dozda idrar söktürücülerle tedaviye baslamak gerekir.

Yüksek tansiyon ve seker hastaligi - Yüksek tansiyon seker hastalarinda, seker hastaligi olmayanlara oranla iki kat sik görülür. Eriskin tip seker hastaligi olanlarda yüksek tansiyonu açiklamak için bir çok varsayim ortaya atilmistir. Sismanlik her iki hastalikta da görülür. Seker hastalarinda tansiyonun kontrol altinda tutulmasi böbrekteki örselenmeyi yavaslatir ve hastaligin gidisini düzeltir.

Yüksek tansiyon ve gebelik - Gebelikte yüksek tansiyon tek basina ya da gebelik eklampsisi tablosunda vücutta sivi birikimiyle birlikte ortaya çikabilir. Bu durumun özellikle bebek için olumsuz sonuçlari olacagindan, tansiyonun dikkatle kontrol altinda tutulmasi gerekir.

Yüksek tansiyon ve çocukluk - Çocuklukta yüksek tansiyon oldukça ender görülür. Tansiyonun normal degerlerin disinda olmasi iç salgi hastaliklari, böbrek hastaliklarini ve aort damari darligini düsündürmelidir; ruhsal nedenler yada yanlis ölçüm gibi teknik nedenler de rol oynayabilir. Genellikle sorun kilo vermeyle düzelirse de, çocuklarda ve gençlerde görülen yüksek tansiyon olgularinin çok büyük bir bölümünde sorunun baska bir hastaliktan kaynaklandigi ve bu nedenle taniya yönelik bir arastirma özgül bir tedavi gerektigi unutulmamalidir.

Yüksek tansiyon ve böbrek yetmezligi - Böbrek hastaliginin agirlasmasini önlemek için tansiyonun denetim altinda tutulmasi gereklidir. Hekim tansiyonu düsürecek ilaçlari seçerken ve dozlarini ayarlarken dikkatli olmali ve böbrek islevleri üzerinde olumsuz etkisi olacak maddeleri kullanmaktan kaçinmalidir.
Hipertansiyondan korunmak mümkün mü?
Genellikle evet. Baska bir sebebe bagli (ikincil) hipertansiyondan korunma ve tedavi, altta yatan sebebin tespiti ve tedavisiyle mümkündür.

Yas, irk, cinsiyet, irsiyet gibi özelliklere bakmaksizin herkes için yüksek tansiyon önlemede altin kurallar sunlardir:

1- Ideal kilonuzu koruyun. Bu sebeple dengeli ve yeterli beslenmek esastir. Fazla kilonuz varsa mutlaka zayiflamalisiniz.
2- Fiziksel olarak daha hareketli olun. Bol bol yürüyün. Düzenli spor yapin. Asla hareketsiz ve hantal olmayin.
3- Sigara içmeyin. Içiyorsaniz mutlaka birakin.
4- Alkolden uzak durun. Alkole asla prim vermeyin.
5- Tuz ve Sodyumu az besinlerle beslenin.
6- Strese prim vermeyin, sakin olun.
7- Huzurlu ve mutlu bir ortamda yasamaya gayret edin.
8- Düzenli saglik kontrolleri yaptirin.


ANGINA PEKTORIS, GÖGÜS AGRISI, ANGINA, ANJIN DÖ PUATRIN
TANIM

Angina kalbin, yeterli oksijen alamadigini gösteren bir belirtidir. Bu durum, kalbi besleyen koroner damarlarin daralmasi ve/veya tikanmasindan ya da kalbin asiri çalismasindan kaynaklanir. Dolayisiyla kalbin normalden daha fazla oksijene ihtiyaci vardir. Angina pektoris kalp kasinin oksijen ihtiyaci ile kalbi besleyen damarlardaki kan akimi arasinda uyumsuzluk sonucu ortaya çikan agridir.

Angina pektoris terimi, tibbi olarak "gögüste sikisma, bogulma hissi" demektir. Genellikle gögsün orta kisminda baslayan baski, sikisma, yanma tarzinda bir agridir ve vücudun üst kisimlarina dogru yayilabilir. Kisi agriyi, "sanki gögsümün üstüne birisi oturmus" veya "gögsümü sanki mengene sikiyor" diye tanimlar. Bazi kisiler angina agrisini, sadece çene, omuz veya kol gibi kalpten uzak bölgelerde hisseder. Angina agrisi bazen, hazimsizlik hissiyle karisir. Çünkü ikisinde de yanma tarzinda bir agri vardir. Yemek borusu hastaliklarinaki agri da angina ile karisabilir.

