Oğlum dedi ki, “Baba, hafta sonu seni köye götüreyim.” “Olur.” dedim. Çıktık yola…
Yahu bu köy, daha birkaç ay öncesine kadar bembeyazdı. Yeryüzü kefenini giymiş, cenaze gibi yatıyordu. Dallar kuru kemik halindeydi. Bahar gelince kuru dallar yaprak yaprak, çiçek çiçek dirilmiş. Yeryüzü yemyeşil olmuş. Anladım ki, her şey ölüp ölüp diriliyor. Allah, Kur’an-ı Kerim’deki hakikatleri tabiat olaylarıyla açıkça gösteriyor. Böylece köy, benim için bir laboratuvar oldu.
Bu arada bir şey dikkatimi çekti. Dikenler daha çabuk yeşermiş ve büyümüştü. Hayalen şehri dolaştım. Diken ve menekşe gibi olan insanları düşündüm. Müslümanlar çiçek gibidir. Nasıl ki çiçek güneşin yedi rengini alır, kendi hamurunda yoğurur, kendine ait bir renk açar. Bu çiçek topraktan alınıp ezilse suyu çıkar, damla güneşe ayna olur. Bir damla su, güneşe ayna olurken göller, denizler de aynadır. Müslüman’ın manevi makamı yükseldikçe İslamiyet’e ayna olmak, onu hayatıyla göstermek, yansıtmak hali de o kadar artar…
Sonra bahçede oturup erik ağacını seyrettim. Ağacın odundan gövdesi öyle bir fabrika ki, topraktan ve havadan aldığı elementleri meyveye çevirip bize ikram ediyor. Hasta olduğum için yakınına gidip koparamadım. Hanımdan rica ettim; “Bir tane erik koparıp verir misin?” Eriği aldım. Henüz iri bir nohut kadar… Aşağıda kapkara toprak, yukarıda yemyeşil erik! Allah, incecik kabuğuna sarmış, kundaktaki bebek gibi büyümeyi bekliyor…
Eriğin ortasında da çekirdek… Toprağa gömsek ağaç ayniyle çıkacak. Böylece amel defterini anladım. Konuşmalarımız, hareketlerimiz, fikirlerimiz, niyetlerimiz amel defterimize yazılıyor, diye düşündüm. Ahirete gittiğimde defterimi uzatacaklar; “İşte sen busun!..”
O erik ağacı, kökleriyle toprağa öyle sarılmış ki, kışın şiddetli rüzgârı onu devirememiş. İslamiyet’e sımsıkı yapışan kişiyi en şiddetli hadiseler bile sarsamaz, dedim kendi kendime. Çünkü anlar ki, Allah her şeye hâkim. Böylesi bir iman, dünyayı da cennet eder…
Yakında karpuzla kavun da gelecek!.. Sanki Rezzak-ı Kerim bir depodan ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını gönderiyor. Her şeyi yaratan her şeyi bilir. Her türlü ihtiyacımızı zamanı gelince verecek. Mideleri yaratan Allah, midelerin duasını işittiği gibi, her türlü duamı da işitiyor. Peygamberimiz (sas) buyurmuş ki, “Sizin her birinizin duası acele etmediği takdirde kabul olunur. Kul, acele ettiği için, ‘Rabb’ime dua ettim de kabul etmedi’ der.”
Belki hasta olduğum için ayağa kalkıp erik ağacının yanına gidemedim… Amma hastalığı ben kendim istedim. Hatta yıllar boyu istedim.. Şimdi hastayım. Hastalığı nasıl istedim? Dua ettim; Allah’ım dünya ve ahiretimi cennet et, diye… Hastalık insanı her türlü mekruhtan, haramdan geri çeker. Hasta, odasındadır. Birisine rica eder; “Lütfen lambayı söndürün.” Karanlık oda mezara ne kadar benziyor. Şimdi mezardayım diye düşünür insan. “Kulum Beni nasıl bilirse Ben ona öyle muamele ederim.” buyuruyor Allah. Biz Allah’ın Rahman ve Rahim sıfatına güveniyoruz. Gök gürültüsünden korkmamak lazım, rahmet yağacak.
“Sen Allah’ın bir mektubusun.” diyerek elimdeki eriği öptüm…