Angina, ayni zamanda kalp krizi gibi yorumlanabilir. Kalp krizinde hissedilen agri ve angina agrisi birbirine çok benzer. Fakat angina agrisi 5 dakikadan fazla sürmez.
BELIRTI ve BULGULAR

• Yanma, sikisma, batma tarzinda keskin gögüs agrisi. Genellikle gögsün orta kisminda hissedilir fakat çene, omuz, sirt veya sol kol gibi bölgelerde de görülebilir. Agrinin yeri ve tarzi kisiden kisiye degisebilir.

• Yürüme, yokus-merdiven çikma gibi eforla gelen ve durup dinlenmekle birkaç dakika içinde geçen gögüs agrisi

• Efor disinda soguk hava, agir yemekler, sigara, ani öfke, heyecan gibi sebepler de agriyi baslatabilir.

• Agri sirasinda tansiyon yükselebilir.

• Halsizlik, terleme, nefes darligi, çarpinti, bulanti anginaya eslik edebilir.
NEDENLERI

Temel neden koroner kalp hastaligidir. Kalbi besleyen koroner damarlarda yag birikimi (ateroskleroz) sonucu tikanma meydana gelir ve kalp yeterince oksijen alamaz. Diger nedenler:

• Aort kapagi hastaliklari - aort yetmezligi

• Kalp ritim bozukluklari

• Yüksek kan basinci (hipertansiyon)

• Yüksek kolesterol veya yag bozukluklari

• Metabolizma artisina sebep olan hastaliklar (örn; tiroid bezinin asiri çalismasi, agir anemi)

• Sigara içmek, sismanlik
TESHIS YÖNTEMLERI ve LABORATUAR BULGULARI

Tam bir fizik muayene, çesitli test ve incelemeler yapilir

• EKG: Hastalirn dörtte birinde istirahat esnasinda çekilen kalp elektrosu normaldir.

• Egzersiz "stres" testi (eforlu elektro): Bir kardiyoloji uzmanina danisilarak, hekim tarafindan veya hekim gözetiminde yapilmalidir.

• Koroner anjiyo: Koroner damarlardaki tikanikligin yerini ve siddetini belirlemek amaciyla yapilir.

• Kan yaglari ölçümü Ayrica doktor gerek gördügünde radyoizotop taramalar (talyum 201) ve kalp ekokardiyografisi yapilabilir.
TEDAVI

Ilaç tedavisi uygulanir. Ancak beslenme seklindeki ve hayat tarzindaki radikal degisiklikler de tedavi programinin önemli parçalaridir. Eger angina sikayetiniz varsa; doktorunuz mutlaka dogru beslenmenizi, düzenli egzersiz yapmanizi, kilonuzu kontrol altina almanizi ve sigara içmemenizi önerecektir.

Angina tedavisinde kullanilan ilaçlar 3 ana grupta toplanabilir.
1. Nitratlar: Koroner damarlari genisletir ve kalp kasina daha fazla kan gitmesini saglarlar. Dil altinda eritilmek veya çignenmek suretiyle kullanilirlar.
2. Beta- blokerler: Kalp atimini ve kan basincini düsürerek kalbin oksijen tüketimini azaltirlar.
3. Kalsiyum kanal blokerleri: Koroner damar spazmini azaltirlar. Bazilari ayni zamanda kalp atim hizini da yavaslatir.

Yukaridaki ilaçlar haricinde, kanin pihtilasmasini azaltan ilaçlar (heparin) kullanilabilir. Ayni zamanda; doktorlarin büyük bir çogunlugu, angina sikayeti olan hastalarin önlem amaciyla günde bir tablet aspirin almasini önermektedir.

Bu ilaçlardan hiçbiri doktor kontrolü ve tavsiyesi disinda kullanilmamalidir. Ilaç tedavisine cevap vermeyen veya ilaçlarin yetersiz kaldigi vakalarda; koroner damar anjioplastisi veya koroner by-pass ameliyatlari düsünülür.
NELER YAPMALISINIZ?

• Geceleri angina nöbeti geçiriyorsaniz, yataginizin bas kismini biraz yükseltmelisiniz. Böylece kalbinize binen yük azalacaktir.

• Yatar durumdayken nöbet geldigini hissederseniz, ayaklariniz yere degecek sekilde oturmalisiniz. Eger agri devam ederse doktorunuzun uygun gördügü ilaçlari almalisiniz.

• Doktorunuz uygun görüyorsa, her gün bir aspirin içmelisiniz.

• Agir yemekleri yavas yavas ve sindirerek yemelisiniz.

• Sigarayi birakmalisiniz.

• Angina sikayetiniz varsa, dogum kontrol haplari kullanmamalisiniz.

• Az yagli ve kolesterolü düsük gidalar almalisiniz.

• Her gün düzenli egzersiz yapmalisiniz.

• Fazla kilolarinizi vermelisiniz ve kilonuzu kontrol altinda tutmalisiniz.

• Stresten kaçinmalisiniz.
DOKTORA BASVURULMASI GEREKEN DURUMLAR

• Angina nöbeti 5 dakikadan daha uzun sürmüsse ve ilaç almaniza ragmen geçmemisse. Bu durumda bir kalp krizi geçiriyor olabilirsiniz.

• Bunun, ilk angina nöbeti oldugunu düsünüyorsaniz. Böyle oldugundan emin olmalisiniz.

• Nöbetler siddetlenmisse, daha sik oluyorsa, daha uzun sürüyorsa, beklemediginiz anda basliyorsa.

• Beta- bloker aliyor ve bir takim yan etkiler gözlüyorsaniz.

• Nitrat kullaniyor ve bayginlik, halsizlik, sersemlik, huzursuzluk hissediyor veya kusuyor veya siddetli sekilde terliyorsaniz.

• Kalsiyum kanal blokeri kullaniyor ve mide krampi, düsük nabiz, kalp ritim bozuklugu, bas agrisi, kabizlik, siskinlik, bayginlik ve nefes darligi gibi yan etkilerden sikayet ediyorsaniz.

PATENT DUKTUS ARTERİOZUS
(PDA)
Anne karnında kalpten çıkan iki büyük atardamar arasındaki açıklığın doğumdan sonra da kapanmayıp açık kalmasıdır(Şekil 6). Zamanından erken doğan prematüre bebeklerde açık kalma oranı daha yüksektir. Fakat bunların çoğu zamanla kendiliğinden kapanabilmektedir. Bu açıklık vasıtasıyla vücuda gitmesi gereken temiz kanın bir kısmı akciğerlere gider. Bu olay bir yandan akciğer atardamarında basınç yükselmesine sebep olurken, diğer yandan artan kan akımı kalbin daha fazla çalışmasına ve daha fazla yorulmasına sebep olmaktadır.

Tanı nasıl konulabilir ?

Açıklığın küçük olduğu vakalarda tanı genellikle muayene sırasında üfürümün duyulması ile tesadüfen konur. Büyük açıklığı olan bebeklerde hızlı nefes alıp verme, özellikle emerken aşırı terleme, yeterli kilo alamama ve emme sırasında yorulma dikkati çeker. Tanı, muayene sırasında üfürüm duyulması ile ve kalp yetersizliği bulgularını belirleme ile konur. Bu hastalarda sık sık zatürre, bronşit gibi akciğer hastalıkları da sık görülür. Genellikle çocuk doktora hasta olduğunda götürüldüğünden, böyle ağır hasta ve huzursuz bir bebekte diğer bulgular zor farkedilir. Bu hastaların bir kısmı akciğer enfeksiyonu tadavileri ile kısmen düzelmekle birlikte, kesin tanı konulması bu nedenle çok gecikebilmektedir. Erken tanı için ülkemizde sağlıklı çocukların da doktor kontrolüne götürülmesi alışkanlığının kazanılması şarttır. Kesin tanı çocuk kardiyoloji uzmanınca yapılan muayene ve ekokardiyografi ile konur.

Tedavide ne yapılabilir ?

Kendiliğinden kapanmayan vakalarda, tedavide birinci seçenek kateter vasıtasıyla açıklığın coil veya şemsiye ile kapatılmasıdır. Açıklığın çok geniş olduğu hastalarda ameliyatla açık kalan damar bağlanarak kan geçişi engellenir.

İleriye dönük yapılması gerekenler :

Sünnet, diş çekimi, diş dolgusu gibi bazı girişimler öncesinde endokardite (kalbin iç tabakasının iltihabı) karşı koruyucu tedaviye ihtiyaç gösterirler. Hastaların belli aralıklarla doktor kontrolünde olmalı gerekir.
Navigasyon
Mesajlar
Sonraki Sayfa
Önceki Sayfa